Köyün kuytu bir köşesinde, rüzgârın adını fısıldadığı “Nefes” adında bir kadın yaşardı. Doğduğunda kesik olan nefesi, annesinin "Nefesim nefesin olsun, bırakma bizi, seni bekliyoruz." diyen fısıltısıyla can bulmuş. Ölümün sessizliği aldığı nefesle yırtılmış, adı oracıkta konmuştu. Soluk almakta güçlük çektiği ilk anlar, ona eşsiz bir armağan bırakmıştı. İnsanların ve tabiatın nefeslerini duyma, hatta onların duygularını soluklarından sezme yeteneği.
Nefes, insanların duygularını nefeslerindeki ritimden okur, dinleyenleri şaşkına çevirirdi. Bu yeteneğiyle onları hayrete düşürmek hoşuna giderdi, ta ki bir sabah, nehrin kıyısında, kendinden daha derin bir nefesi dinlemeye başlayana dek.
O sabah farklı bir niyetle uyanmıştı, köyün aşağı tarafından akan nehrin çağıltısı onu kendine çekiyordu. Dışarıya çıktığında havanın ağırlığı, soluğunu daraltmıştı. Vazgeçmedi, nehrin kıyısına geldi ve yüksekçe bir kayanın üzerine oturdu. Tıpkı kederle ağırlaşmış göz kapakları gibiydi güneş. Yüzünü gizlemiş, görünmez bir el gibi tüm ortamı germişti. Gökyüzü kapkaraydı, bulutlar sıkışmış, nefeslerini daha fazla tutamamış ve ağlamaya başlamışlardı. Yağmur, gözyaşı gibi süzüldü toprağa. Toprak doyasıya içti, fazlasını kükreyen Nehir'e bıraktı. Nehir coştu, içindeki uyuyan hüzünler ve korkular birbirine karıştı.
Nefes yan tarafında, sırılsıklam, gözleri korku ve telaşla büyümüş tanıdık birinin soluğunu hissetti. Onun adı da, çağıldayan sular gibi, "Nehir"di. Soluğu hızlı, kesik kesik, boğuluyormuş gibiydi... "Ah! Zavallı Nehir," diye iç çekti. "Yine kendi duygularıyla tabiatın duygularını birbirine karıştırdı." Nehir'in bu hali, ona sadece kendi özünden uzaklaşan birini değil, yıllardır nefeslerini "yorumlayıp şaşırtmakla" yetindiği tüm insanların duygularını da hatırlatıyordu.
Duyguları bulanıklaşmış Nehir'in bakışları, hayret verici bir dinginlikle akan suyun başında oturan yaşlı adama ilişti. Köyün insanları yüreklerindeki katılığı pamuk gibi yumuşattığı için ona "Pamuk Dede" ismini vermişlerdi.
Nehir, umutsuzca, sesi titreyerek sordu: "Sen nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun? Ben... ben boğuluyorum, içimdeki her şey beni sürüklüyor!"
Pamuk Dede, yavaşça Nehir'in yanına geldi. Elini nazikçe omzuna koydu. Nehir'in hızlı nefes alışverişi derin bir iç çekişe dönüştü, gözlerindeki panik dumanı dağılır gibi oldu. "Çünkü, kaynağıma dönmeyi unutmuyorum.” dedi Pamuk Dede. Tıpkı bu pınar gibiyiz hepimiz... Köpürüp taşsak da en derinde berrak bir öze sahibiz. Gözlerini kapat, özüne odaklan; senin tükenmez Ab-ı Hayat'ın orada. Bu coşkun halin de geçecek, tıpkı her fırtınanın geçtiği gibi. Sadece kaynağına dönmen gerektiğini hatırla." Gözlerini aniden Nefes'e çevirdi. "Sen de şahitsin değil mi?" dedi. "Acıyı duymak yetmez. İnsanın içindeki bu tükenmez kaynağı hatırlatacak bir şey lazım. Haydi gel... . 'Bu da geçer ya hu!' diyen bir nefes verelim."
Titreyerek Nehir'e yaklaştı Nefes. Pamuk Dede'nin işaret ettiği gibi, kendi içindeki dingin pınarı hissederek, umudu ve fırtınanın sona ereceğine dair sarsılmaz inancı yüklediği nefesini dinlemeye başladı. O sırada Pamuk dede Nehir'e doğru "Huu" diyerek üfledi. Nehir'in gözlerindeki panik, bir buz kütlesinin erimesi gibi dağıldı. Dudaklarındaki gergin çizgiler yumuşadı. İçine berrak, serin bir su dolmuş gibi oldu; ciğerlerine dolan hava, taşkın suların çekilmesi gibi bir ferahlık getirdi. Derin, sakin bir nefes aldı, sanki ilk kez ciğerlerine temiz hava doluyor gibiydi. Pamuk Dede gülümsedi: "İşte böyle... İyileştiren nefes, teşhisten sonra gelendir." dedi.
Nefes, yıllardır yaptığı şeyin eksik tarafını iliklerine kadar hissetti. Duyguları teşhis etmek, nefesi yorumlamak, yaraya merhem sürmeden sadece bakmaya benziyordu. Pamuk Dede'nin gösterdiği gibi, tükenmez temiz kaynaktan beslenen umudu, "bu da geçer ya hu" inancını, nefesle birlikte aktarmak gerekiyordu.
Gökyüzündeki gri örtü aralandı. Güneş yüzünü gösterdi, altın ışıklarıyla her yanı, özellikle Nehir'in rahatlamış yüzünü ve omuzlarını nazikçe kucakladı. Rüzgâr öfkesini tüketmiş, hırçın tayını ehlileştirmiş bir seyis edasıyla, artık huzurlu ezgiler mırıldanıyordu. Bulutlar tamamen rahatlamış, gökyüzünde bembeyaz pamuk yığınları gibi süzülüyordu. Toprak, susuzluğunu gidermiş, aldığı bereketli suyu, içinde saklı yaşam filizlerine dönüştürmek için kolları sıvamıştı. Kıyıda, Nehir ile Pamuk Dede yan yana duruyor, artık bulanık değil, durgun ve berrak bir suya dönüşmüş nehre bakıyorlardı.
Bahar ne güzeldi. Tohumlar topraktan fışkırırken, Nefes'in içinden muhabbet filizleri hayat bulmaya hazırlanıyordu. Artık "Nefes" sadece kendi adı değil, taşıdığı sorumluluğun da adı olacaktı. Gülümsedi. Bu döngüyü, bu dönüşümü, bu arınmayı tabiatta görmüştü ama bugün insanın ruhunda da aynı mucizenin nasıl işlediğine ve bir nefesin nasıl iyileştirebildiğine tanık olmuştu. Her fırtınanın bir sonu, her karanlığın bir şafağı olduğunu biliyordu. Tıpkı Nehir gibi, insan ruhunun da bazen bulanıp, bazen durulduğunu; ama özündeki saflığın ve o tükenmez "Ab-ı Hayat"ın varlığına olan inancı pekişmişti. Pamuk Dede'nin ona öğrettiği, "İyileştiren nefes, teşhisten sonra gelendir." sözünü tekrarlayarak derin bir nefes aldı, biraz bekledi ve umutsuzluğu yırtan nefesini serbest bıraktı. Huuuu…