Nar, tabiatın en görkemli meyvelerinden biridir. Dışarıdan bakıldığında pürüzsüz, parlak ve sağlam görünen kabuğunun altında, insan ruhunu andıran çok katmanlı bir sır saklar. Kabuğu kendiliğinden çatlamamışsa, derin bir sessizliğe gömülmüş bir hakikat gibidir; içindeki taneler ise birlikten çoğalan ama kökte yeniden birleşen bir âlemi işaret eder. Her bir tanesi kendi çekirdeğini, yani özünü taşır; tıpkı insanın niyetini saklayan içsel çekirdeği gibi. Ve narın taneleri, incecik zarlarla hem birbirine bağlı hem de birbirinden ayrıdır; bu hâl, toplumların ve insan ilişkilerinin kırılgan yapısına şaşırtıcı bir biçimde benzer.

Kabuğu sağlam nar, uzun süre bozulmadan dayanır. Ne var ki çürüme, neredeyse her zaman içeriden, en derindeki özden başlar. Önce bir tanenin rengi solar, kokusu değişir ve bu bozulma, onunla aynı zarı paylaşan diğer tanelerin kaderini hızla belirler. Diğer zarların ardındakiler bir süreliğine korunur; tıpkı bir aile veya dostluk çemberi çözülürken, yanı başındaki diğer ilişkilerin sapasağlam kalabilmesi gibi. Ancak bu korunmuşluk geçicidir. Zira bir çekirdekten filizlenen çürüme, nihayetinde görünmez zarları aşar ve ‘İyi ya da kötü olan, dıştan gelenden çok içeriden sızar.’ gerçeğini teyit ederek, zamanla bütün narın kaderine nüfuz eder.

Kur’an-ı Kerim, narın “inanan bir kavim için bir ayet” olduğunu söyler. Bu, tabiatın satır aralarına saklanmış hakikatinin okunması için gönderilmiş bir davet mektubudur. Çünkü nar, bir meyve olmanın ötesinde; insanın ve toplumun hâline dair yaşayan bir örnektir.

Benim tefekkürümde nar, birliği temsil ediyor. Dışarıdan bakınca tek ve bütün görünen meyve, içi açıldığında bir çokluğa dönüşür. Aynı kökten filizlenen taneler, ince zarlarla birbirinden ayrılır; tıpkı insanların ailelere, topluluklara, inançlara bölünmesi gibi. Kendimize benzeyenlerle bir araya gelir, farklı olana karşı şeffaf ama sağlam perdeler öreriz. Bu perdeler hem korur hem de ayırır.

Bütün bu süreç, insanın en derin merkezinde, Kur’an’ın “fuad” diye adlandırdığı idrakin merkezi olan kalp çekirdeğinde filizlenir. Fuadın bulanıklaşması, niyeti bozar. Bozulan niyet söze, söz davranışa, davranış ise toplumun kaderine sirayet eder. Bir insanın içindeki kırılma, zamanla bir topluluğun çözülmesinin temelini atabilir.

Narın hikâyesi bize bu zinciri bütün çıplaklığıyla gösterir: Öz bozulduktan sonra kabuğun sağlam kalmasının bir hükmü yoktur. Kabuğu korumak, ancak çekirdeği muhafaza etmekle mümkündür. Günümüz dünyasında, toplumsal fay hatlarının keskinleştiği, değerlerin hızla aşındığı bu çağda narın sessiz çığlığı, her bir bireyin kendi ana çekirdeğini kontrol etme çağrısıdır.

Nar bize sadece çürümeyi hatırlatmaz, yapısı gereği bolluğu ve bereketi de anlatır. Kadim kültürlerde nar, çoğalmanın, rahmetin ve hayatın sürekliliğinin işareti sayılmıştır. Bir nar kesildiğinde yüzlerce tanenin ışıldaması, yaratılışın cömertliğini fısıldar. Her tanenin kendi özünü taşıması ise, varlığın bin bir anlamının sessiz ilanıdır. Bu yönüyle nar hem insana hem topluma şunu hatırlatır: Hakiki bereket, çoğalmakta değil; paylaşılan özde, korunmuş niyette saklıdır.

Nar, sessiz bir bilgedir. Birlikteki çokluğu, çokluktaki birliği fısıldar. Ve her çürümenin ardında, mutlak bir son olmadığını; her çözülmenin içinde bir yeniden doğuş ihtimalinin saklı olduğunu hatırlatır. Çünkü toprağını bulan her tohum, yeni bir dirilişin eşiğindedir. Her nar mevsimi, toprağın hafızasında saklı bir sözdür: Her dağılma, yeni bir toparlanışın habercisidir.

Belki de hakikat, yalnızca kabuğu çatlayan narın içinden sızan ışığın içindeki çekirdekte değil; insanın kendi iç kırılmasına cesaret etmesiyle beliren o ilk saf niyetin aydınlığında saklıdır.