TUTUNAMAYANLAR ÜZERİNE

Oğuz Atay'ın 724 sayfalık” Tutunamayanlar” adlı eseri, Türkiye'de en çok yarım bırakılan eserler arasında kendine yer bulmaktadır. Kendi yaşantısından da bahsettiği için yarı otobiyografik bir roman özelliği taşımaktadır. Anlatım şekli ve dili sebebiyle bu eser bir devrim olarak kabul edilmektedir. Alışılmışın dışında yazılmıştır. Yazar bilinç akışı tekniğini kullanmıştır. Bir olay örgüsünden çok eleştiri, mizah, çağrışım gibi etkenler ön planda tutulmaktadır. Bu yüzden kitap akıcılık beklemeden okunmalı. Eğer kitap ağır gelirse, yazarın diline alışabilmeniz için öncesinde “Korkuyu Beklerken” adlı hikaye kitabını okuyarak başlayabilirsiniz. Bir de Yıldız Ecevit'in “Ben Buradayım…” adlı biyografisini okursanız Oğuz Atay ve “Tutunamayanlar” hakkında birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

Okura rengarenk bir dünya sunan kitapta Selim Işık'ın intihar ettiği haberini alan Turgut Özben, arkadaşının neden modern yaşama tutunamadığını araştırır. Kitabın ana karakterini ise Oğuz Atay okuyucuya bırakmıştır. Hangisinin ana karakter olduğuna dair bir netlik yoktur. Yani yazar kitabın kontrolünü okura vermiştir.

Bazı kitapları okuyabilmek için belirli bir bilgi birikimine ulaşmak gerekir ve bu kitap da onlardan birisidir. Yoğun ve karmaşık bir üslupta yazılmış olduğu için okurken kitaba iyi odaklanmamız gerekiyor. Belki okurken çok zorlanabilirsiniz veya zorlanmadan da okuyabilirsiniz ama mutlaka sizde yeni fikirler, çağrışımlar uyandıracaktır. Bazı kitapların yeri ayrı tutulmalıdır, “Tutunamayanlar” da diliyle, mizahıyla ve üslubuyla o kitaplardan birisidir. Okuması zordur ama güzelliği zor olmasından gelir.

BİR DİL BİR İNSAN EDERMİŞ
Diller insanların sık sık bir araya geldiği “evcilleşme” adı verilen dönemde oluşmuştur. Dil yetisinin doğuştan gelmesi mümkün değildir. Doğumdan itibaren duyulan konuşmaların beyine yerleşmesiyle dil gelişir. Dili geliştirmenin farklı yolları da vardır. Belirli bir yaşa geldikten sonra kitap okumak, sözlük okumak dilimizi geliştirirken aynı zamanda kelime dağarcığımızı da zenginleştirmiş olur.  

Bazı insanlar tek dille sınırlı kalmazlar. Özellikle kendilerini geliştirme çabası içindeolan insanlar birden fazla dil öğrenerek dil havzalarını geliştirirler. Dil öğrenmek başka insanlarla, başka kültürlerle iletişim içerisinde olmaya katkı sağlar. Çünkü her dilin kendine özgü bir hayatı vardır. Sevdiğim bir yazarın bu konuyla alakalı bana söylediği bir cümleye değinmek isterim “ Bir dil bir insan eder.” der Zekeriya Çakabey. Yani bir dil bir insansa iki dil iki insandır. Örneğin bir insan iki dil biliyorsa resmen iki kişidir. O dilin kendine ait kültürlerini, gelişimini, hatta bakış açılarını bile bilmiş sayılır eğer tam anlamıyla öğrenebilirse. İşte tam bu yüzden bir dil bir insan, iki dil iki insan eder.  

Bir dil kendi başına koskoca bir hayat da diyebiliriz. Çünkü dilin doğumu olur; ilkel insanların duygularını ve coşkusunu anlatmaya işaretlerin yetmemesi sonucu doğar. Dil büyür; farklı kültürlerden etkilenerek kendi dağarcığına kelimeler ekler. Çünkü dil kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlıktır. Son olarak dil ölür; konuşucu topluluğun başka dilleri kullanımıyla yavaş yavaş dil değiştirmesiyle ölür.  

Toplumlar her daim dillerini yaşamda tutmaya çalışmalıdırlar. Çünkü ölü bir dilin toplumu da ölmeye mahkumdur. Ve aynı zamanda diğer toplumun dilleriyle iletişim içerisinde olmalıdır ki kendi dilinden başka dillere yabancı kalmamalıdır, sosyalliğini kaybetmemelidir. Dil bilmek, dillerle etkileşimde bulunmak her daim bize özgüven kazandırır.

ŞİİRLER ÖLMEZ

“Şiir ölüyor” diyen insanlar biraz Can Yücel biraz Cemal Süreyya okumuş olsalardı böyle demezlerdi. Şiir insanların duygu dilidir, duyguyu söze çevirmenin en güzel yoludur. Şiirin ezberlenme olanağı onun yok olma ihtimalini ortadan kaldıran en büyük etkenidir. “ Şiir ölüyor” diyenlere kulak asmayın bu sebepten. Şiir öyle gelip geçici bir sanat değildir. Yıllar yıllar önce okumuştum Cemal Süreyya “Eylüldü” şiirini, şimdi yıllar geçmesine rağmen her eylül aklıma gelir

“ Eylüldü dalından kopan yaprakların sararan yanlarına yazdım adını

Sahte bir gülüşten ibarettin oysa” diye devam eden mısraları.

Şiirlerin çok uzun yazılar olmaması da şiirleri akılda tutan bir etkendir. Çok çok uzun bir hikayeyi belki aranızda okumaya üşenecekler vardır ama şiir öyle değil şurada beş kıta bir şiir olsa hemen okur hafızamızda bir yer edindiririz ona. Şiir ölmez şiirler ölemez çünkü şiir demek; aşk demek, sevgi demek, emek demek… Ölürse sadece ten ölür şiirler ölmez.

DOSTA HİTABIM

Benim bir dostum vardır

İnsanı içten seven

İsmine ne gerek vardır

O kendini bilir zaten

----------------------------

Karanlıkta kalsam ışık olur

Yönümü şaşırsam pusulam

Acaba onsuzluk nasıl olur

Düşünmek dahi istemiyor insan

-----------------------------------------

Hep yıldızlara benzetirim onu

Hem de parlamayan yıldızlara

Kötü bir hâl değil aslında bu

İlerde, ışık olacak yarınlara

-------------------------------------

Bazen dertler çevreler onu

Bazen de sevdiğine özlemi

Çıkarmasın aklından şunu

Gitmez bu sıkıntılar onunla ileri

-------------------------------------

Sen okurken bu mısralarda

Göreceksin elbet kendini

Bundan nasıl eminsin diyor sorarsan da

Ne vakit anlamadın ki beni

SÜKÛNET-İ HAZAN

Geldi yine güz mevsimi. Fakat sanılanın aksine hiç de bahar değildi. Bahar denildi mi gelir akla sevinç ve heyecan. Oysa sonbahar taşır adında son kelimesini, acı ve kederi. İsminde gizlenir yaşlanmış onca mazi. Eylüle bırakır olmuş acısını insanlar. Pencereye düşen yağmur damlaları, yüreklerden süzülen gözyaşlarını saklar.

Oysa bahar öyle miydi? İlkbahar... Taze çiçeklerin hoş kokuları ile yeniden geliyordu. Eşlik ediyordu kuşların ötüşü seremoniye. Gökyüzü daha açık, bulutlar daha yumuşak, ağaç dalları daha pespembe. Güneş sanki daha bir sıcaktı. Batan güneşin kızıllıkları gecenin mor renkleri arasında yavaştan kayboluyordu. Yıldızlar daha çok gibiydi gökyüzünde. Hepsi yeni sahibinin gelip ona bir ad takmasını bekliyordu. Başlangıçlar iyidir her zaman. Özellikle iyi olan başlangıçlar. Allah, yeniden başlayanların yardımcısıdır!

Eee sonbaharın tadı da bir başkadır tabi. Yılın son ayları, son günleri, saatleri. Ağaç dallarında kalmış tek tük yapraklar en büyük habercisidir sonbaharın. Yapraklar dökülür, çiçekler solar, yemyeşil çimenler sararır. Belki de onca derdi yüklememiz bundandır. Fakat sonbaharın da keyif verici anları vardır: Yerde oluşan yaprak birikintilerine basmak! Çıkan o muhteşem ses tüm derdi tasayı alır insandan. Çok uzak diyarlara götürür. Mutlu olduğumuz günlere. Herkesin birbirine saygı duyduğu, sevgi ile yaklaştığı yere. Bu dünyadan çok uzaklara... “Bir çay doldur, bir kitap seç, dünyayı sessize al.” Der Zülfü Livaneli. Bir çay doldurmalı, bir kitap seçmeli. Ve dünyayı sessize almalı. İşte güzel bir hayal!