Caminin lambaları!
Son yıllarda hangi camiye namaza gitsem, özellikle sabah, akşam ve yatsı vakitlerinde, yanan lambaların sayısı dikkatimi çekiyor. Arkadaşlarıma, “ne kadar çok lamba var camilerde” dediğimde, onlar “yahu senin de işin gücün yok mu neden lambaların sayısıyla bu kadar çok ilgileniyorsun” diye takılıyorlar. “İşimin gücümün” yokluğu bir yana cami ve mescidlerimizde genelde yanan lambadan daha az namaz kılan olduğu görülüyor. Haliyle bu durum benim nedense hep dikkatimi celbediyor!
Tabi bu algıda seçicilik zamanla neredeyse huy haline gelince, camilerimizdeki fazla ışıklandırmalara dair konularla ilgili olarak ilginç durumları gözlemlemeye başladım desem yanlış olmaz.
Özellikle kış mevsimlerinde bazı camilerde, imam değilse bile cemaatten birilerinin ikindi vakitlerinde lambaları yaktığına şahit oluyoruz da bu durum normalmiş gibi geliyor bize. Neredeyse 150 metrekare büyüklüğünde mahalle mescitlerinde bile ortalama 40 civarında lamba var ve çoğu da yanıyor. Mescitlerde kubbe olmasa bile tavanın ortasında (adına güya avize denilen demir/hurda yığını ve çoğunlukla daire şeklinde) ve üzerinde en az 20 ampul bulunan lambalar mı dersiniz. Yoksa aynı yeri süsleyen(!) ve kristal diye tabir edilen görüntü kirliliğinden başka doğru dürüst aydınlattığı bile şüpheli olan cam kırıklarından mamül olanları mı!
Neyse efendim gelelim asıl yazı konusuna. Vakti zamanında ikamet ettiğimiz semt henüz inşa halindeyken mahalle camisi de yapılıyordu. Evimize taşındığımız zaman, giriş/zemin katı inşa edilen caminin normal katının dış duvarları da yükselmeye başlamıştı. Yapının giriş katı asıl cami tamamlandığında, bu kez Kur’an Kursu olarak hizmet vermeye başlanacaktı. İşte bu giriş kattaki camimizde bulanan lambaların sayısı az değilse de bugün ülkemizin neredeyse tüm şehir camilerinde olduğu gibi abartıya da kaçmamıştı.
Bir zaman sonra camimizin asıl kısmının inşaatı tamamlandı. Burası çift minareli, orta ölçekten daha büyük bir camiiydi. Yeni camiimizde kaç kişinin aynı anda namaza durabileceğine dair bir bilgiye sahip değilim. Ancak son cemaat yeri diye ifade edilen bölüm, başka camilerin aksine burada iki katlı. Bu şekilde bir de İstanbul Fatih’te Nişancı Ahmet Paşa camii var bildiğim kadarıyla.
Gelelim yazının asıl konusuna yani lamba mevzuuna. Malumunuz ben bu lamba konusunu biraz abarttım. Fakat bizim caminin orta kubbesinde, adına bazılarının avize dediği demir yığınında, dört kat sıralanmış halkalarda toplamda 250 ampul bulunmakta. Bu arada metni yazarken, biraz ara verip “erinip üşenmeden” camideki tüm lambaları yeniden saydım. Eskiler, “erinip üşenenin oğlu kızı olmaz” derlerdi lakin bu hususun yazı konusuyla ilgisi olmadığı için geçiyorum. Fark ettim ki alıcı gözle bakınca, benim düşündüğümden de fazla lamba varmış camimizde.
Şöyle ki; tavandan zincirle sarkan ortada bulunan demir ferforjeden mamül “avize(!)” dışında, binanın giriş katında 10 adet ve her birinde 10’ar ampul bulunan lambaları dairemsi dizilmiş. Bu lambaların aynısından hem birinci hem de ikinci katta lamba var. Bu demektir ki 30 lambada toplamda 300 ampul bulunuyor. Öte yandan caminin üç giriş kapısının her birinde, dörder ampulü bulunan birer lamba dışında, ana girişte ayrıca üç büyük aydınlatma lambasını da sayarsanız toplamda (fazlası var eksiği yok) 585 eder.
Bu arada neredeyse unutuyordum. Mihrabın sağında ve solunda yer alan iki metre boyunda ve her biri yaklaşık 35 cm çapında iki adet mum ve bunların üzerinde yer alan birinde lafzatullah diğerinde peygamberimiz efendimizin isimi yazılı iki “karpuz lamba” ile yanında ama birer metre yüksekliğinde metal destek üzerinde daha küçük iki “karpuz lamba” sayıya dahil edildiğinde 589 ediyor. Siz buna benim dikkatimden kaçan illaki 11 adet ampul daha bulunduğunu eklerseniz ki (şu anda hatırıma geldi müezzin mahfelinin tavanında yer alan lambada da 3 ampul vardı) 600 ampule ulaşırız. Tabi minarelerin şerefesinde bulunan aydınlatmaları bu sayıya dahil etmiyoruz.
Atlamadan yazmalıyım. Mihrabın her iki tarafında yer alan bu iki metrelik mumları ilk gördüğümde ne olduklarını anlayamadığım için -aslında birazda muhabbet olsun diye- saf saf gidip, cami imamımız Mustafa Hocaya, “Hocam bunlar ne ki?” dediğimi hatırlıyorum. Hoca ise benim hangi maksatla kendisine soru sorduğumu anlamamış olacak ki, “Avukat bey bunlar mum. Osmanlı camilerinde var ya o sebeple alındı” dedi. Ben de kendisine, “İyi de sevgili hocam Osmanlı bu mumları süs olsun diye camiye yerleştirmiyordu ki. O gün bu mumlar ile camiler aydınlatılıyordu. Şimdi ise güya biz bunları Osmanlı tefrişatı diye düşünüyoruz ama yanılıyoruz” dedim. Hocam, “Ben bilmem o kadarını” dedi ve konuyu bir daha açılmamak üzere kapattı…
Tabi haksızlık etmek istemem, bizim camimizde bulunan lambaların tamamının aynı anda yandığına ancak ramazan ayında, bayramlarda ve kandil gecelerinde şahid oluyoruz. Böyle de olsa israfın haddi hesabı yok yine de Oysa israfın fıkhi hükmünü yazmaya bile gerek var mı? Zira ülkemizde bu durumu, çocuğundan yaşlısını halkımızın tümü ezbere bilir. Bilir ama bu ezber içerisinde cami cemaati, müezzin ve imamlarımız hatta müftülerimiz nedense yok…
Tekrar konumuza gelecek olursak, kendi mahalle camimizde birkaç kez lambaların fazladan kullanıldığını ve israf olduğunu söylediysem de bu konuda hiç destekçi bulamadım. Hatta işin en başında yani ana kubbeden sarkan 250 ampullü lambanın sabah, akşam ve yatsı namazında kesintisiz ışık verdiğini gördüğümde, bugün emekli olan ve halen aynı mahallede komşuluğumuz devam muhterem hocamızın, ensesinde boza pişire pişire yarısının ampulünün yanmasına mani olabildim. Daha fazlasına benim gücüm yetmedi, bu konuda sizleri kendi caminiz, imam ve cemaatinizle başbaşa bırakıyor ve gücünüz yetiyorsa hodri meydan diyorum…
İşte bu konuda farklı bir örnek daha. Geçen yıllarda Temmuz ayının ortalarında bir arkadaşımızın vefat eden annesinin, Cuma namazına müteakip kılınacak cenaze namazını eda etmek için Beylikdüzü’ne gitmiştim. Eda etmek derken, fakülte yıllarından bir arkadaşımıza “Namaz kıldın mı” diye sorduğumuzda şakacıktan simasına ciddi bir eda takınıp, “Biz namazımızı eda ettik. Siz namazınızı kılınız. Sanırım sizin sülaleye soyadı kanunundan önce kılzadeler derlerdi galiba” diye takılırdı. Lütfen bana hatırlatın ve yazıda ipin ucunu kaçırmayalım aziz okuyucularım😊)))
Cenaze ezanı Beylikdüzü’nde13.15 sularına okundu. Camiye girdiğimizde ilk gözüme çarpan, orta kubbesinde yer alan ve üzerinde 81 adet ampul bulunan avize oldu. Maşallah öğlen vakti olmasına rağmen, tavanda irili ufaklı başka lambalar ile vaizin çoktan konuşmasını bitirdiği kürsüsünde bulunan iki ışık dahil toplamda 120 sayısına ulaşan lamba aşığı altında cuma namazını tamamladık.
Bu arada imam hutbede, “Gençlerin evliliklerinde israfa kaçılmaması, ailelerin özellikle de kız tarafının eşya alımında külfet olacak şekilde davranmamaları gerektiğine” dair cümleler sıralıyordu. Tabi bu arada ben de içimden imama cevap yetiştirmekle meşguldüm. Evlenirken alınacak eşyalarda israfa kaçmayalım ama bu caminin lambalarındaki israfa ne demeli, diyor ama bir türlü sesimi duyuramıyordum. Acaba bir ara ayağa kalkıp, hatibin dikkatini çeksem nasıl bir tavır takınız ya da cemaat bana ne derdi? Zihnimde bunları düşünüp bir taraftan da imama cevap yetiştirirken gözlerim de fıldır fıldır caminin duvarlarında elektrik panosunu arıyordu. İnanın görebilseydim hutbe okunuyor falan demeden, cemaatin ortasından geçip lambalara elektrik gönderen şartelleri indirecektim.
Neyse hutbe bitti ama ben elektrik panosunu bulamadım. Cuma namazının farzını müteakip zuhr-i ahir namazını da eda edip tamamladıktan sonra, cenaze namazı için dışarı çıkarken, birden gözlerimin parladığını hatırlıyorum. Zira caminin ana kapısının çıkışa göre sağ tarafındaki elektrik panosunu fark ettim.
Hızlıca panonun kapağını açıp, camideki tüm lambaları söndürdüm. Bu arada cemaatin çoğunluğu namazda olduğundan, benim gibi erken çıkan beş on kişiden bazısı yaptığımı gördüklerinden, gelecek tepkileri önlemek adına onlara soru soruyor muşum gibi, “lambaları kapattım ama bu işin bir vebali var mı ki” dediğimde, bir arkadaşın, “neden vebali olsun ki, hatta sevap işlediniz” cümlesiyle rahatladım.
Sonraki haftalarda Beylikdüzü ilçesinde başka bir camide (sanırım ağustos ayının ilk Cuma günü idi) de aynı şekilde tüm ışıkların açık olduğunu görünce, bu ilçenin müftülüğünün özel bir talimatı sebebiyle mi Cuma namazlarında camiler aydınlatılıyor acaba diye düşünmeye başladım.
Tabi bu cami aydınlatmada ifrat hali sadece İstanbul’a has bir durum değil. Kurban bayramı münasebetiyle memleketimizde, Elbistan’da mahalle camilerinin birinde öğle namazına gittim. Hafif bir rüzgar esmekle birlikte hava fena sıcaktı. Caminin ana giriş kapısı ve tüm pencereler açılmıştı. Lakin camideki kılima da en yüksek ayarda namaz kılınan mekanı soğutmaya göre programlanmıştı.
Hani bu ne perhiz bu ne lahana turşusu deriz ya işte öyle bir şey. Zira tüm pencereler ve kapı açık ama klima son ayarında çalışıyor. Neyse namazın sünneti kılındı, cemaatten birisi müezzinlik yaptı ve imam tekbir alıp öğlenin farzına durdu. Herkesin namaza başladığına ikna olunca hemen duvarda bulunan elektrik panosunu açıp, şartelleri tek tek indirdim. Fakat kılimaya giden hat her nereden çekilmişse onun çalışması bir türlü durmuyordu.
Çaresiz öğlen namazının farzının ilk rekatını kaçırmamak için hemen imama uyarak cemaate katıldım. İmamla namazı tamamladık ve peşinden vaktin son sünneti kılındı. İşte bu arada imamımız namazını tamamladığı anda, sanırım seccadesinin yanına sakladığı kumandayı çırakartıp, kılimanın çalışmasını durdurdu. Cami çıkışında cemaatten ilk gördüğüm kişiye, imamın bu davranışını hemen şikayet olarak ilettiğimde cevabı: “Bizim Elbistan’da imamlar camilerde fazla lamba yakmak hususunda birbirleriyle yarışıyor, sizin galiba bundan haberiniz yok” oldu. Ben de bayram münasebetiyle geldiğimi, başka şehirde yaşadığımı söyledim…
Şimdi siz yine yazı uzadı diyorsunuz ve ben de bunu duyar gibi oluyorum. Biraz daha gayret, sıkın az biraz dişinizi ey aziz okuyucularım. Sonuna geldik neredeyse konunun! İki gün önce (bu yazının yazılmasını sebep olan olay aslında bu idi) çağrılı olduğum bir sohbet mekanına, ilçe müftümüzün teşrif ettiğini fark ettim. Aslında yan yana oturduğumuzda, onun değil de benim müftü olduğuma hükmederdiniz kesinlikle. O beyefendi ise muvazzaf subay gibi görünüyordu simasına bakıldığında. Neyse konumuz bu değil tabi.
Ben hazır müftüyü buldum ya durur muyum hiç. Ya da kim durdurabilir beni diyelim. Müftüye şikayetimi ayrıntılı olarak ilettim ve “Hocam ben son bir yıldır neredeyse hangi camiye gitsem ışık yanan zamanda lamba ve cemaate gelenlerin sayılarını eşleştiriyorum. Kesinlikle cemaattekilerin sayısı lambalardaki ampül sayısından daha az oluyor. Sadece Üsküdar’da Aziz Mahmut Hüdai Camiine yakın bir mescitde akşam namazında toplam (imam dahil) 11 kişi idik ama camiyi aydınlatan lambalardaki ampulün 7 olduğunu gördüm” dedim.
Bu konuda bana destek olacağını düşündüğüm sayın müftümüz ise bin dereden su getirip, camilerde lamba sayısının fazla olmadığına, ışıkları azaltmak istersek buna cemaatten birilerinin karşı çıkacağını uzun uzun anlattı. O anlattıkça ben adeta delirdim. Yahu hocam dedim, “Bu aydınlatmanın faturasını devlet ödüyor diye israf etmemiz mi lazım. O cami cemaatinden fazla lamba yanmasını isteyenler sadece bir aylık faturayı ödesinler de göreyim” dediysem de bir türlü anlaşamadık.
Tabi ortam gerginleşti haliyle. Bana sorarsanız ben müftüyle tartışmıyordum, lakin ev sahibi arkadaşın mekandan ayrıldığımda bana gönderdiği mesajda, ilçeye yeni atandığı için ziyaretine gittikleri müftünün de, derneğe iade-i ziyarete geldiğini, onunla tartışmamın yanlış olduğunu sert bir ifadeyle dile getirdiği mesajdan “müftüyle tartışmış olduğumu” anladım.
Ben aslında müftünün, “Haklısınız bizim camilerimizde aydınlatma biraz abartılıyor. Fazla lamba yanıyor, bunu düzeltmek lazım. Bizde böyle olmasını arzu etmiyoruz ama bir türlü başaramıyoruz. Bizim cami cemaatiyle bir türlü başa çıkamıyoruz, neredeyse Yedi Kocalı Hürmüz’e döndük” benzeri bir cümle bekliyordum. Eğer bunu söylemiş olsaydı, inanın (!) çoktan ikna olurdum ve haliyle siz de bu yazıyla kuvvetle muhtemel muhatap olmazdınız.
Bu arada müftüyle konuşmamız esnasında, bulunduğumuz mekanda ev sahibi dışında, birkaç arkadaş daha vardı. Onlardan birisi benim söylediklerime hak verirken, ev sahibi de dahil diğerleri de dolaylı olarak müftü beyi haklı buluyorlardı. Nihayetinde 15 dakikayı aşan bu tartışma (pardon konuşma) sonunda konunun tarafları olarak, camilerdeki lamba sayısının az mı yoksa çok mu olduğu konusunda anlaşamadık. Sanırım müftü bey benim gönlümü almak istemiş olacak ki aslında ikimizin de aynı şeyi düşündüğünü ve fakat farklı cümlelerle ifade ettiğimizden bahsediyordu…
Bense ısrarla, “Hayır hocam, sizinle aynı şeyi düşünüp konuşmuyoruz. Farklı şeyler düşünüyor ve konuşuyoruz” diyordum. Mekanda bulunan ve beni destekleyen arkadaş müftüye, “Gaziosmanpaşa ilçesi Karadeniz mahallesindeki bir caminin inşasında, elektrik mühendisi çağırdıklarını ve onun yaptığı aydınlatma projesine göre camiye lamba tesis edildiğine, birkaç ay önce de tüm ampullerin led ampule dönüştürüldüğünü” anlatıyordu. Lakin müftümüz arkadaşa, “Siz bilmiyorsunuz, o camiye mutlaka sonradan lamba ilave edilmiştir” diyordu. Anlatılan camiyi hiç görmeyen müftü lamba sayısının sonradan mutlaka artırılmış olduğunu iddia ediyordu. Anlaşılan iş bir hayli inada binmişti.
Yahu hocam dedim kendimi tutamayıp, “Ne yani camide olursa israf helal mi oluyor” dedim. Aldığım cevap, “Sen namaz için camiye girdiğinde, lambayı ve cemaati sayacağına huşû ile ibadetini yap. Hem kime göre lambalar israf. Biz namazdan 5 dakika önce ve beş dakika sonrasına kadar lambaların yandığını biliyoruz” oluyordu. Tabi benim işin vehametine dikkat çekmek için camiye girdiğimde lamba ve namaza gelenleri sayıyorum ifademi, muhatabım fena halde ciddiye almıştı.
Bu arada beni destekleyen arkadaşım, “Siz en iyisi müftülüğe bu konuda bir dilekçe verin” dedi. Ben de “Neden dilekçe verecekmişim ki müftü beye, olayı olduğu gibi anlattım. Söylediğim camiye gidip lamba sayısını da cemaati de görür haklı değilsem bir daha ki karşılaşmamızda bana bu günkü konuşmamı hatırlatır ben de kendilerinden özür dilerim.”, şeklinde cevap verdim.
Müftünün hemen yanında oturan genç arkadaş da, hararetli geçen bu konuşma esnasında, defalarca söze girmek istediyse de bir türlü fırsat bulamamıştı. En sonunda ne diyeceğini merak ettiğim için, “Bir de genç arkadaşı dinleyelim. Konuya dair söyleyecekler var galiba” dediğimde, cevabı “Abi ben de din görevlisiyim. Mesajı aldım yarından itibaren lambalarla ilgili tasarrufta bulunacağım. Lakin sizin müftümüze sorgulamanız yanlış.”, oluyordu.
Ben de gülerek: “Neden yanlış olsun ki, Bir kişi müftü diye sorgulanmayacak mı yani! Kıyamet günü, müftülere soru yok, cami cemaatine soru yok mu denilecek” diye takıldım.
Şimdi sözüm bitti ve kendi kendime, müftüsü böyle olan ilçenin imam, müezzin ve cemaati az bile yapıyorlar diyorum. İyi ama mesele bitti mi yani! Benim, senin, hepimizin sorumluluğu ne olacak vesselam…