Müvekkil Sami amca, elektrik motorları tamircisi idi Ustalığı dışında hoşsohbet bir beyefendiydi.. 75 yaşını aşmış olmasına rağmen iş yerine getirilen arızalı ürünleri, her şeyi çabucak onarıp müşterisini memnun etmek isteyen ve kendisini mesleğinde ispatlamaya çalışan kalfa gibi tezcanlı bir ruh haline sahipti. Hatta, İstanbul da hiç kimsenin tamir edemediği motorlar en son bana gelir, diyerek babacan bir şekilde gülümserdi. Onu tanıdığım zaman ve sonrasındaki on yıl boyunca mütamadiyen görüşmelerimizde hep aynı sevecenlik ve çalışma azminden bir şey kaybetmemişti.

Zamanla kendisiyle bir iki davası sebebiyle ahbaplığı ilerlettik. Artık kimi zaman çayını içmeye de gittiğim Sami amca varlıklı bir kişi ve hayır hasenat sahibiydi de. Zaman zaman bağ ve bahçe işlerinden konuşur, sohbet ederdik. Bir gün kendisine, Sami amca gel bizim bahçenin yanındaki tarlayı sana satın alalım da komşu olalım diye takıldım. Cevaben;

“Sezai bey, benim ömrümün ikindisi geçmiş, akşam vakti yaklaşmış artık bu işler bana göre değil”, demişti. Kaç yaşında olduğunu sorduğumda ise “üç çeyrek iki yol önce bitti be evlat” diye gülümsemişti...

Kendisine İHH ve Deniz Feneri Derneği gibi kurumların kuraklık çeken ülkelerde su kuyusu açtıklarını, hayır sahiplerinin isimlerinin ya da onların bildirdiği kişilerin adlarının da bu kuyulara verildiğini belirtmiş, bu yönde kendisinin de katkı yapmaya teşvik etmiştim. Sami amca önce bu işe olumlu bakmış ise de sonradan kendisi ve hanımı adına sadece 2-3 kurban bağışı yapmıştı. Süreç ilerlemiş ve ben ara sıra Sami amcaya su kuyusunu hatırlatmaya devam ediyordum.

Bir ramazan bayramı için memleketine giden Sami amca, meğerse bayramın ikinci günü kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmış. Birkaç gün sonra taburcu edildiğinde, İstanbul’daki evine döndüğünü, işyerini telefonla aradığımda cevap veren İsmet ustadan duymuştum.

Meğerse hadisenin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmiş. Bari telefon edip hatırını sorup kendisini ziyaret edeceğimi söyleyeyim diye aramıştım ki kendisi, bana görüşmek isteğini iletti. Ertesi gün akşam üzeri ziyaretine gittiğimde, sağlığının düzelmekte olduğunu, sadece namaz kılarken biraz sıkıntı çekiğini ifade etti. Sonrasında da tekrar görüşelim de şu su kuyusu işini başlatalım dedi. Yeniden ziyaretine gelmek üzere sözleşip evinden ayrıldım.

Bir hafta sonra çarşamba günü Sami amca bu kez kendisi telefonla aradı ve bana, “Sezai Bey bu akşam gelir misiniz, sizinle görüşeceklerim var” dedi. Bende akşamı trafiğini dikkate alarak, Cumartesi öğleye doğru gelebileceğimi ifade ettim. Vaktaki cumartesi sabah Sami amcanın ev telefonundan müsait olup olmadığını öğrenmek için aradığımda, perşembe akşamı vefat ettiğini ve cuma günü de cenazesinin kaldırıldığını öğrendim.

Bu kez cumartesi günü ben taziye için müvekkilin evinde bulunuyordum. Başsağlığına gittiğim gün, müvekkilin oğlu Selçuk ve annesi rahmetlinin telefonla aradığında, su kuyusu bağışı için benimle görüşmek istediğini, gelemediğim için kendilerine bu işin parasını vermelerini ve işin de benim tarafımdan takip edilmesi gerektiğini vasiyet ettiğini de söylediler.

Selçuk, taziye için gelip gidenlerin biraz sakinleşmesiyle bir hafta sonrasında konuyu benimle görüşeceğini ve işi unutturmamı, babasının beni sevdiğini ve değer verdiğini ifadeden sonra “Ne olur Sezai abi, babamın adına bu su kuyusu yaptıralım, bana mutlaka hatırlat” dedi. Artık Selçuk’un artık baba vasiyeti de olan bu hayır işini takip benim için ayrıca bir görev demekti. Zira rahmetlinin çağrısına aynı gün icabet etsem belki de bu işin parası bana verilecek ve böylece Sami amca hayatta iken işin başladığını da görmüş olacaktı.

Birazda vefatından önce Sami amcayı ziyaret edememenin, bende oluşturduğu mahcubiyetin de etkisiyle, taziyeden bir hafta sonra başlamak üzere oğlunu aramaya başladım. İlk bir ay içinde her hafta, sonraki aylarda iki haftada bir üçüncü ayda üçer hafta aralıklarla ve devamında da ayda bir kez olmak üzere Selçuk’u telefonla arıyor, babasının su kuyusu işini hatırlatıyordum.

Her aradığımda Sami amcanın oğlu, çeşitli bahanelerle bağış işine biraz daha soğuk yaklaşsa da, ben sanki durumun farkında değilmişim gibi davranıyordum. Sami amcanın vefatının birinci yılından sonra toplamda onlarca kez aramış olmam beni de yormuş olmalı ki, artık bu işin peşini bıraktım. Lakin sorumluluk sanırım başta rahmetlinin sonra da ailesinin olsa gerek.

Bu olayı neden mi yazdım derseniz, belki de Selçuk beyin bu paylasımdan bir şekilde haberdar olurda geç de olsa babasının vasiyetini yerine getirir diye düşündüğüm için kaleme aldım.

Bu hadiseden de anladım ki sonuç olarak, hiçbir hayırlı işimizi tehir etmemekte fayda var vesselam…

Not: Olaydaki isimler hariç tamamen yaşanmış bir hadise olup, yazıda kurgulanmış bölüm bulunmamaktadır.