1979 yılında ortaokul kısmına kayıt yaptırdığımızda Afşin İmam Hatip Lisesi, bugün ilçe merkezindeki Ashab-ı Kehf Camii’nin inşa edildiği yerde bulunan iki ayrı binadan müteşekkildi. Sonradan öğrendiğimize göre bizim ikinci katında, ortaokul birinci sınıf öğrencisi olarak eğitim gördüğümüz bina, 1940’lı yıllarda Kaymakamlık olarak inşa edilmiş. Lakin 1944 yılında ilçe olan ve o tarihe kadar Efsus adıyla Elbistan’a bağlı bir nahiye olan ilçemizde, henüz ortaokul bulunmuyormuş. İlk atanan kaymakamın döneminde Afşin’e kaymakamlık binası olarak inşa edilmiş. Lakin ortaokul açılması gündeme geldiğinde, daha uygun başka bir yer olmadığından burası ortaokul olarak hizmet vermeye başlamış. Bu yapı ilçemizin sivil mimari özellik taşıyan yegane eseri olarak tescil edilmesi gerekirken maalesef yıkılmış bulunmaktadır. Eserin tescil edilmemiş olması şahsım dahil konuyla ilgisi olanların tamamı olarak bizlerin vicdani sorumluluğunu gerektirir.

Afşin İmam Hatip Lisesi 1975-76 Eğitim Öğretim yılında açılmış ve 1980 yılına kadar burada eğitime devam edilmişti. Daha sonra Halk Eğitim Merkezi olarak görev ifa edecek olan binanın, 6-A sınıfının 65. öğrencisiydim. Okulumuzun orta kısmındaki diğer sınıflarda yani 6-B ve 6-C de de aynı şekilde 64-65 arası öğrenci vardı. Sınıf dikdörtgen olduğundan, her iki duvara yaslı sıralarda üçer-dörder arkadaş oturuyorduk. Sıraların ortasında yaklaşık 2 metre genişliğinde alan olduğundan, arka tarafta bu kısma da bir sıra daha yerleştirilmişti.

6-A Sınıfı, okul binasının, bugün ilçe merkezinde park olarak hizmet gören yerde bulunan Afşin Hükümet Konağı’na ve ana caddeye bakan cephesindeydi. O sene Kasım sonu ya da Aralık ayı başında, öğretmenimiz Samettin Gözüaçık sosyal bilgiler dersindeyken, aniden kapı açıldı ve iki polis memuru ile bir de emniyet teşkilatında bekçi içeriye girdi. Polis memurunun ilk cümlesi “eller yukarı” oldu. Çocuk halimizle ne olduğunu anlamadan hepimiz ellerimizi başımızın üzerine götürüp orada bağladık. Bizim sınıfta polis neden arama yapıyordu anlayamamıştım.

Sınıf penceresinde aşağı doğru baktığımda, her bir pencereye nişan almış vaziyette, ellerinde uzun namlulu silahlar olan ve o tarihe kadar benzerini hiç görmediğim şekilde bugün kamuflaj denilen değişik kıyafetler giymiş silahlı kişileri gördüm. Meğer bu kişiler polisin özel bir grubu yani özel tim imiş. Bizim okulda pek olay olmasa da Afşin Lisesi’nin girişinde, anarşik faaliyetlere tedbir olsun diye jandarma ve polislerin bulunduğunu duymuştum. Tabi o tarihlerde Kahramanmaraş ve diğer bazı illerde sıkıyönetim ilan edilmişti. Dolayısıyla güvenlikten ilçe merkezi de olsa jandarma da polisle birlikte görev alıyordu. Şimdi genç okurlar bu “anarşi” ne demek derlerse hemen yazayım. Şimdilerde bu tür hadiselere “terör” deniliyor.:)))

Sınıfımızdaki arama tamamlanınca polis memuruna; “İlkokullarda da arama yapıyor musunuz” diye sordum. Muhatabım biraz şaşırmış şekilde, kaşlarını çatıp kızgın bir ifadeyle: “İlkokulda arama mı olurmuş. Onlar daha ana kuzusu” demez mi! Sanki bir kocaman delikanlılardık. Nihayetinde daha altı ay öncesinde biz de ilkokul öğrencisi değil miydik? Neyse aziz okuyucular asıl konuyu merak ettiğinizi düşündüğümden bu kısmı biraz özet geçeceğim kısmetse tabi!J)))

Sınıfta arama çabucak bitti ve biz dersimize devam ettik. Sahi ne arıyorlardı acaba? Bugün bile bu sorunun bende bir cevabı yok! Dersin bitimine doğru okul binasının bulunduğu Kayseri Caddesinden -Bu caddenin ismi Atatürk Caddesi olarak değiştirilmişti. Zaten ülkemiz genelinde binlerce yerde “Atatürk Caddesi” varmış. Sizce de ilginç değil mi?- Hükümet Konağı’na doğru lise 2. sınıflardan tek sıra halinde 6-7 ağabeyimizin etrafları polis ve özel harekat tarafından çembere alınarak götürüldüğünü fark ettik.

Hükümet Konağı’nın okulumuza bakan cephesinin giriş katında, Afşin İlçe Emniyet Amirliği bulunmaktaydı. İçerisini hiç görmediğim bu binaya götürülenlerin; Hamit, Veysi, Sabri, Mimar, Ahmet, Remzi ve ismini unuttuğum bir kişi daha olduğu aklımda kalmış. Ancak isimlerde yanılmış olabilirim. O tarihte Afşin Hükümet binasında bugün her biri ayrı yapılarda hizmet veren, Adliye, Nüfus, İlçe Tarım, Vergi Dairesi gibi tüm idari birimleri tek çatı altında bulunuyordu.

Lise ikinci sınıftaki ağabeylerimizin emniyete götürülme hadisesi, sınıflarında arama yapıldığı esnada Hamit’in cebindeki Afşin’de “sustalı” tabir edilen bıçağını, sıranın altına atması sonrasında gelişen olaylardan kaynaklanmış. O aramada jandarma ve polis birlikte görev almış ve anlatılanlara göre jandarma sınıf kapısına tekme vurarak içeri girmiş. Burada öğrencilerin üst aramasında kimsede bir silah, kesici ve delici alet vs. bulunmayınca, sıra içleri ve altları kontrol edildiğinde, işte bu sustalı görülmüş. Demek ki bizim sınıfa pozitif ayrımcılık yapılarak!, sadece polis ve bekçi marifetiyle arama gerçekleştirilmişti.

Arama yapan ekibin başındaki komutan hüviyetindeki kişi, sustalı bıçağın kime ait olduğunu öğrenemeyince, bıçağa en yakın yerdeki sırada oturan olağan şüpheli Hamit’i tahtaya kaldırıp, sert bir tokat vurmasına rağmen, suç aletinin kime ait olduğuna dair ikrarını duyamayınca, onu ve diğer sınıflardan ismi sakıncalı listesinde olanların, emniyet müdürlüğüne götürülmesi talimatını vermiş.

Konuyla ilgili bilgisine başvurduğum okul arkadaşlarımızdan birisi de, “Aramanın yapıldığı gün, üst sınıftan bizim köylü bir ağabey yanında taşıdığı silahını bana vermiş, ben de çantama saklamıştım. Olacak ya o gün arama yapıldı ama polisler çantama bakmadığı için silahı görmedi.”, diyordu. Silahın sahibi okula geç başladığı için o tarihte lise birinci sınıfta, saklaması için kendisine tabanca verilen arkadaş ise ortaokul ikinci sınıftaymış.

Meğer bizim ikinci kattan, elleri başları üstünde, her iki taraflarında polis ve askerin kordon oluşturduğu liseli ağabeylerin, gözaltına alınma hadisesinin arka planı böyleymiş. Emniyette ayrı ayrı ifadelerine başvurulan ağabeylerimizin, hiç birisi bıçağın sahibini söylemeyince, Hamit arkadaşlarına cebir ve şiddet uygulanmasın diye mecburen suç aletinin kendisinin olduğunu ikrar etmiş. Kendisi bir gece nezarethanede misafir edilmiş ise de diğer gözaltına alınanlar bir iki saat sonra salıverilmiş. Konuya dair görüştüğüm, üst sınıftan olan arkadaşımız Eşref’in dikkat çektiği bir diğer ayrıntı da, başka bir tarihte polis ve askerin, okuldaki tüm öğrenciler bahçeye toplayıp, yüzükoyun yere yatırılarak arama yaptığı yönündeydi. Lakin bu aramanın zamanını, yukarıda ayrıntısı yazılan aramadan önce mi sonra mı onu öğrenmek mümkün olmadı.

Bu olaydan bir hafta sonra okulumuzun bahçesinde, lise ikinci sınıf öğrencilerinden İsmail Karabulut, etrafına toplananlara, gözaltına alınanların polis karakolunda üst araması yapıldığında ele geçirilenleri silahları heyecanlı bir ses tonuyla tek tek sıralıyordu. “Arkadaşlar dinleyin lütfen. Geçenlerde okulumuzda yapılan aramalarda, ele geçirilenleri açıklıyorum: Patlamaya hazır 10 adet mısır, 7 adet göz yaşartıcı soğan, 12 adet acı biber, 9 adet uzun menzilli pırasa 5 baş kokusu adam kaçırtan sarımsak…

***

Ülkemizde 1980 yılı sonbaharında okullar açılmadan bir hafta önce, 12 Eylül Cuma günü Kenan Evren ve şürekası tarafından askeri darbe yapılarak hükümeti devrilmişti. Darbeyle dönemin, Başbakanı Süleyman Demirel ve yardımcıları tutuklanarak Zincirbozan’a götürülmüş, siyasi partiler, dernek ve vakıflar gibi tüm tüzel kişilikler de kapatılmış, belde belediyelerinin bir bölümü ilçe belediyesine bağlanıp, tüm belediye başkanlıklarına emekli askerler atanmak suretiyle, Türkiye yoğun bir askeri baskı altında idare edilmeye başlamıştı. Her esnaf işyerinde vergi levhasının yanında darbeci generallerin fotoğraflarını asmak zorunda hissetmişti.

O yıl yaz tatilinde Afşin Lisesi, Ashab-ı Kehf yolunda -o gün için ilçenin bir hayli dışında- inşa edilen yeni binasına taşındığından, onların terk ettiği yapı da Afşin İmam Hatip Lisesine tahsis edilmişti. Değişen sadece okulumuzun binası değildi. Okul müdürlüğüne de fen bilgisi öğretmeni Orhan hoca atanmıştı. Sonradan öğrendiğimize göre aslında kendisi meslek dersi öğretmeni yani İlahiyat ya da Yüksek İslam Enstitüsü mezunu olmadığı için müdür vekili imiş. Orhan hoca pek disiplinli ve sert tabiatlı az konuşan birisiydi. Tavırlarında siyasi bir izlenim vardı. Arkadaşlar, aldığı kararları müdür yardımcıları aracılığıyla icra ettiğini, kendisinin pek ön planda gözükmek istemediği izleniminde olduklarını söylerlerdi. Bizler 1986 yılında okulumuzun 5. dönem mezunları olarak eğitimimizi tamamlayıp ayrılmadan önce başka bir liseye atanmıştı.

Yeni müdürümüz, her nedense o tarihte okulumuzun lise öğrencilerine daha önceden tanınan, Afşin bölgesinde “Alaburus” diye de bilinen “subay traşı” ayrıcalığını da birinci dönemin sonuna doğru kaldırmıştı. Lisedeki ağabeylerimiz o güne kadar kendilerine tanınan bu imkanından mahrum edilmişler ve saçlarını, biz orta kısımdakilerin tabi olduğu “3 numara” tabir edilen şekilde kestirmekle mükellef tutulmuşlardı. Bu saç kestirme işi hiç onlara göre değildi. Zira bazılarının yaşları neredeyse yeni atanan öğretmenlerimizle aynı ya da onlara yakındı. Açıldığından bu yana mezun vermeyen okulumuzun, öğrencileri henüz lise üçüncü sınıfı okuyorlardı. Ancak İmam Hatip Liseleri de tıpkı teknik liseler gibi lise kısmı 4 yıl olan okullardan olduğundan bir sonraki yıl ilk mezunlarını verecekti.

***

12 Eylül 1980 Darbesi toplumda birçok alanda sıkıyönetim uygulamalarını kalıcı hale getirdiği gibi okullarda da bunun etkisi açıkca görülüyordu. Sınıflarda hangi sırada kimin oturduğuna dair fotoğraflı ve isimlerin yazılı olduğu çerçeveli panolar duvarlarda asılıydı. Bugün de tüm okullarda yer alanlar dışında İmam Hatip Liselerinde, Kemal Atatürk’ün Balıkesir Paşa Camii’nde okuduğu hutbe de çerçeveli olarak yer alırdı. Sahi 1. Cumhurbaşkanı’nın o hutbesi dışında, ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar İnkılap Tarihi ismiyle okutulan ya da diğer derslerin kitaplarındaki konularda, neden Ankara’da hangi camide/camilerde, Cuma yahut Bayram namazı eda ettiği yazılmazdı! Yoksa o da tıpkı halefi gibi Çankaya Köşkünde mi eda etmişti, Cuma ve Bayram Namazlarını! O vakitlerde okunan hutbeleri neden açıklamazlar ki biz de öğrenelim! Kim bilir hangi konular işlenmiştir hutbelerde değil mi!?

Tekrar konumuza dönecek olursak, önceki yıl okul müdürümüz olan Celal Kaya ve Müdür Yardımcılarımızdan Enver Eken’in, sıkıyönetim komutanlığı tarafından memuriyetten uzaklaştırıldığını, bizim lisede olmasa da ilçedeki diğer okullarda bazı öğretmenlerinde aynı akıbete maruz kaldığını duymuştuk. İşte bu dönemdeki yeni müdürümüzün bir icraatı da, “Okuldaki her öğrencinin saçı üç numara kesilecek. Bu konuda taviz yok!”, şeklindeki kesin talimatıydı.

Lakin sayın müdürün bu kararını icrasını yardımcıları olan, Sami ve Kadir hocalar aracılığıyla yaptığını hadisenin muhatapları bizzat teyit ediyorlardı. Fakat liseli ağabeyler de boş durmuyor, sınıf arkadaşlarından Veysi’nin, Hacı Taşkıran’dan kiraladığı ve “Veli Softa’nın Hanı” ismini verdiği, Afşin Ulu Camii’nin güneyinde kalan öğrenci evinde, akşamları okul çıkışında toplanıp çare arıyorlarmış. Nihayet Cuma günü okulda sabahleyin saçlarını henüz üç numaraya vermeyenlerin başlarına kesme makinasıyla “tren yolu” açılması bardağı taşıran son damla olmuş. Anlatılana göre bu son olay üzerine Veli Softa’nın Hanı’nda cuma akşamı toplanıp, Orhan Müdürün “despot kararı”na karşı etkili bir eylemle karşılık verme hususunda mutabık kalınmış. Akabinde Mehmet Benli’nin öğrenci evine gidilerek, bir berber çağırılmak suretiyle herkesin saçını ustura ile traş ettirdikten sonra, sınıf arkadaşların Abdullah’ın babasının işlettiği Can Manifatura’dan kahverengi çizgileri olan sapka satın alınmış.

Olay öncesinde ikazlara rağmen saçlarını uç numara kestirmeyen liselilerin saçı, makinasıyla tren yolu diye tabir edilen şekilde kesilince, artık yaşları 20 civarında olan ağabeylerin de sabrı taştığı için yukarıda ayrıntısı yazılı şekilde hareket etmekten başka yol kalmamış.

Tabi müdürün bu emrine muhalefet etmek yani karşı çıkmak kolay olmadığı gibi her babayiğidin de harcı değildi doğrusu. Buna rağmen lise üçüncü sınıf öğrencilerinden bir grubun, “alaburus” hakkından taviz vermek istemediği okulda da duyulmuştu. Biz alt sınıftakiler her ne kadar saçlarımızı üç numara kestirmiş olsak da onların bu “kahramanca” davranışını, içten içe destekliyor, yapacakları karşı eylemi de dört gözle bekliyorduk.

Liseli ağabeylerimizin müdürle konuyu görüşme imkanı oldu mu bilemiyorum. Zira o kararından taviz vermeyeceğini kesin bir dille ifade etmenin dışında kimseyi de muhatap almıyor görünüyordu. Öğretmenler, müdür yardımcıları ve hatta hatırlı bazı velilerin okul idaresiyle görüşmeleri netice vermeyince, mecburen liselilerin tamamına yakını saçını 3 numara kestirmişlerdi. Lakin sınıftan bir kısım öğrenci, pek sert ve bir o kadar da dikkat çekici yöntemle “alaburus hakkı”nın ellerinden alınmasına karşı koymuşlardı. Veli Softa’nın Hanı’ndaki karar uyarınca; Emir Erdem, Mimar Türkkahraman, Veysi Türkkahraman, Ahmet Felekoğlu ve Mehmet Benli ve isimlerini teyit edemediğim bir iki ağabey saçlarını ustura ile kestirip, hepsi de aynı desenli kareli şapkalar giymek suretiyle “dalton kardeşler” gibi uzundan kısaya doğru tek sıra halinde okul bahçesine girmişlerdi.

Sayılan isimlerin okul bahçesine girişini, 7A sınıfı binanın birinci katında ve bahçeye bulunduğu için daha dün gibi hatırlıyorum. Liselilerin bu eylemi idare, özellikle de müdür nezdinde deprem etkisi yapmış ve başlarını ustura ile traş ettirip kare desenli kahverengi şapka diyerek derse gelenlerin tamamı disipline sevk edilmişlerdi. Müdür Yardımcısı Sami Hoca ise bu taifenin “şapkalı” olarak okula gelmesine kızarak “Siz keçiler, başınızdaki kasketi giymemek için onlarca şehit verilen ülkede, nasıl olurda buna cesaret edersiniz” diye azarlamış. Disipline sevk edilen ekibe, soruşturma neticesinde okuldan uzaklaştırılma kararı verilmiş velileri de idareye çağrılarak konu hakkında bilgilendirilmişlerdi.

Tabi bu karara lise son sınıftaki tüm öğrenciler firesiz karşı çıkmış ve Orhan Müdür’e, “İdare ya bu kararından döner ya da hepimiz tasdiknamelerimizi alıp başka okullara gideriz” diye beklenmedik bir tepki sergilemişlerdi. Liselilerden bu tavrı beklemeyen müdür ve ekibi öğrencileri ikna etmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Eğer öğrenciler ikna edilemez ise okulun eğitime başladığı tarih dikkate alındığında ilk mezunlarını bir yıl geç verecekti. Bu vaziyetin ne milli eğitim müdürlüğüne ne de ailelere izah etmek mümkün olmadığından idare, ara bir çözümle okuldan uzaklaştırma cezasını hafifletmişti. Lakin bu olayların da etkisiyle, Mimar, Veysi ve başka nedenle bir öğretmenle arasındaki tartışmadan kaynaklı olarak Mustafa Böke, dönem sonunda okuldan tasdiknamelerini alıp Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’ne kayıt yaptırmış ve oradan mezun olmuşlardı.

***

Aradan yıllar geçti ve 1986 senesinde, okulun beşinci dönemi olarak mezuniyet sırası bize geldi. Birinci dönemin sonunda, karne töreni esnasında okul müdürümüz Kazım Işık, okulda ikinci yarıyıldan itibaren geçerli olacak yeni kararları duyurdu. Kendisi daha önce görev yaptığı Malatya’dan ilçemize geldiğinde, Orhan Müdür’ün başlattığı ve tabir caizse sıkıyönetim dönemi yasaklarından “üç numara saç kesilmesi” kuralını kaldırmıştı. Kazım Hocanın, “Lisedeki öğrenciler, saçlarını artık subay traşı şeklinde kestirebilirler.”, şeklindeki izni, o tarihte okulda adeta bayram havası estirmişti. Bu kabil olumlu uygulamaları başlatması yanında Kazım Müdür, ustası olduğu masa tenisinde, okulun ana girişinde bulunan masada arkadaşlarımızla maç yapması vb. davranışları da elbette hoşumuza gidiyordu.

Müdür neden kızmıştı sebebini bir türlü öğrenemesek de, o yıl birinci dönemin sonunda tüm öğrencileri tören vaziyetinde okul girişinde toplanmışken, ikinci dönemden itibaren geçerli olacak kararlarını tek tek açıkladı. Bunlardan bizleri doğrudan ilgilendiren husus, “Okulun lise kısmındaki tüm erkek öğrencilerin saçlarının artık üç numara olarak kestirileceği” idi. Şimdilerde başımda pek saç kalmasa da, o tarihlerde de, aslında saç meselesini kafama pek takmazdım. Lakin idarenin kararını sınıfta kendi aramızda müzakere edip değerlendirdik. Tartışmalı geçen görüşmeler neticesindeki ortak kararımız, hiç birimiz saçlarımızı üç numaraya kestirmeyecek, mevcut subay traşı ile ikinci dönemin ilk günü okulda hazır olacaktık.

Ara tatil sonrasında okula geldiğimizde, alınan sınıf kararına rağmen, arkadaşlarımızın yarıya yakın kısmının saçını, üç numara kestirmiş olduğunu gördük. Okulun bizim sınıf dışında kalan lise 1.,2.ve 3. sınıfdaki arkadaşlarımız, zaten verilen talimata uygun şekilde kesilmiş saçlarla gelmişlerdi. Kendi sınıfımızdaki arkadaşlarımızın grup kararına uymaması, biz karara sadık kalanları üzdü ama hemen pes etmedik. Bu arada sınıfımızdan Halil Söyler, bırakın subay traşı olmayı, sacını uzattığı gibi iki haftalık bir bıyıkla derse katılmıştı. Tabi bu durum müdürün kararına uyulmaması hadisesinin üzerine adeta tuz-biber olmuştu.

İkinci dönemin ilk günü bayrak töreni esnasında, saçını kestirmeyenler müdür tarafından yeniden uyarıldı ve son kez, verilen kararın kat’i olduğu vurgulandı. İkinci dönemin ilk dersine öğretmenimiz mazereti sebebiyle gelememişti. Boş geçen derste saç kesme konusuna karşı nasıl hareket edebileceğimizi aramızda yeniden konuştuk ve teklifim üzerine Afşin Kaymakam’ını ziyaret edip, “idarenin bu zalim kararı”nı şikayet etmek hususunda anlaştık.

Dört-beş arkadaşla Hükümet Konağına varıp, özel kalem müdürüne kendimizi tanıttıktan sonra, kaymakamla görüşmek istediğimizi söyledik. Özel kalem müdürü kaymakamlık makamına girip izin aldıktan sonra kendisiyle müşerref olduk. Tabi yolda giderken, kaymakama ne diyeceğimiz, grup sözcüsünün kim olacağı da konuşulmuştu. Kaymakama gitmeyi teklif eden kişi olarak, grup sözcülüğü de “sevabına” bana ihale edildi.

Afşin Kaymakamı Bekir Bey bizi mütebessim bir çehre ile karşıladı. Hepimiz karşısında tek sıra, ip gibi dizildik. Geliş sebebimizi yani müdürün kararını ilettik ve itiraz sebeplerimizi de şu şekilde sıraladık. “Sayın Kaymakamımız, malumunuz bölgemiz soğuk. Saçlarımızı 3 numara kestirirsek kolay hastalanabiliriz. Ayrıca bizler okulumuzda hitabet derslerinin uygulaması kapsamında, Cuma namazları için ilçeye bağlı köylere gidip, vaiz, imam ve müezzin olarak görev yapıyoruz. Kısa saçlı olmamız, cemaatin dikkatini çeker ve çocuk olduğumuz düşünülerek bizi pek dinlemezler. Bunun yanında Haziran ayında üniversite sınavına gireceğiz. Başvuru esnasında verdiğimiz fotoğraflarda saçlarımız uzun. Oysa bu yeni uygulama döneminde üç numara kesilmiş saçla sınava girmek istediğimizde, başvurudaki fotoğraflarla uyumsuzluk olacağından imtihana alınmama riskimiz de var.

Kaymakam anlatılanları ciddiyetle dinledikten sonra, “Çocuklar rahat olun. Sınava alınmada bir sıkıntı yaşamazsınız. Diğer hususlarla ilgili de ben müdürünüzle görüşeceğim” dedi. Bizler kaymakamın müdürle görüşmek için okula geleceğini duyunca sevinçli şekilde Hükümet Konağından çıkıp sınıfımıza döndük. Orada bizi merakla bekleyen arkadaşlarımıza görüşmemizi bir güzel anlatıp, keşke siz de gelseydiniz dedik.

Tabi kaymakamlık ziyaretinden önce, yasağın en azından biz son sınıflar için uygulanmaması noktasında önce sınıf öğretmenimiz, sonra diğer öğretmenler ve hatta müdür yardımcılarından destek talep etsek de, hiç kimse bu konuda yardımcı olmadı. Kaymakamı ziyaret edip sınıfa döndüğümüzde ilk ders edebiyat, öğretmeni de Burhanettin Hocaydı. Derste hem ikinci dönemin ilk günü olması, hem de saç kestirme kararı sebebiyle konu işlenmedi. Burhanettin Hocadan konuya dair yardım talebimiz de karşılık bulmadı. Hoca ısrarla, “Bu meseleyi kafaya takmayın arkadaşlar. Bu gelir geçer. Siz üniversite imtihanına odaklanın.”, diyordu.

Sınıfımızın penceresi okul bahçesine bakıyordu. Bu esnada kaymakamın makam aracının okul bahçesine girdiğini gördüm. Demek ki bize verilen söz tutuluyordu. Zafer kazanmış bir halde, hocaya “Saçlarımızı subay traşı şeklinde kestirmemiz konusunda, müdürüne karşı kimse bize destek olmuyor. Siz de beni bu işe karıştırmayın diyorsunuz. Bu durumda ilçe kaymakamına gidip derdimizi anlatmaktan başka bir çaremiz kalmadı” dedim. Hoca önce şaşırdı ve ne diyeceğini bilemedi. Zihnini toparladıktan sonra, “Sakın kaymakama gitmeyin. Okul müdürü için ayıp olur!” dedi.

Teneffüs zili çaldığında öğretmen sınıftan çıkarken, kapıda onu bekleyen müdür bey içeri bir adım girdi ve “Bazıları Kaymakam beye gitmiş, olayı yanlış aksettirmiş. Biz konuyu kendilerine etraflıca anlattık. Bizi haklı buldu.”, diyerek yaptığınız ziyaret boşa çıktı dercesine gülümseyip sınıftan ayrıldı. Adeta güvendiğimiz dağlara kar yağmıştı. Ne yapmalıydık acaba? Son durumu değerlendirmek etmek üzere okuldan ayrıldık. Bizim okulumuzda dersler sabah 09.00’da başlayıp 16.00’da sona ererdi.

Öğleden sonraki ilk derste de birkaç arkadaşımızın daha saçını üç numaraya kestirdiğini gördüğümüzde direncimiz iyice azaldı. Sabahki görüşmeye gelmeyen arkadaşlarımız da Kaymakamlığa gitmeye karar verdiler. Lakin “tecrübeli” olduğumdan bahisle, görüşmeye katılarak sözcüleri olarak bulunmamı rica ettiler. Tabi arkadaşlarımıza destek olmak boynumuzun borcuydu. Yazı işleri müdürü yine bizi kaymakamlık makamına aldı. İlk görüşmemizde bizli tebessümle karşılayan kaymakamın siması bu kez ciddiydi. Bizi yine de kırmadan huzuruna kabul edip dinledi. Cevaben, “Sizi sabah dinledikten sonra okulunuzu ziyaret ettim. Müdürünüzün kararı yerinde. Derslerinizle meşgul olun, bu kabil işleri bırakın.”, diyerek bizi kibarca uğurladı!

Afşin Hükümet Konağı’ndan dışarı çıktığımızda, arkadaşlar kendi aralarında hangi berbere gideceklerini konuşurken, geriye Fatih Kösebalaban’la ikimiz kalmıştık. Son çare olarak okul aile birliği başkanı, inşaat mühendisi Cuma Tahiroğlu’nu ziyaret edip, ondan destek istemekte karar kıldık. Sayın başkanın Müdür beyle siyasi bakış açıları sebebiyle pek uyumlu değildi! Cuma beyin müteahhitlik ofisine uğrayıp, vaziyeti özetledikten sonra, yardımını talep ettik. Hemen müdürü telefonla arayıp muhabbete başladı. Her ne kadar araları iyi olmasa da karşılaştıklarında birbirlerine iltifat yağdırmaktan geri kalmayan ikilinin görüşmesi nasıl sonuçlanacak diye bekliyorduk.

Cuma Tahiroğlu telefonda muhatabına; “Sayın müdürüm selamün aleyküm. Nasılsınız, afiyettesiniz inşallah. Okulun ikinci dönemi başladı. Hayırlı olsun. Toplantılarım olduğu için sabah okula zatı alinizi ziyarete gelemedim. Kusuruma bakmayın. Okulun başarısı artarak devam ediyor sayenizde. Uygun bir vakit çayınızı içmeye geleceğimi bilmenizi isterim. Bir de biraz önce son sınıf öğrencilerinden Fatih mi idi ismi onu gördüm. Hani şu Balaban Matbaası - Yeşil Afşin Gazetesi’nin sahibi Abdullah Beyin oğlu var ya işte o!.. Fatih’e, ‘Hayırdır acelen nedir, nereye gidiyorsun dediğimde, ‘Okul idaresinin saçlarımızı üç numaraya kestirme kararı var. Bugün sabah bu sebeple okula alınmadık. Berbere gidiyorum’ dedi. Bu çocuklar kocaman delikanlı. Bari son sınıftakileri üç numara saç kestirme şartı dışında tutsaydınız.”diyordu. Tabi o tarihlerde telefon sesinin ortama verilmesi imkanı olmadığından, Kazım Beyin bu konuşmada okul aile birliği başkanımıza ne cevap verdiğini duymuyor ama tahmin ediyorduk.

Tahiroğlu bizi, “Gençler gördünüz, müdürle yanınızda konuştum. Adam çok kararlı. Nuh diyor Peygamber demiyor. Yapılacak bir şey yok. Varın gidin okulunuza, dersinize geç kalmayın.”, diye ofisinden uğurladı.

Ne yapacağımızı bilmez bir halde, belki çaresiz ama saçımızı kestirmeme konusunda kararlı bir şekilde tekrar okula döndük. Sınıf arkadaşlarımız derste idi. Okul bahçesine girdiğimizde, kendi odası birinci katta olan Müdür Bey, geldiğimizi görmüş olmalı ki aşağı inip binanın ana girişinde bizi karşıladı ve;

Beyler ne zahmet edip de geldiniz!” dedi. Bu cümlesine vereceğim cevabımın konuyu lehimize bir kazanca dönüşeceğini bilmeksizin ve herhangi bir beklentim olmadan, “Hocam, şayet bu zahmet ise bizler yedi yıldır katlanıyoruz. Siz dönem sonuna kadar bize izin vermediniz. Zaten birkaç ay sonra mezun olup gideceğiz.”, diye karşılık verdim.

Nasıl bir tavır takınacağını tahmin edemediğim müdürümüz Kazım Işık bu kez bizi şaşırttı ve “Madem öyle artık son sınıflar olarak sizler subay traşı ile okula gelebilirsiniz!” şeklindeki yeni kararını duyurdu. Bu sevinçli haberi sınıfta arkadaşlarla paylaştığımızda onların tamamı saçlarını üç numaraya kestirdiklerinden, beklemedikleri için hayıflandılar.

Böylece Fatih ve ben saçımızı hiç üç numaraya kestirmemiş olduk. Bizim sınıf dışındaki liseliler için üç numara şartı devam etti. Arkadaşlarımızda sonraki aylarda alaburus olarak saçlarını kestirmeyi sürdürdüler. Bu arada, halen hattat olarak yurt içinde ve yurt dışında bir çok camiinin kubbe yazıları ve sair tezyinat ustalığıyla meşhur olan, okuldayken de çok güzel yazı yazan alt sınıftan arkadaşımız Şaban Ceran’da, hastalandığı için Elbistan’da çalışan özel bir hekimden aldığı raporuna, -o tarihlerde rapor elle yazılırdı-“Öğrencinin saçlarının soğuk havalarda kestirilmesi sağlık sorunlarına yol açabilir” şeklinde bir cümle ilave etmek suretiyle yasağı aşmıştı…