Geleneklerin hâkim olduğu, adetlerle ayetlerin birbirine karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Deve kuşu misali bir hayatımız var. Deve kuşuna yük taşı demişler “ben kuşum” demiş. “Kuş isen uç” dediklerinde ise “ben deveyim” demiş. Deve kuşu misali bizlerde işimize geldiğinde dine sarılıyor, işimize gelmediğinde ise dini hiç görmezden geliyoruz.
İslam’a göre kız çocuklarına erkek çocuklarının yarısı kadar miras verildiği için, kız kardeşimize mirastan hisse vereceğimiz zaman müftüye gidiyoruz. Medeni hukuka göre kadın ve erkeğe eşit hisse verileceği için, hanım tarafından miras alacağımız zaman mahkemeye, hâkime gidiyoruz.
Toplumsal olarak yanlışlarımızdan birisi de kız çocuklarına miras verilmemesi meselesidir. Çoğu kimseler miras taksimatı yaparken ya kız çocuklarını hiç hesaba katmamaktadırlar ya da göstermelik olarak onlara az bir şey vermektedirler. Hatta kız çocuklarının mirastan haklarına düşeni istemelerini ayıp karşılamaktadırlar.
Bu şekildeki bir miras anlayışı nereden gelmektedir? Dinden gelmediği kesin. Çünkü İslam kadın ve erkeğe adaletli bir şekilde mirastan hisse verilmesini emretmektedir. Ölen kimsenin geride bıraktığı hem kadın hem de erkek için çocuğu için bir oran belirlenmiştir. Ama kadın asla mirastan mahrum edilmemiştir.
Günümüzdeki miras anlayışının temelinin İslam öncesi Cahiliye dönemine dayandığını veya o dönemin izlerini taşıdığını söyleyebiliriz. Cahiliye döneminde kız çocuklarına mirastan hiç hisse vermezlerdi. Hatta erkek çocuklarından savaşacak yaşa gelmemiş olanlara da vermezlerdi. Erkek çocuğu savaşabilecek yaşa gelmiş ve aileye ganimet kazandırabilecek konumda ise mirasçı olabiliyordu.
Cahiliye döneminde kadının mirastan hisse alamamasından çok daha kötü olan bir şey vardı. O da kadının MİRAS MALI olmasıydı. İslam öncesi Arap geleneklerine göre bir erkek ölür ve geride hanım bırakırsa, o hanımı da diğer malları gibi miras sayılırdı. Eve gelen ilk mirasçısı üzerindeki abasını çıkararak kadının üzerine: “Onun malına mirasçı olduğum gibi onun hanımına da mirasçı oluyorum” diyerek atar ve o kadın ona kalırdı. Aynı işlemi kadının üvey oğulları da yapabilirdi. Bundan sonra, kadın artık o kimsenin mülkü olur ve diğer insanlardan kimse ona yaklaşamazdı. Mirasçı, kadını güzel bulur ve onunla evlenmek isterse onunla evlenir; kadın çirkin ve zengin ise onunla evlenmez ve kadının evlenmesine de müsaade etmez; ölünceye kadar o kadının malına mirasçı olurdu. O kadınları evlendirdikleri zaman da mehirsiz evlendirirlerdi. Ama kadın kocası öldükten sonra hiçbir mirasçı gelmeden kendisini babasının evine atarsa kendisi hakkında söz sahibi olurdu. Kur’an: “Ey iman edenler! (Kocası ölen akraba) kadınları(nı eşya gibi) zorla (alıp onlara) mirasçı olmanız size helal değildir.” (Nisâ: 19) âyeti ile bu yanlış uygulamayı kaldırmıştır. İslam kadını bu zelil durumdan kurtarmıştır. Kadını miras malı olmaktan kurtardığı gibi ona mirastan da hisse verilmesini emretmiştir. MİRAS MALI OLAN KADINI, MİRASÇI YAPMIŞTIR.
Nisa Suresi 11-14. Ayet-i kerimlerde mirasla ilgili kimin ne kadar alacağı tespit edilmiş ve bunlara uyulması emredilmiştir. Ölen kimsenin hemen malına konulmaz. Önce onun cenaze yapılır. Eğer borç bırakmış ise mallarından o borçları ödenir. Daha sonra vasiyeti var ise o yerine getirilir. En sonunda da kalan malı mirasçılar arasında taksim edilir.
Miras taksimatı yapılırken de ayette belirtilen herkese hissesi verilmek zorundadır. Eğer bunlardan bazılarına verilmez ise burada bir haksızlık ve zulüm oluşur. Kızlara verilmeyen mallar erkekler için helal olmaz. Haram yoldan elde edilmiş bir mal gibidir. Kul hakkıdır.
Erkek veya kadın isterlerse kendi haklarından tamamen veya kısmen vazgeçebilirler. Erkek: “Benim maddi durumum iyi, ben haklarımı kız kardeşime bağışlıyorum” diyebilir. Veya aynısını kadın da yapabilir. Ama burada dikkat edilmesi gereken kadına psikolojik baskı yaparak bunu yaptırmamaktır. “Ayıptır. Kızlarda miras mı alırmış. Utanmadan bir de miras davası güdüyor” gibi laflar söyleyerek kadını zorla hakkından var geçmek zorunda bırakmamak gerekir.
Kız çocuklarının mirastan mahrum edilmesi dine değil, cahiliye dönemine dayanan bir uygulamadır. Bir şekilde kız çocuklarının bu haklarından mahrum edilmesi ise zulümdür. Bu yolla erkeklerin elde etmiş oldukları kazançlar ise haramdır.