Bu ülkede yaşanan olumsuzluklardan birisi de 28 Şubat dönemiydi. Türkiye’de dinî eğitime en fazla darbenin vurulduğu bir dönemdi. Başta başörtülü bayanlar olmak üzere dinî hassasiyete sahip kimselerin inançlarından dolayı zulme uğradıkları bir süreçti.
Ben de bu dönemde askerlik hizmetimi yapmıştım. Sivil hayatta dini düşüncelerimizden dolayı karşılaşmış olduğumuz olumsuzlukların bir fazlasını askerlik hayatımızda da yaşayabileceğimiz zannı ile asker ocağına teslim olmuştum. 45 günlük acemi eğitiminden sonra bizleri farklı bölüklere dağıtmışlardı. Bizde dört kısa dönem arkadaş olarak aynı bölüğe düşmüştük. Yeni bölüğümüze teslim olmamızın ertesi günü bölük komutanımız bizleri çağırdı ve bizlere kısa bir konuşma yaptı. Benimle beraber bir ilahiyatçı arkadaş daha vardı. Genel konuşmasını yaptıktan sonra bize dönerek: “Benim bir hocam vardı. Bana şöyle bir tavsiyesi olmuştu: “Oğlum! Görev yaptığın yerdeki askerler sana emanet, sen vicdanına, vicdanın da Allah’a emanet olsun’ demişti. Ben askerlerime bu gözle bakarım. Burası sizin eviniz. Ona göre hareket edin. Allah, kıyamet günü bu askerleri bana soracak, ben size soracağım. Bunlar abdest bilmez, boy abdesti bilmezler. Gidin bunlara abdesti, boy abdestini öğretin” dedi.
Bölük komutanımızın bizden istediği şey hem bizi çok sevindirmiş hem de çok şaşırtmıştı. Biz farklı bir ortam beklerken tamamen farklı bir ortam ile karşılaşmıştık. Bölük komutanımızın bize olan güveni ve sağladığı imkânı da bir boşa çıkarmamış, askerlerle bire bir ilgilenmiş ve çok güzel bir noktaya gelmiştik.
İzne gelmiş ve giderken de bölük komutanıma memleketten bir hediye paketi hazırlamıştım. Dönüşte huzuruna çıkarak kendisine memleketten bir hediye getirdiğimi ve vermek istediğimi söyleyince: “Gel bakalım Hüseyin. Hatamız çok, günahımız çok. Bazı konularda da hassas davranmaya çalışıyorum. İnşallah Rabbim bu hassasiyetimizden dolayı günahlarımızı affeder” diyerek ajandasını açtı ve iç kapağına yapıştırmış olduğu bir kâğıt parçasını okumamı istedi. Kâğıdı başka bir yerden kesmiş ve oraya yapıştırmıştı. Okumaya başladım. Kâğıtta şöyle yazıyordu: Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hanımı ile birlikte bir şehre denetlemeye gidiyor. Dönüşte hanımının yanında bazı hediyelerin olduğunu fark edince: “Bunlar nedir?” Diye hanımına soruyor. Hanımı da: “Hediyeler. İnsanlar bana hediye ettiler” diyor. Hz. Ömer: “Peki! Sen halife hanımı olmasaydın bunları sana hediye ederler miydi?” diye soruyor ve ardından da “götür bunları dağıt” diyor.
Bölük komutanım da: ”Getirdiğin şeyleri arkadaşlarınızla yiyin” diyerek nazikçe hediyeyi almıyor ve bana da büyük bir ders vermiş oluyordu. Komutanımın bu davranışı hem bana farklı ufuklar açmış hem de kendisine olan saygım daha da artmıştı.
Güzel bir şekilde ve hayırla askerliğimizi bitirdikten sonra bölük komutanımızla belli bir süre irtibatımı devam ettirmiştim. Memlekete döndükten sonra tekrar önceki hediye paketinden daha güzelini hazırlayarak adresine kargo ile gönderdim. Paketin içine de şu notu düştüm: “ARTIK ÖMER HALİFE DEĞİL”.
Yaşamış olduğum bu hadise devlet adamı ve idarecilerin nasıl hareket etmeleri gerektiği noktasında çok güzel bir örnekti. Komutanımın bu davranışından sonra konuyu biraz daha araştırdığım da benzer bir hadisenin Hz. Peygamber (sas)döneminde de yaşandığını gördüm. Hz. Peygamber (sas) İbnü’l-Lütbiyye’yi zekât toplamak için görevlendirir. Bu kişi zekat mallarının yanında kendine ait bazı mallarla da döner. Hz. Peygamber (sas), o kişiye bu malların ne olduğunu sorar. O da: “Bunlar zekât malları, diğerleri de bana verilen hediyelerdir” der. Efendimiz (sas) bu duruma çok üzülür ve hutbede konuyu gündeme getirerek: “Bazılarını bir görev için bir yerlere gönderiyorsun. Sonra bu kişi yanında bazı şeylerle dönüyor. Sorduğunda da bana verilen hediyeler diyor. Dikkat edin, bu kişi evinde otursaydı kendisine hediye verilir miydi?”(Buhârî, Hibe: 17) buyurarak görev başında iken hediye alınamayacağını ifade ediyor.
Efendimiz (sas) görev başında idarecilerin ve görevlilerin hediye almasını yasaklamıştı. Aynı uygulamayı Hz. Ömer ve Ömer ibn Abdulaziz de devam ettirmişti. Kişisel anlamda, fertler arasında sevgi ve muhabbeti artıracağından dolayı hediyeleşmek teşvik edilirken idarecilerin hediye alması yasaklanmıştı.
Hediyeyi veren kimse, onun arkasında bir beklentiye girebileceği gibi hediyeyi alan yönetici veya idareci gibi kimseler de adaleti sağlama noktasında gevşeklik gösterebilirler.
Mevki ve makamlar birer emanettir. O emanetler kişisel çıkarlar için asla kullanılamaz. Makamın imkânlarını kişisel menfaatlere vasıta kılınamaz. Devletin tahsis ettiği makam aracı seyahat maksatlı veya çocuklar için okul servisi olarak kullanılamaz. Devletin malı, devletin işini görürken ve millet menfaatine kullanılabilir. Bunları kişisel çıkarlar için kullanmak devlet malına ihanettir ve “Kim (devlet-millet malını) kendi zimmetine geçirirse ve ihanette bulunursa kıyamet günü aşırdığını boynuna yüklenerek getirir.” (Âl-i İmran: 161) ayetinin kapsamına girer.
Hırsızlıkların en büyüğü devlet malını çalmak, devletin imkânlarını kişisel çıkarları için kullanmaktır. Hz. Peygamber (sas) ile Hayber savaşına katılmış ve o savaşta vefat etmiş birinin ardından herkes: “Ne kadar güzel oldu. Şehit oldu” derken, onun ganimet mallarından izinsiz bir şeyler almasından dolayı Hz. Peygamber (sas) “O cehennemdedir” buyurması bizler için büyük bir ders olmalıdır.
CEZAEVİ ZİYARETİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Kapalı Cezaevinde yatan bir arkadaşımı ziyarete gittim. Önce cezaevi girişinde durdurulduk ve ziyaret için iznimiz olup olmadığı soruldu. İznimizi gösterdikten sonra üzerimizdeki (araba anahtarı dahil) her şeyi bir dolaba bıraktıktan sonra bir yere alındık. Orada da üst araması tekrar yapıldıktan sonra servislerle başka bir yere nakledildik. Orada da tekrar kimlik kontrolünden geçirildikten sonra göz tanımı yaptırmak için başka bir yere daha geçtik. Onu yaptırdıktan sonra gözlerimizin taraması yaptırmak için başka bir noktaya geçtik. Bu şekilde sürekli başka kapıları geçerek ilerliyorduk. Ben her kapıyı geçtikçe arkadaşımı görebileceğimi düşünürken başka bir yere daha naklediliyorduk. Geçtiğimiz noktaları artık hesaplayamaz olmuştum. En sonunda bir bölmeye daha geldik ve orada görüşebileceğimiz söylendi. Biraz sonra arkadaşım geldi ama kapalı, ses geçirmeyen bir camın arkasından telefonla birbirimizi görerek konuştuk.
Muhtemelen alınan bütün bu tedbirler içeri yasak bir madde sokulmaması ve içerideki emniyetin sağlanarak suç işlenmemesi içindi. İçerideki mahkumların emniyeti ve onların tekrar (isteyerek veya istemeyerek) te olsa bir suça daha bulaşmamalarını önlemekti. Bunun için de her şey düşünülmüş ve ona göre de her türlü tedbir alınmıştı.
Gördüğüm manzara beni bayağı etkilemişti. Bir taraftan bu şartlar altında içerideki mahkumların başka bir suça karışmalarının imkânsız denecek derecede zor olduğunu hayal ederken diğer taraftan da “Keşke içerideki mahkumlar için alınan tedbirlerin yarısı veya % 25 dışarıdaki insanlar için alınsaydı belki de bu insanların çoğu şimdi burada olmayacaklardı” diye düşünüyordum.
SORU: Boş bir Sevap Havuzuna üstten Namaz, Oruç, Hac ve Zekat musluklarından aralıklarla sevap dolmaktadır. Alttan ise bu sevaplar Gıybet, iftira, yalan, zulüm, haksız kazaç…..musluklarından sürekli olarak boşalmaktadır.
Bu sevap havuzu kaç yılda dolar?