İlk kısım,
Aradan onbeş yılı aşkın bir süre geçmiş olsa da; Rusya Federasyonu’nun Novosıbırsk şehrindeki alış veriş merkezi inşaatında çalışırken, iş kazası geçiren Ali Osman'ın ofisimize geldiği zamanı bugün gibi hatırlıyorum. Ali Osman'la, işçisi olduğu Enişte-Kayınbirader İnşaat Ticaret Anonim Şirketine karşı, iş gücü kaybı sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası açılması için bir hemşehrimizin tavsiyesi üzerine görüşmüştük. Yanında şu an ismini hatırlamadığım iki arkadaşıyla birlikte gelmişlerdi. O günlerde kazazedenin hastaneden yeni taburcu edildiği her halinden belliydi.
Öyle ki, gözlerindeki bakışları adeta şaşı, saçlarının bitiminden kaşlarına doğru, alnının tam orta yerinden uzanan, derin bir ameliyat izi ve çene civarında henüz iyileşmemiş yaraları, ilk anda göze çarpıyordu. Konuşurken, bazı sesleri net olarak çıkaramaması muhtemelen üst çene bölgesindeki dişlerinin kazada kırılmış olmasından kaynaklanıyordu.
İşçi, iş kazasını kısaca anlattıktan sonra yanında getirdiği pasaport, çalışma belgesi ve maaş bordroları ile İstanbul’da tedavisinin yapıldığı özel hastaneden aldığı röntgen ve emar sonuçları ile bir kısım rapor, kayıt ve belgeleri dava açılması için bize teslim etti. Önce Rusya’da tedavi görmüş sonrasında da Türkiye’ye getirilmişti yaralı.
Ali Osman'ın, Novosıbırsk ve İstanbul’daki tedavi masraflarını da işveren ödemişti. Kendisiyle olay sebebiyle, işverene karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davasının ayrıntılarını konuştuk. Açılacak davanın masrafları, davanın süresi, şahit isimleri ile dosyanın ne kadar sürede neticeleneceği gibi hususlar kendisine izah edildikten sonra Ali Osman, dava vekaletnamesi düzenletmek için notere gitmek üzere ofisten ayrıldı.
Davanın sonunda, meslek hayatımda bu kadar olumsuzluğun aynı dosyada üst üste hiç karşıma çıkmadığının farkına vardım. Ali Osman, adeta nasipsizin önde gideniydi. Oysa çalışkan, gayretli ve sürekli olarak rızkının peşinde olan birisi gibi görünüyordu.
Neyse biz davamıza dönelim. İnşaat firmasına karşı, İstanbul İş Mahkemesinde, iş gücü kaybı sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası açtık. Davamıza karşı işverenin avukatı kendince dört başı mamur bir savunma yani cevap dilekçesi sunmuştu.
Dilekçede özetle; öncelikle iş kazasının meydana gelmesinde davacının kendisi yüzde yüz kusurluymuş. İşveren şirketin ise hiçbir şekilde meydana gelen olay sebebiyle sorumluluğu yokmuş. Öte yandan iş kazası yurt dışında meydana geldiği için inşaat firmasına karşı, Türkiye’de dava açmak da hukuken mümkün değilmiş. Kaza sebebiyle işçinin tedavisi hem Rusya’da hem de Türkiye’de davalı şirket tarafından en iyi hastanelerde yaptırılmış, tüm masraflar da yine işveren tarafından karşılandığı için davalı üzerine düşenin çok fazlasını yapmışmış. Zaten dava açıldığında tamamen iyileşmiş olan işçinin bu davayı açmaktaki asıl amacının haksız kazanç temini imiş vs. Haliyle ve netice olarak da davacının mahkemeden talep ettiği tazminatın hukuka aykırı ve haksız kazanç elde etme amaçlı olduğundan bahisle, reddedilmesini talep ediyordu karşı tarafın vekili.
Ali Osman’ın davasının ilk duruşmasında, taraflar dilekçelerini tekrar etmiş, başka yerlerden getirtilmesi gerektiğini düşündükleri, kayıt ve belgelerin bulunduğu yerlere dair ayrıntılı bilgileri mahkeme kalemine sunmaları için süre verilmişti.
İş kazası, Rusya Federasyonu’nun Novosıbırsk şehrinde, davalının müteahhitliğini üstlendiği alışveriş merkezinin inşası esnasında meydana gelmişti. Kalıp ustası olarak çalışan Ali Osman, binanın dış cephesinin 4. katındaki iskelede çalışırken, rüzgarın etkisiyle iskelenin çökmesi sebebiyle yere düşmüştü. Başlangıçta öldüğü düşünülmüş ve üzeri bir bez ile kapatılarak çevresine kimse yaklaştırılmamış. Bu arada olayı duyan hemşehrisinin can havliyle koşup yerde yatanın üzerindeki bezi kaldırmasıyla, yaralının nefes alıp verdiği fark edilmiş ve hastaneye götürülmüş. Tabi bu bilgilerden Ali Osman bunlardan bize bahsetmemişti ama duruşmada dinlettiğimiz şahitlerden öğrendik.
İstanbul iş mahkemesindeki duruşmada, kaza esnasında Ali Osman ile beraber çalışan hemşehrisi Yakup’u şahit olarak dinletiyoruz. Yakup olayı anlatırken, adeta kazazedenin inşaattan yere düştüğü anını yeniden yaşıyordu:
“… İşçi yere düştüğünde önce ölmüştür düşüncesiyle kimse yanına yaklaşmamış. Ben düşme anını uzaktan gördüm. Koşup olay yerinde geldiğimde, yerde birisinin üzeri örtülü olarak yattığını gördüm. Etrafı çok kalabalık olduğu için yanına ulaşmakta zorlandım. Ortada yatan şahsın üzeri de örtülü ve yüzü de gözükmediğinden önce kim olduğunu anlayamamıştım.
Düşene yardım etmek için yanına yaklaşıp, üzerine örtülen bezi kaldırdığımda, kıyafetinden Ali Osman olduğunu anladım. Yüzü başından sızan kan ve alnının ortasındaki açılma sebebiyle net olarak tanınacak şekilde değildi. Önce ölmüş olduğunu düşündüm. Ancak nefes aldığını ve çok hafif olarak göğsünün bu nefes alışlar esnasında hareket ettiğini fark ettim. Nefes almasını saymazsanız adeta ölmüştü.
İş yerinde işçilerden şanslı olanlar baret ve emniyet kemeri bulabiliyordu adeta. Zira yüzlerce işçinin çalıştığı yerde, 20 civarında emniyet kemeri ve baret bulunurdu. Bunları da ve çoğunluğu Özbek işçilerden oluşan grup dışında kimse alamazdı….”
Şahit sözlerini tamamladıktan sonra hakim, davalı şirket avukatına, tanık beyanlarına karşı bir sözü olup olmadığını sorduğunda, avukat bey: “Tanık yalan söylüyor, anlattıklarını kabul etmiyoruz efendim” dedi.
Bu sözü duyan Yakup adeta çıldırdı ve neredeyse avukata saldıracak şekilde sert bir bakış yönelterek, “Yalancı sensin. Ali Osman’ın yere düştüğünde kucağıma alıp, hastaneye götüren benim. Sen hiçbir şey bilmeden konuşuyorsun. Benim yalan söylemek için bir sebebim yok. Sen avukat olduğun için böyle konuşuyorsun” dedi.
Bu çıkış avukatı sakinleştirdi ise de hakim de olaya müdahale edip, tanığa: “Sen kimseyle muhatap olma. Sadece benim sorularıma cevap ver.”, dedi.
Sonraki celselerde de diğer tanıklar ile hastane kayıtları vs. bir kısım belgelerin dosyaya gönderilmesi için ilgili yerlere mahkemece tezkere yazılması yönünde ara kararlar verildi. Bu kararların takibi, eksik gelen yahut gelmeyen evrakın tekrar istenmesi gibi sebeplerle birkaç duruşma daha geçti.
Bu arada davacı memleketindeki köyünde ailesi ve çocukları ile birlikte yaşıyordu. Yayla gibi bir köylerinin olduğunu, ormanlık bir bölgede bulunduğunu görüşmemizde bana da söylemişti. İş kazası nedeniyle oluşan yaralanma ve bir kısım sıkıntıları nispeten iyileşse de her iki elinde de mercimek büyüklüğünde yaralar oluşuyor ve tekrar kendiliğinden iyileşiyormuş. Zaman zaman İstanbul’a geldiğinde de ben ellerindeki bu yaraları görüyordum. Bu sebeple çalışmakta zorlandığını bazan da il merkezinde biriket imalathanesi bulunan kardeşinin yanında çalıştığını ama bu elleriyle uzun süreli iş yapamadığından dert yanmıştı.
Müvekkil birkaç kez, köylerine davet etmiş olması sebebiyle, o sene adli tatilde yolumuzun üzerinde olan ilçelerinde görüşüp sonra birlikte köylerine gitmek için sözleşmiştik. Nihayet Ali Osman’ın çok övdüğü doğrusu benim de merak ettiğim köylerini görecektim.
Anlaştığımız gibi ilçe merkezinde bizi karşıladı. Bir gün önce yolu çıktığımız için geceyi de bir mola yerinde arabada geçirmiş olmamız sebebiyle, sabah saat 10 sıralarında bizi kavşakta bekleyen müvekkili de alarak, köylerine doğru yöneldik. Doğrusu bu bölgeyi daha önce hiç görmemiştim. Birkaç küçük köyden geçtikten sonra nihayet bozuk olan asfalt yol da bitti ve orman içi bir şoseden devam ettik. Her taraf orman ve yayla bir vaziyette idi. Aslında köyün esas yolu bozukta olsa asfalt imiş ancak bu gittiğimiz güzergah kadar “kese*” bir güzergahmış.
Yaz aylarında kullanılan bu yol, diğer tarafa göre üçte bir oranında daha kısa olduğu için tercih edilmekteymiş. Doğrusu bu kısa yoldan, Ali Osman yanımda olmasa bunca deliliğime rağmen, dağ yolundan gitmek istemezdim. Ancak bir traktörün dikkatlice gidebileceği yolun yer yer yağmur sularının dere gibi oyuk haline getirdiği noktaları da vardı. Neyse kazasız belasız misafir olacağımız eve vardık. Bu arada yolda yer yer telefon irtibatı kurabildiği kardeşine “biz eve yaklaştık, o dediğim işi yap” diyordu. O dediği iş ise bizi misafirliğe çağırdığı iki yıldan bu yana tekrarladığı “kuzu kesme” meselesiydi. Bende ısrarla buna gerek olmadığını söylüyordum ki, neticede dediğimi yaptırdım.
Eve vardığımızda, aylar öncesinden geleceğimiz belli olmasına rağmen, evin hanımının bir yakınının düğünü için köydeki başka bir yerde olduğunu, ancak bir saat sonra gelmesiyle öğrendik. Bizi Ali Osman’ın yaşlı babası ve annesi karşıladı. Güzelim Anadolu insanıydı her ikisi de. İstanbul'dan oğullarının davasına bakan avukatın, kendilerini ziyaretini neredeyse yıllardır görmedikleri bir yakın akrabalarının gelişi gibi karşıladılar.
Baba, doksan yaşına yaklaşmış bir haldeydi. Bu köyde doğduğunu, dedelerinin de Akçadağ ilçesinden taşındığını ifade ediyordu. Kurtuluş savaşı öncesinde köy halkının bir bölümünü Ermeni vatandaşlar oluşmaktaymış. Bu aileler Fransızların Maraş’ı işgali esnasında işgalcilerin yanında yer alıp, müslüman ahaliye yani komşularına saldırdıkları için daha sonra onlarla birlikte kaçmak zorunda kalmışlar. Amcanın söylediğine göreyse köyde bulunan kilisenin duvar taşları sökülerek , evlerin temel yapımında kullanılmış. Hemen her evin duvarında kiliseden birkaç taş varmış. Ayrıca burada dağın yamaçlarında bulunan vaktiyle gayri müslimlerce işletilen demir ocakları halen duruyormuş.
Köyün tümü bir birbirine iki yüz ya da üç yüz metre mesafede, bahçe içlerine inşa edilmiş tamamına yakını tek katlı, bazılarının girişi ahır ve samanlık olarak kullanılan, iki katlı yapılardan oluşuyordu. Etrafta büyüklükleri üç ya da 5 dönümden oluşan küçük parseller halinde ve bazısı bahçe bazısı da tarla olarak kullanılan araziler görülmekteydi.
Ali Osman’ın söylediğine göre, bu tarların dönümü ortalama 1.500,00 TL ila 2.000,00 TL arasında imiş. Tabi o tarihlerde yaptığım hesaba göre bir buzdolabı parası ile neredeyse iki dönüm tarla alabilmek mümkündü. Hem ormanlık ve yayla, hem de her türlü meyve ağıcının yetiştiği bölgeden, bu fiyatlarla kim yer satın almak istemez ki. Bu sebeple ben de ciddi ciddi bir yer alayım bari buradan diye düşünüp, müvekkile tarlasını satan olursa beni haberdar etmesini istemiştim. Lakin benim arazi talebi işi ciddiye bindiğinde dönüm fiyatı hemen 3.000,00 TL - 4.000,00 TL olarak güncellendi. Demek ki duyduğumuzla, gerçekle bize söylenenin çok farklı olduğunu da öğrendik.
Ali Osman’ın annesi ise oğlunun davasının ne zaman neticeleneceğini, kaç lira alacağını vb. konuları misafir olarak kaldığımız 3-4 saat içerisinde birkaç kez sordu. Her defasında dava sürecini anlatıp teyzenin anlayacağı şekilde izah ediyorduk. Müvekkilin babası ise sevimli bir çehreye sahip kısa boylu/tombul ve pek az konuşan birisiydi.
Bu arada davaya dönecek olursak, Ali Osman iki kez Adli Tıp Kurumu Başkanlığında muayene olmasına rağmen, kendisine iş gücü kaybı olmadığı yönünde rapor verilmişti. Hani kaza tarihinden hemen sonra Ali Osman'ı görmemiş olsam, “Ne yani Koca Adli Tıp yanlış bir rapor veriyor değil ya, belli ki şahsın mağduriyeti yokmuş” diyeceğim. Lakin karşıdan bakıldığında gözleri şaşı bir halde, alnının ortasındaki yara izi belirgin. Üstelik ellerinin üzerinde de süreli olarak mercimek büyüklüğünde yaralar oluşup bir müddet sonra kendiliğinden iyileştiğine ben de tanıktım.
Davanın devamında ne mi oldu? Gülsüm Teyzenin koyunlarının konuyla ilgisi nedir derseniz yazının ikinci bölümünü beklemeniz lazım derim. Zira bir yazı için uzun bir konu olduğu için yazının devamında onu da anlatırız inşaallah!..
* Mahalli söylenişte kısa yol, kestirme yol