Rabbimizin bizden kesin olarak yapmamızı istediği şeylere “farz” denir. Farzlarda yerine getirilmesi bakımından Farz-ı Ayn ve Farz-ı Kifaye şeklinde ikiye ayrılır. Farz-ı Ayn bizzat herkesin yapmak zorunda olduğu farzlardır. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler bu gruba girerler. Farz-ı Kifaye ise toplumda birilerinin yapması ile diğerlerinden kalkan farzlardır. Cenaze namazı ve cihad gibi farzlar da bu gruba girerler.
Cihadın farz-ı Kifaye olmasının delillerinden birisi şu ayet-i kerimedir: “Ey îman edenler, kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın” (Tevbe: 123) Bu ayet-i kerimesinden hareketle eğer bir yerde bir zulüm işleniyorsa o zulmü engellemek oraya en yakın noktada bulunan kimselerin üzerine farzdır. Eğer en yakınında olan kimseler bunu engellemez veya engelleyemezler ise ikinci dereceden yakın olanlara farz olur. Onlar da engellemez veya engelleyemezler ise üçüncü dereceden yakın olan kimselere farz olur. Bu halka, zulüm ortadan kalkıncaya kadar genişleyerek devam eder. Eğer hiç kimse onu engellemez ise dünyadaki herkes sorumlu hale gelir ve onlar için cihad farz olur.
Gazze’deki yaşananlara da bu açıdan bakmak lazım. Oradaki zulmü en yakındaki Müslümanların engellemesi gerekirdi. Ama onlar engellemediği için bu halka genişleyerek devam etti ve dünyadaki her Müslümanı kapsar hale geldi. Gazze’de zulüm devam etmesine rağmen dünyadaki hiçbir güç veya otorite buna engel olmadığı için Müslüman olduğunu söyleyen herkes bu zulümden sorumlu hale gelmiştir. Gazze’de veya Gazze için cihad etmek her Müslümana Farz-ı Ayn olmıştur.
Gazze için Cihad Farz-ı Ayn haline geldiği için herkes ne yapabileceğini bir kez daha oturup düşünmesi gerekir. Amacımız kendimizi kurtarmak değil, Gazze’de akan kanı durdurmaya çalışmak olmalıdır. Mahallenin şımarık çocuğu İsrail, hiçbir tepkiyi dikkate almamaktadır. Hatta dünyadan tepki sesleri yükseldikçe kendisini daha da güçlü hissetmekte ve şımarıklığı daha da artmaktadır. “(O Yahudiler) toplu olarak sizinle savaşamazlar; ancak muhâfaza altına alınmış şehirlerde veya duvarların arkasından (korka korka harb ederler).” (Haşr: 14) ayet-i kerimesinde de buyrulduğu gibi belki de dünyanın en korkak milletlerindendirler. İslam dünyasının böyle bir zelil millet karşısında düşmüş olduğu hal ise son derece acı verici bir durumdur.
Müslümanların en büyük şansızlıkları başlarında bulunan satılmış liderlerdir. Kendilerini ABD veya batıya köle olarak adamış olan bu liderler, Müslümanların değil İsrail’in çıkarları için çalışmaktadırlar. Müslümanların lehine ufak bir eylem yapmazlarken İsrail’in varlığı için her türlü gayreti gösterebilmektedirler. Böylesi satılmış liderlerle bir adım atmak ta imkânsız hale gelmektedir. Düşmanın ahlaksız ve hiçbir ölçüsünün olmaması yapılacak şeyleri de daha zor hale getirmektedir.
Gazze için neler yapılması gerektiği ile çok şeyler yazıldı, söylendi ama bir netice de alınmadı. Düşman ilkesiz ve namussuz olduğu için yapılabilecek tek bir şey kalıyor: “GÜÇ”. Düşman güçten başka hiçbir şeyden anlamıyor. Güçlü olup mazlumlara yaşattıklarını onlara yaşatmak gerekiyor. Aksi takdirde hiçbir şey yapılamayacak gibi duruyor.
Ne yapalım? Gazze’ye yürüyelim. Fas’tan başlayarak devam eden kutlu yürüyüşe bizlerde katılalım. Türkiye’den yola çıkalım. Suriye veya Ürdün üzerinden İsrail ile yüzleşelim. Er veya geç bir gün yüzleşeceğiz. Onun için çok uzatmamak gerekir. Karşıdaki insan değil, hayvan hiç değil. Onun için insana veya hayvana muamele eder gibi muamele edemeyeceğiz. Allah’ın lanetini kendisine elbise edinmiş bir topluluk var. İsrail, Gazze’de yaptıkları ile Kur’an’da Yahudilere yöneltilen eleştirileri fazlasıyla haklı çıkarmış durumdadır. Kur’an’da eleştirilen Yahudilerden fazlalıkları var eksiklikleri yok. Düşmanımızı iyi tanıyıp ona göre de hareket etmeliyiz.