Kur’an’ı anlama noktasında farklı düşüncelerin oluşması son derece doğal bir durumdur. Doğruyu bulma ve hakikati ortaya çıkarma anlamında bu tür farklılıkların oluşması bir ayrılık değil bir zenginliktir. Ne zamanki bu farklılıklar bir ayrımcılığa dönüştü o zaman fitne ateşlenmiş oldu.
İslam tarihinde de ilk ayrılıklar siyasi bölünmeyle başladı. Zaman içerisinde farklı siyasi yapılara din kılıfı giydirilerek bu ayrılıkların kalıcı hale getirilmesi sağlandı.
Başta ABD, İsrail ve İngiltere olmak üzere birçok devletler mezhebi farklılıkları kendi çıkarları doğrultusunda çok iyi kullanmaktadırlar. En son Lübnan’da Hizbullah’ın lideri Hasan NASRALLAH öldürüldüğünde bu durumun vahametini daha iyi görebildik. Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra Suriye’deki birçok Müslümanın helva dağıtarak bunu kutladılar. Nasıl oluyor da bir Müslüman başka bir Müslümanın öldürülmesini bayram havasında kutlayabiliyordu? Bu noktaya nasıl gelinmişti? Hem de bu öldürme işi dünyada en fazla Müslüman kanı akıtan ve bütün Müslümanların en azılı düşmanı olan birileri tarafından yapılmışken.
Bu hadiseyi mezhep taassubu olarak görmek ve sadece helva üzerinden anlamaya çalışmak veya yorumlamak birçok yanlışı da beraberinde getirecektir. İlk anda insanlar bunu mezhepsel farklılıklar olarak görüp Şii-Sünni çatışması şeklinde değerlendirebilir. Ama hadise o kadar basit değil ve sadece mezhepsel de değil. Bu hadiseyi doğru anlamak için biraz daha gerilere gitmek gerekir.
Arap baharından sonra birçok Arap devletlerinde peş peşe ayaklanmalar başlamış ve netice de almaya başlamışlardı. Bu ayaklanmanın devamı olarak Suriye’de de halk Esed’e karşı ayaklanmış ve bir noktaya da gelmişlerdi. Esed gitti gidecek derken bir anda Lübnan’daki Hizbullah da Esed’in yanında savaşa dâhil olmuş ve hadiselerin seyri değişmişti. Hizbullah’ın desteğini arkasına alan Esed rejimi daha önceden muhaliflerin eline geçmiş olan Kuseyr’i geri almıştı. Çok şiddetli çatışma olmuş ve Kuseyr tekrar muhaliflerden alınmıştı. Savaşa dair haberleri el-Cezire televizyonundan takip ediyordum. Orada bir haber çok dikkatimi çekmiş ve beni de etkilemişti. Muhalifler öldürdükleri iki Hizbullah askerinin üzerini arıyor ve birinin üzerinden çıkan sözde Hz. Peygambere aitmiş gibi gösterilen şu yazıyı okuyorlardı: “Men katele sünniyyen dehalel cenneh” (Kim bir sünniyi öldürürse cennete girer) şeklinde bir notu paylaşıyorlardı. Yani o askere öyle bir inanç verilmiş ki bir sünniyi öldürmek onu cennete götürecekti. Kendi mezhebinden olmayan birini öldürmek onun için en faziletli amel haline gelmişti.
Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra Sünni Araplar tarafından helva dağıtılması ile o Arapları öldürmek için gelen Hizbullah askerinin üzerindeki bu yazıyı bir araya getirdiğimizde manzaranın ne kadar kötü ve acı verici olduğunu daha iyi anlayabiliyorduk. Yani yıllardır mezhepler üzerinden Müslümanlar üzerinde öyle ayrılık tohumları ekmişler ki bunu bir daha iyileştirmek mümkün gözükmemekte. Aslında bu ayrılığı Müslümanların lehine değil kendi çıkarlarına hizmet etmesi için oluşturmuşlardı. Oluşturmaya da devam edeceklerdi.
Benzer bir manzarayı da Suriye’nin kuzeyinde izlemiştim. Bir İşid militanı eline bıçağı almış ve esir ettiği bir kurbanının boynuna “Allahu ekber” diye çalarken o kurban olan kimse de kelime-i şahadet getiriyordu.
Hadiseleri doğru okumak ve ona göre yorum yapmak gerekir. Kim olursa olsun hiçbir Müslüman başka bir Müslümanın kanını helal göremez. Kimse farklı düşüncesinden ve mezhebinden dolayı da öldürülemez. Ama gelinen noktada insanlar düşüncelerinden dolayı öldürülüyor veya linç ediliyorsa bunun arkasındaki etkin gücü çok iyi görmek lazım. Olayı kuklalar üzerinden değil Kuklacılar üzerinden okumak gerekiyor.
İslam dünyası uyumaya devam ederken karşı cenah yüzyılların, belki de bin yılların planını yapıyor. Amaç Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek ve İsrail devletini Arz-ı Mevud denilen sınırlarına ulaştırmak. Bunu yapmanın en kolay yolu da Müslümanlar arasına ayrılık tohumunu ekmek. En kalıcı ve etkili ayrılık tohumu ise din patentli olanıdır. Onun için dini kullanarak bunu gerçekleştirmeyi tercih ediyorlar. “Firavun, o memlekette(Mısır) zorbalığa kalktı ve halkını (kendisine muhalefet etmesinler diye) çeşitli fırkalara böldü” (Kasas: 4) ayet-i kerimesinde ifade edildiği gibi Müslümanlar üzerindeki mezhepsel farklılıkları kullanarak kendi geleceklerini güvence altına alıyorlar. Her ne kadar bu mezhepler bugünkü anladığımız anlamda Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak için ortaya çıkmamış olsa da zamanla bu yönde kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde de bu durum, küresel güç dediğimiz İslam karşıtı odaklar tarafından en iyi şekilde kullanılmaktadır.
Son yaşanan hadiseleri, bu mezhepsel farklılıklardan hareketle okuyacak olursak; başta fitnenin başı ABD, İngiltere ve İsrail gibi küresel güçler, mezhepler üzerinden halka zulmettirdiler. Suriye’nin güneyinde Hizbullah eli ile, Kuzeyinde sözde Sünni olan İŞİD eli ile bunu yaptılar. İşid eli ile halkı öyle bunalttılar ki YPG gibi terör örgütlerini bir kurtarıcı olarak kabul ettirdiler. YPĞ ve PKK gibi terör örgütlerine meşrutiyet kazandırmaya çalıştılar. İşid’in zulmünden bıkan halk, onların dışındaki her oluşumu bir kurtarıcı olarak görmeye başladı. Aynı şey diğer Sünni Müslümanlar için de geçerlidir. Esed yönetimini destekleyen Şii oluşumlar tarafından uğramış oldukları ağır işkenceler, onları Şii bir yöneticinin öldürülmesinde helva dağıtabilecek hale getirdi.
Burada Sünni ve Şii görünümde olan oluşumlar kuklalardır. Kuklacılar ise Küresel güçlerdir. Amaç ise başta İsrail olmak üzere Küresel güçlere alan açmaktır. Dün Gazze’ye sadırdılar. Bugün Lübnan’a saldırıyorlar. Yarın Suriye’ye geçecekler. Bir sonraki gün ise hedef Türkiye’dir. İsrail güneyden saldırırken PKK ve YPG’de güneyden onlara zemin hazırlamaya devam edecektir. Yıllardır YPG ve PKK’ya yapmış oldukları silahlar, kurulacak olan bir Kürt devleti için değil, gelecek olan bir İsrail devleti için olduğunu da herkes görecek. Herkes görecek ama o zaman iş işten geçmiş olalı çok olacak.
Gelinen noktada Müslümanlar olarak bizler ne yapabiliriz veya yapmalıyız? Ortada bazı yanlışlar dolaşıyor ve biz kendimizi bunlara müdahale etmek zorunda hissediyoruz. Yanlışlara ölçülü ve yerinde doğru bir şekilde müdahale etmek herkesin yapabileceği bir şey değil. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. “ (Âl-i İmrân) ayet-i kerimesinde buyrulduğu gibi alanında uzman kişilerin yapabileceği bir durumdur. Onun için işi ehline bırak ve sen yapman gerekenlere odaklan. Klavyenin başına geçip istediğini dindar, istemediğini kâfir ilan etme. Bir kâfire dahi “kâfir” demenin bir sevabı olmadığı bir yerde bir Müslümana mezhep farklılığından dolayı asla “kâfir” deme. Hatta bir Müslümana “sen kâfirsin” demenin vebalinin ödemeyeceğin kadar büyük olduğunu bil. Müslümanlar olarak en fazla birliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde fitneye alet olarak kâfirleri sevindirme. Mezhepler arasındaki farklılıklar halkın konuşup değerlendirebileceği türden farklılıklar değildir. Bu alanda uzman kişiler tarafından yapılacak hususlardır. Gerektiğinde bir uzmanına sorar ve yoluna devam edersin. . “Avamın mezhebi müftünün mezhebidir” denilir. Yani dini bir sorun ile karşılaşırsan Müftüye gider ve cevabını alır, ona da uyarsın. Senin en büyük rakibin kendi nefsin olsun. Yapabileceklerinle meşgul ol, içerisinden asla çıkmayacağın alanlara girme. Kendini bırakıp senin gibi düşünmeyenleri rakip seçme. Aksi takdirde bugün veya yarın sana gelecek ölüm sıranı bekle.