"Sen yeter ki sevgi aşı pişir, tuzunu alan kadın gelir ana."
(Anonim)
Güneş, sonbaharın yumuşak ışığıyla ortalığı aydınlatırken; mutfak, ailenin kış hazırlığı telaşıyla doluydu. Bahçeden toplanan ve pazardan alınan, yıkanıp güneşi içine hapsetmiş gibi parlayan domatesler, biberler ve patlıcanlar, işlenmek için sıraya dizilmişti. Kaynayan tencerelerden yükselen buhar, bahçedeki sobadan yayılan odun kokusu ve baharat aroması havaya sinmişti. Bahçe, sevimli bir telaşla doluydu; çocukların kahkahaları kuş cıvıltılarına karışıyordu. Her yıl komşularla yapılan bu hazırlık tüm hızıyla devam ediyordu. Ancak bu yıl işler her zamankinden çok olduğundan, bir kısmı ertesi güne ertelenmişti.
Gece çöktüğünde, telaş yerini sükûnete bırakmıştı. Mutfak tezgâhında, bir sonraki günün işleri için bekleyenler ise uyuyamıyordu. Aralarında en iri ve olgunu olan Domates, derin ve bilge bir sesle konuşmaya başladı:
"Ah!" dedi, "bugün ne kadar yorulduk. Bıçağın keskinliği, suyun sıcaklığı... Ama biliyor musunuz, insanların yüzlerindeki umut dolu bakışı gördüm ben. Kışın ortasında, lapa lapa kar yağarken, sofralarında bizi paylaştıklarında hissedecekleri o sıcaklığı düşünerek yapıyorlar tüm bunları."
Yanındaki ince, uzun, kırmızı Biber, tıpkı tadı gibi canlı ve hafif acı bir sesle heyecanla atıldı: "Paylaşmaktan mı bahsediyorsunuz... Ben bugün başka bir şey gördüm! Kadınlardan biri, arkadaşlarımı doğrarken en acı olanlarını ayırdı. 'Bunlardan birkaç kavanoz Ayşe Teyze'ye yapalım, o çok sever. Annem sağ olsaydı böyle yapardı,' dedi. İşte bu! Sadece kendi ailesini değil, annesinin can dostunu da düşünüyordu. Bu, ruhunu besleyen bir cömertlik değil de nedir?"
Derisi mor, gururlu ve tombik Patlıcan, sözlerini özenle seçerek usulca konuştu: "Arkadaşlarımızı ateşe attılar. Ateşin içinde, derileri kararıp içleri yumuşayana kadar beklettiler. Ardından kırmızı biberleri rengi kararıncaya kadar aynı ateşte pişirdiler. Sonra onları, zeytinyağı, sirke ve sarımsakla yoğurup dostluk sofralarının en kıymetli mezesi yaptılar. Annenin kızına, 'Al kızım, bir tadına bak! Nasıl olmuş?' derken ki o bakışı görmediniz mi? 'Ateşte yanmak buna değer mi?' diye düşündüm. Evet, değer dedim kendi kendime. Ölümlü dünya, hiç değilse çöpe gitmediler."
Derken, kurumak üzere iplere asılmayı bekleyen biberlerden biri, hüzünlü bir sesle konuştu: "Sizler hep iyilikleri görüyorsunuz. Ben bugün bir hileye şahit oldum. Pazardan aldıkları domates kasalarının dipleri çürük çıkmış. Adamın yüzündeki o hayal kırıklığını, 'İnsanın insana yaptığı bu hileye yazık,' deyişini unutamıyorum."
Anlık bir sessizlik oldu. Biberin sözleri hepsinin içini burkmuştu.
Domates, sesini yumuşatarak ve teselli ederek konuştu: "Doğrudur, hile yapmak insanoğlunun zaafıdır. Ama bak, hileye uğradıklarını görünce, kendi emekleriyle yetiştirdikleri seni, bizimle karıştırmadılar. Güneşe ve rüzgâra güvenerek kurutuyorlar. Bu, umudu kaybetmemektir. Hile yapandan bir daha almazlar, bu da gelip geçer. Kim kaybeder? Hile yapan pazarcı, elbette. Ama sen sofrada, onlara el emeğinin ve sabrın güzelliğini hatırlatacaksın."
Biber, hemen atılarak onayladı: "Evet! Komşuya gidecek o acılı arkadaşlarım da öyle! Belki Ayşe Teyze onlarla harika bir sos yapacak ve torunlarına, 'Bu, rahmetli dostumun kızının hediyesi,' diye anlatacak. İyilik, böylece dalga dalga yayılacak!"
Patlıcan, arkadaşlarının ateşte yanışını farklı yorumladı: "Belki de o hile, onlara kendi emeğinin, birbirine kenetlenmenin ve dostluğun kıymetini bir kez daha hatırlattı. Bazen en acı tecrübeler, en tatlı sohbetlerin ve en sıcak dayanışmaların tohumu olur."
Asılı Biber, bu sözlerle biraz olsun ferahladı. Rüzgârda hafifçe sallanan arkadaşlarını düşündü ve fısıldadı: "Belki de haklısınız. Belki de bizim görevimiz, sadece yemeklere lezzet katmak değil, onlara saflığın ve emeğin değerini hatırlatmak da olmalı."
Tam o sırada, sessiz sedasız bir köşede duran Tuz, kristal bir sesle söze karıştı: "Ne güzel şeyler söylüyorsunuz. Ama şunu unutmayın ki, ben olmadan hiçbirinizin lezzeti tam olmaz. Siz sevgiyle yetişir, emekle toplanır, dostlukla paylaşılırsınız. Ben ise, o sofraya son dokunuşu yaparım. O sofrada bir eksiklik, bir tatsızlık hissedilirse, bana bakarlar. 'Tuzu uzatır mısın?' diye seslenirler. İşte o zaman lezzet tamam olur."
Derin bir sessizlik oldu. Tuz'un bilge ve mütevazı sözleri, geceyi huzurla doldurdu. Her biri, kendi anlamını ve bir bütünün parçası olduğunu bir kez daha anlamıştı.
Sabah olduğunda, güneş ilk ışıklarını mutfağın içine düşürdü. Akşamdan kalan domatesler salçaya, biberler kavurmaya, patlıcanlar dondurucuya doğru yol aldı. İplere asılı biberler, güneşten enerji topluyordu. Tuz, her zamanki yerinde, sabırla o sofraları tamamlayacağı anı bekliyordu. Günün sonunda her biri, bir kış hazırlığının parçası değil, aynı zamanda dostluğun, paylaşmanın, emeğin ve nihayetinde tamamlayıcı bir muhabbetin parçası olduklarını anlamışlardı.