İnsan, zorluklardan kaçtığında değil; onları karşılayacak cesareti bulduğunda güçlenir. Hayatın belirsizlikler, kontrol dışı krizler ve travmatik olaylarla dolu doğası, insanların yoluna devam edebilme kapasitesini psikolojik sağlamlık (rezilyans) ile doğrudan ilişkilendirir.

Psikolojik sağlamlık, tek bir kişilik özelliğine indirgenemeyecek kadar derindir; bireyin sahip olduğu tüm içsel ve dışsal kaynakları yönetebilme, duygusal ve zihinsel kapasitesini olumlu yönde kullanabilme becerilerinin toplamıdır.

Sağlamlığı yüksek bireyleri diğerlerinden ayıran şey, daha az stres yaşamaları değildir. Bilakis, yaşadıkları zorlayıcı deneyimler onları güçlendiren, hatta dönüştüren bir sürece evrilir. Düşerken öğrenirler, kalkarken büyürler ve her çalkantılı dönemden kendilerini daha iyi tanımış hâlde çıkarlar. Stres, onlar için yıkıcı bir kuvvet olmaktan çıkar; dayanıklılıklarını pekiştiren bir itici güce dönüşür. Bu bireyler, değiştiremeyecekleri gerçekleri kabullendiklerinde kendilerini çaresiz görmez; aksine kontrol edebilecekleri alanlara odaklanarak enerjilerini en verimli şekilde kullanırlar.

Oysa pek çok kişi, psikolojik sağlamlığın doğuştan gelen bir yeti olduğunu düşünür. Oysa onlarca yıllık bilimsel çalışma, sağlamlığın öğrenilebilir, geliştirilebilir ve yaşam boyu güçlendirilebilir olduğunu göstermektedir. İnsanı zorluklar karşısında ayakta tutan iki temel kuvvet vardır: risk faktörleri ve koruyucu faktörler. İhmal, şiddet, yoksulluk gibi riskler bireyin kırılganlığını artırırken; iyimserlik, umut, mizah, sosyal destek, problem çözme becerileri ve zihinsel esneklik gibi koruyucu özellikler bireyi güçlendirir. Sağlamlık, tam da bu iki gücün çatışmasında ortaya çıkar: İnsan, hangi yönünü beslerse orada büyür.

Bu nedenle psikolojik sağlamlık, yalnızca zor bir duruma direnmek değil; kişinin kendi değerlerine bağlı kalarak, ilkesiz kazançların cazibesine kapılmadan yaşamını sürdürmesidir. Değerleri uğruna bedel ödemeyi göze alabilen birey, fırtınanın ortasında savrulmaz; kalabalığın içinde kaybolmaz; iç bütünlüğünü korur. Çünkü kısa vadeli kazanımlar çoğu zaman uzun vadeli ruhsal kayıplara dönüşür. Asıl sağlamlık, benliğini koruyabilmekten geçer.

Ve tüm bunların merkezinde, yaşamı olduğu gibi kabul edebilme olgunluğu vardır. Zorluklar kaçınılmazdır; kontrol edemediklerimizin varlığı da öyle. Bize düşen, bu gerçeklikle savaşmak değil; onunla birlikte nefes almayı, onunla birlikte büyümeyi öğrenmektir. İnsanı ileriye taşıyan, zorluklardan arınmış bir hayat değil; zorluklarla anlam bulan bir gelişme yolculuğudur.

Son olarak; hayat bize ne acıyı temelli bırakır ne de mutluluğu kalıcı bir misafir kılar. Her duygu, kendi süresi dolunca yerini bir başkasına bırakır. Bu gerçeği içselleştirebildiğimizde hem zor zamanlara daha dirençli oluruz hem de güzel anları kaçırmadan yaşayabiliriz. Umut ederim ki hepimiz, değişimin bu doğal akışında hem sabrı hem de şükrü aynı incelikle taşıyabildiğimiz bir ruh olgunluğuna erişiriz…