Toplum olarak en fazla konuştuğumuz alanlardan birisi de dindir. Dini bir konu gündeme geldiğinde hemen hemen herkesin bir görüşünün, yorumunun olduğunu görebilmek mümkündür. Herhangi dini bir mesele gündeme geldiğinde: “bence şöyle olması gerekir, bence haram değildir…” gibi farklı farklı konuşmaları duyabiliriz. Oysaki bilmediğimiz bir mesele hakkında konuşmak yerine:“ Bilmiyorsanız uzmanlara sorun.” (Nahl: 43) ayet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi ehline, uzmanına sormaktır. Maalesef çoğu zaman böyle yapmak yerine aklımıza geldiği şekilde konuşmayı tercih ediyoruz.
Başörtüsü konusu da üzerinde tam bilgi sahibi olmadan konuştuğumuz konulardan birisidir. Hemen hemen her yerde “Aslında Kur’an’da başörtüsü emredilmemiştir. Kur’an boyunların örtülmesini emrediyor, başörtüsü Araplardan geçmiş bir adet …” gibi ifadelere şahit oluyoruz. Hatta bu meseleyi halktan daha çok ilahiyat alanında belli bir eğitim almış ilahiyatçılardan veya bu alanda akademik çalışmalar yapmış ilahiyatçı akademisyenlerden duyabiliyoruz.
Gerçekten Kur’an başların örtülmesini emretmiyor mu? Kur’an’da başörtüsü yok mu? Kur’an sadece boyunların örtülmesini mi emrediyor?
Kur’an’ın sadece boyunların örtülmesini emrettiğini söyleyen kimseler delil olarak ta şu ayeti ileri sürmektedirler: “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine salsınlar” (Nur: 31) Onlara emredilen başların örtülmesi değil, ziynet yerleri olan boyunlardır. Boyunların kapatılmasıdır.
Her zaman söylüyoruz, yine söyleyeceğiz: “Müslümanların Kur’an’ı anlama problemleri yok. Kur’an’ı doğru anlama problemleri var.” Aynı şeyi başörtüsü ile ilgili ayet için de söyleyebiliriz. Önemli olan ayeti anlamak değil doğru anlamaktır. Kur’an’da başların örtülmesinin emredilmediğini söyleyen kimseler ya cehaletlerinden ya da art niyetlerinden dolayı ilgili ayeti gerçek anlamından uzaklaştırarak saptırmaya çalışmaktadırlar.
Kur’an bir konuda hüküm getirirken; İbkâ, İmhâ ve Islah olmak üzere üç yol takip etmiştir.
İbkâ: Önceki hükümlerin olduğu gibi kabul edilip devam ettirilmesidir. Her peygamber yeni bir şeriat ile gelmiş olsalar da çoğu zaman önceki hükümlerin tamamını yok saymamışlardır. Bazı hüküm ve uygulamaları aynen devam ettirmişlerdir. İslam öncesi Mekke toplumunda öldürülen bir insanın kan bedeli yüz deve olarak uygulanırken İslam da bunu aynen devam ettirmiştir.
İmhâ: Önceki hükümlerin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. İslam öncesi Araplarda leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların eti helal kabul ediliyordu. Kur’an bunların tamamını haram sayarak ortadan kaldırmıştır.
Islah: Önceki hüküm veya uygulamaların düzeltilerek alınmasıdır. Islah durumunda önceki hükümler aynen alınmadığı gibi tamamen de reddedilmemiştir. Onların üzerinde bazı değişiklikler yapılarak kabul edilmiştir. Kur’an’da bunun örneklerini çok sayıda görmek mümkündür. Kur’an gelmeden önce Araplarda hac ibadet vardı. Kur’an bunu aldı ama olduğu gibi değil üzerinde bazı değişiklikler yaparak aldı. Mesela Araplar hac yaparlarken telbiyeyi putlarının adına getirilerdi Kur’an Allah’ın adına getirilmesini emretti. Kurbanları putların adına keserlerdi, Kur’an Allah’ın adına kesilmesini emretti. Mekke’nin yerlisi olan Araplar Arafat’a çıkmazlardı, Kur’an onlarında Arafat’a çıkmalarını emretti. Araplar yer yer Kâbe’yi çıplak tavaf ederlerdi. Kur’an ihram giyilmesini ve çıplak tavaf yapılmamasını emretti. Namaz ve oruç gibi ibadetler de böyleydi. Kur’an bunları kabul etmekle birlikte üzerinde birçok değişiklikler yapmıştı.
Başörtüsü meselesi de bu türden bir uygulamadır. Kur’an’ın sıfırdan getirdiği bir hüküm değil, ıslah ederek almış olduğu bir hükümdür. İslam’dan önce Araplarda başörtüsü uygulaması vardı. Kadınların başları tamamen açık değildi. Farklı şekillerde örtünürlerdi. En yaygın örtünme şekli ise başörtülerinin uçlarını boyunlarının arkalarına bağlamak şeklinde olanıydı. Bizim bugün “KEÇİK” dediğimiz şekilde örtünürlerdi. Başlarına örtüyü alır ve iki ucunu boyunlarının arkasından bağlarlardı. Bu şekilde kafalarındaki saçları örtmüş olsalar da boyunları açık kalırdı.
Kur’an bu şekilde örtünmek yerine, “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.”(Nur: 31) şeklinde emrederek bu yanlış uygulamayı düzeltmiştir. Doğru örtünmenin ne şekilde olacağını göstermiştir.
Başlarında örtü olan bir kimseye: “Başına örtü al” denmez. Ama o kimse başörtüsünü yanlış bağlıyor ise “böyle bağlama, şöyle bağla” denilebilir. Onun için Kur’an: “Başörtülerini yakalarının üzerine(kadar) salsınlar” diyerek bu yanlış bağlama şeklini düzetmiştir. Yani başörtünüzün uçlarını boyunlarınızın arkasına doğru değil de yakalarınızın üzerine kadar indirerek bunu yapın demiştir. Bu şekilde örtünüldüğü zaman baş ile birlikte boyun da kapatılmış olacaktır. Yoksa ”yakaların üzerine salın” diyerek sadece boyunların örtülmesini emretmemiştir.
Bugün birçok kimse işin arka tarafını bilmeden veya bilse de art niyetinden ayeti saptırmaya çalışıyor. “Ayette “Başörtülerini yaklarının üzerine salsınlar” şeklinde emrediliyor. Buradan başların örtülmesi hükmü çıkmaz.” diyerek meseleyi çarpıtmaya çalışıyorlar.
Kur’an, başlarını yanlış örten kadınların başlarını düzgün bir şekilde örtmelerini emretmektedir.