Adaletin zıddı olan zulüm, Kur’an-ı Kerim’de en fazla ele alınan konulardan biridir. Adalet; “bir şeyi layık olduğu yere koymak, her hak sahibine hakkını vermek” anlamına gelirken zulüm ise “bir şeyi layık olduğu yere koymamak, her hak sahibine hakkını vermemek” anlamına gelir. Adaletin olduğu yerde zulüm, zulmün olduğu yerde adalet olmaz.  

Allah’ın en sevmediği kimselerin başında zalimler gelir. “(Resûlüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim: 42) ayet-i kerimesinde de buyrulduğu gibi Allah, zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir ve onları kendi hallerine bırakacak da değildir. İşledikleri zulmün karşılığını bir şekilde göreceklerdir.

                Bir insan neden zulme yönelir? Yaptıklarına pişman olmak yerine neden sürekli zulüm işlemeye çalışır?

 Bunun başta kin, hırs, çekememezlik, kendini beğenme gibi birçok sebepleri olsa da bizim üzerinde durmak istediğimiz nokta; zalimin işlemiş olduğu zulüm boyutudur. Zalimlik ile yapılan zulüm arasındaki ilişkidir.

Zalim kendinden başka kimseye güvenmez. En yakınındaki kimselerden dahi şüphe duyar. Onlardan ufak bir şüphe hissettiği anda onları ortadan kaldırma konusunda hiç tereddüt etmez.

                Tarih boyunca iman ve küfür var olagelmiştir. İmanın olduğu yerde küfürde olmuştur. Allah (cc) peygamberler göndermiş ama kişileri iman veya küfrü tercih etme konusunda onları serbest bırakmıştır. Kimseyi zorla tercih etme durumunda bırakmamıştır. Onun için kıyamete kadar iman ve küfür devam edecektik. Allah küfre müsaade etmiş olsa da zulme asla müsaade etmemiştir. Zalimlere bir süre verse de onları asla devamlı kılmamıştır. Çoğu zaman bir zalimi başka bir zalim ile ortadan kaldırmıştır.

                Zalim, kendi zulmünden korkar. İşlemiş olduğu zulmün, akıtmış olduğu kanların bir gün kendisini boğacağından korkar.

                Firavun, rüyasında İsrailoğullarının oturduğu mahalleden çıkan bir ateşin kendi sarayını yaktığını görmüştü. Rüyası; “İsrailoğullarından doğacak bir erkek çocuğu seni sarayından ve krallığından edecek” şeklinde tabir edilmişti. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğullarından dünyaya gelen her erkek çocuğunu öldürmeye başlamıştı. Bir taraftan erkek çocukları doğuyor diğer taraftan da Firavun onları öldürttürüyordu. Bir tane dahi erkek çocuğunun yaşamasına imkân tanımıyordu. Tahtını kaybetme korkusu hiç bitmiyor ve buna paralel olarak zulmü de artarak devam ediyordu. Tahtta kaldığı süre uzadıkça akıttığı kanlar da artıyordu.

Firavun ne kadar zulmünü artırsa da Allah (cc) Musa (as)’ı doğduğu andan itibaren sarayına yerleştiriyor ve kendi elleri ile büyütülmesini sağlıyordu. Yani kendini tahtından edecek çocuğu sarayında kendi elleri ile büyütüyor ve sonunda onu kovalarken denizde boğuluyordu. Firavun ne kadar istemese de takdiri ilahinin karşısında duramamış ve kendi zulmünde boğulmuştu.

Tarihte binlerce zalim krallar, yöneticiler gelmiş ama hepsi de bir şekilde yaktıkları zulüm ateşi içerisinde yok olmuşlar. Allah belli bir mühlet verse de sonunda onları yakalayarak zulümlerine son vermiştir.

Firavun’un yaşadığı duygunun benzerini bugün İsrailli yöneticiler yaşamaktalar. Bir taraftan Gazze halkını çoluk çocuk demeden bombalarken diğer taraftan da o bombardımandan sağ olarak çıkacak çocukların bir gün gelip kendilerinden intikam alacağından korkmaktadırlar. Onun için hiçbir kimseyi sağ bırakmak istemiyorlar. Öldürüyorlar, öldürdükçe daha da zalimleşiyorlar. Ama o akıttıkları kanların bir gün gelip kendilerini boğabileceğinin de korkusunu yaşıyorlar.

Masum birini katleden zalim, diğer taraftan da kendi sonunu hazırlar. Birilerini katlederken onunla beraber geride yetim çocuklar da bırakır. Gün gelir o yetimler büyür ve babalarının intikamını alabilecek yaşa ulaşırlar. İlk fırsatta da kendilerini küçük yaşta yetim bırakan, sevdiklerini ellerinden alan zalime hesap sorarlar. O zalim de kendi zulmü içerisinde boğulur gider.

Gazze halkıda bugün bunları yaşıyor. Bir zamanlar babaları İsrailli zalimler tarafından şehit edilerek yetim bırakılan o çocuklar büyüdüler ve silah tutabilecek, roket kullanabilecekyaşa ulaştılar. Şuanda da babalarının intikamını almaya başladılar. Zalimler onların üzerine bomba yağdırdıkça Gazze halkının intikam ateşi daha da büyümektedir. Akan masum kanları, geride kalanların intikam duygularını büyütmektedir. Bu duygular her geçen gün daha da artacak ve sonunda o zalimleri içerisinde boğacaktır.

Sapan taşı atarken yok edilemeyen bir nesil, füze fırlatacak, roket atabilecek seviyeye geldikten sonra asla yok edilemeyecektir. İsra suresi 4-8 ayet-i kerimelerinde İsrailoğullarının iki kez fesat çıkaracaklarından bahsedilmektedir. İlk fesattan sonra Allah tarafından üzerlerine gönderilen ordular ile ağır bir şekilde cezalandırıldıklarını ama Allah’ın daha sonra tekrar kendilerine imkân verdiği hatırlatılmaktadır. Düzgün bir şekilde yaşamlarını devam ettirmedikleri ve tekrar eski bozgunculuk dönemine dönmeleri durumunda da Allah’ın da tekrar onları cezalandıracağı belirtilmektedir. Görünen o ki Yahudiler sözlerine sadık kalmamış ve her geçen gün zulümlerini daha da artırmaktadırlar. Onların zulmü artıkça yok oluşları da yaklaşacak ve sonunda arkasına sığınabilecekleri bir taş dahi bulamaz duruma düşeceklerdir.

Ne zalimler ne de o zalimlerin zulmü payidar olmayacaktır. Bu sınavda şehit olanlar kazanırken zulmü gerçekleştiren ve bu zulme sessiz kalanlar ebediyen kaybedeceklerdir.