(Aile Bütünlüğünü Korumak)

                Bu yazımızda aile bütünlüğüne zarar veren kanunlardan 6284 sayılı kanundan bahsedeceğiz. Sözde aile içi şiddeti azaltmak için yürürlüğe konulmuş bu kanunun sebep olduğu olumsuz sonuçlara değineceğiz.

6284 sayılı kanun, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi maksadıyla İstanbul sözleşmesinin hükümlerini temel alarak hazırlanmış bir kanundur.

                11 Mayıs 2011 yılında İstanbul’da imzalanan ve Türkiye’nin ilk imzayı attığı bu sözleşme ilk günden itibaren birçok tartışmaları da beraberinde getirmişti. Aileyi korumak ve kadına yönelik şiddeti önlemek amacıyla imzalanmasına rağmen bu sözleşmeyle birlikte aile yapıları hızla dağılmaya ve kadın cinayetleri artmaya başlamıştı. Bu kanun başta feminist ve LGBTİ dernekleri tarafından büyük destek görse de toplumun büyük bir kesimi tarafından eleştirilmeye başlanmıştı. Gelen tepkilerin artması üzerine Türkiye tekrar 20 Mart 2021 yılında bu Sözleşmeden çekildi.

                Türkiye her ne kadar İstanbul Sözleşmesinden çekilse de bu sözleşme çerçevesinde oluşturulan 6284 sayılı yasayı uygulamaya devam etmektedir. Bu kanunun yürürlükte olduğu için sadece İstanbul sözleşmesinden çekilmiş olmak pek te bir anlam ifade etmemiş oldu.

                Aileyi korumak ve kadına şiddeti önlemek adına konulan bu kanunun neyini tartışacağız? Aklı selim olan her insan ailenin korunmasını ve kadına şiddet uygulanmamasını ister. Sahip olduğumuz inanç ta buna asla müsaade etmez. Eşleri “Allah’ın emanetleri” olarak kabul eden bir dinin kadınlara yönelik en ufak dahi olsa bir şiddeti tasvip etmesi beklenemez.

                Burada asıl tartışılan konu ailenin korunması ve kadına şiddetin uygulanması değil, bu kanunun gerçekte aileyi ne kadar koruduğu ve kadına şiddeti ne kadar engelleyebildiğidir? Eğer bu kanun aileyi korumak ve kadına şiddeti engellemek için çıkarılmış ise neden bu suçlar artarak devam etmektedir? Bu kanun yürürlüğe girdikten sonra neden bu suçlarda daha fazla artış olmaktadır?

Asıl tartışılması gereken nokta burasıdır. Yoksa aklı selim hiç kimse aileye yönelik bir tehlikeyi ve kadınlara yönelik bir şiddeti asla kabul edemez. Sadece kadına değil hiç kimseye şiddeti kabul edemez. Hatta insan olsun hayvan olsun hiçbir canlıya şiddeti hoş göremez. Hoş görmediği gibi engellemek için de elinden gelen her türlü çaba ve gayreti son noktasına kadar kullanır.

6284 sayılı kanuna karşı çıkmak, aile yapısını korumaya karşı çıkmak değildir. Kadına yapılan zulmü hoş görmek, ona taraftar olmak hiç değildir. Burada karşı çıkılan nokta bu kanunun amacına hizmet etmemesidir. İçermiş olduğu özellikleri ve aile içerisindeki problemi çözmeye yönelik sunmuş olduğu yöntemleri ile kadınları korumaktan ziyade onlara yapılan işkencenin ve zulmün artmasına sebep olmasıdır. Bu durumu bir hastalık için kullanılan ilaca benzetebiliriz. Doktor bir hastaya bir ilaç yazar. Daha sonra onu gözlemler. Eğer ilaç hastalığı tedavi etmiyor ise ilaç değişikliğine gider. Değişikliğe gitmek yerine aynı ilaçta ısrar ederse hastalık tedavi edilmediği gibi belki de yan etkilerinin etkisi ile daha da ilerleyecektir.

6284 sayılı kanunu incelediğimizde baştan sona eksik ve ucu açık ifadeler ile doludur. Her maddesinde ayrı problemler içermektedir. Bu kanunda şiddet şu şekilde tanımlanmaktadır: “Şiddet: kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı”

Hukuk devletinde “kanunilik” çok önemlidir. Hangi eylem veya eylemlerin suç olduğunun sınırlarının çok açık ve şüpheye yer vermeyecek biçimde, kesin bir şekilde tanımlanması ve çizilmesi gerekir. Oysaki ilgili maddede şiddetin tanımında bu durumu görmek mümkün değildir. Yine şiddeti kimin uyguladığı da belirtilmemiştir. Fakat kanun kadına yönelik şiddeti önlemek için çıkarıldığı için geri planda şiddet uygulayanın erkek olduğu anlaşılabilir.

Bu şiddet tanımına göre aile içinde kadının kocasına, kocasının da hanımına karşı her türlü davranışı bir şekilde şiddetle irtibatlandırılabilmektedir. Ev içerisinde eşi ile tartışan kadın veya erkek yaşamış olduğu süreci mutlaka bu kanunla bir şekilde irtibatlandırabilir. Hatta kendisi istemeden, eşinin zorlaması ile cinsel ilişkiye zorlanan bir kadın dahi şiddete maruz kalmış sayılmış kabul edilecektir. Eve geç geldiğinden dolayı oğluna veya kızına kızan bir anne-baba kişisel hürriyeti engellemekten dolayı şiddet uygulamış kabul edilebilecektir. Yani şiddet kavramının alanı hayatın her yönünü kapsarken nelerin şiddet sayılıp sayılmayacağı belirtilmemiştir. Onun için aile içinde yaşanan her türlü tartışma şiddet olarak algılanabilecektir.

Yine aynı kanunun maddelerinden birisi şu şekildedir: “Şiddet Mağduru: Bu kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi veya şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri”

Yani aile içinde eşler arasında yaşanana tartışmadan kadın şikayetçi olabileceği gibi aile içerisindeki çocuklar da bu durumdan şikayetçi olabilecektir. Çocuk anne babası arasında yaşanan tartışmadan dolayı anne-babası hakkında şikayetçi olabilecektir.

Kanunun en acı tarafı ise bu tür şikayetlere kalan maruz kalan erkeğin mahkeme kararıyla evden uzaklaştırılması ve bu süre içerisinde ne eşinin ne de çocuklarının yanına yaklaşamayacak olmasıdır. Hatta sadece evden değil, onların çalıştığı iş yerine ve okudukları okula dahi yaklaşamayacak olmasıdır.

Bu kanunun sadece kabul edilebilecek cümlesi “ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin engellenmesidir” cümlesidir. Onun dışındaki her şey hem insan fıtratına hem de aile yapısına terstir. Çıktığı günden beri de aileleri korumak yerine yıkımına sebep olmuştur. Kadına şiddeti azaltmak yerine artırmıştır. Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sürekli olarak kadın cinayetleri artmıştır.

Eşler arasında tartışma yaşanması son derece doğal bir durumdur. Her ailede az veya çok farklı sebeplerden tartışma olabilir. Yaşanan bu tartışmalarda eşlerden birini evden uzaklaştırmak çare değildir. Bugüne kadar yaşanan hadiselerde de genellikle evden uzaklaştırılan erkekler olmuştur. Yaşanan her tartışmada erkeği evden uzaklaştırmak onu daha da öfkeli hale getirmektedir. Uzun süre evinden, eşinden ve çocuklarından uzak kalan erkeğin tekrar ellerinde çiçeklerle evine dönmesi beklenemez. Yaşamış olduğu maddi ve manevi zorluklar onu daha da sinirli hale getirmekte ve o öfke ile evine döndüğünde daha büyük tartışmalar yaşanmaktadır. Hatta yer yer bu tartışmalar cinayetlerle sonuçlanabilmektedir.

Eşler arasında ara ara tartışmanın yaşanması doğal olduğu gibi bunu en aza indirmenin yolu da yine eşler arasındaki anlayıştan geçmektedir. İki tarafın birbirini dinleyerek orta bir noktayı bulmaları amaçlanır. Eğer eşler bu sorunu çözmede yetersiz kalırlar ise araya büyükler girer. İki taraftan aklı selim kişilerin hakemlik yapması ve gerekli yol göstermeleri ile sorun daha fazla büyümeden çözülebilir. Bu şekilde yapmak hem daha etkili hem de fıtrata uygun olanıdır. Aksi halde aileleri kurtarmak yerine yıkmaya devam edeceğiz.

Aile içerisindeki şiddeti engellemek için çıkarılan bu kanun, şiddeti engellemek yerine şiddetin daha da artmasına sebep olduğu için bir an önce bu yanlıştan dönülmelidir.