Atalarımız “Asıl azmaz, bal kokmaz” demişler. Bal bozulmayan bir gıdadır. Mısır’da Firavun mezarlarından çıkmış 3000 yıllık balın var olduğu ve hala da özelliklerini muhafaza ettiği söylenir. Balın kokmaması içerisine mikropların karışamamasıdır. Bal yapısı gereği içerisinde mikrop barındırmaz. Balın içerisine yabancı bir şey atıldığında atılan şey hafif ise yukarı çıkarır, ağır ise alta indirir.

İslam dininin içerisinde de hiçbir zaman yanlış düşünce fikirler barınamaz. Din de bu özelliği ile bala benzetilebilir.  Zikri ve fikri bozuk bazı art niyetli kimseler, kendilerini Müslüman göstererek dinin içerisinde bir yere gelmeye çalışsalar da er veya geç bunların gerçek yüzleri ortaya çıkar. Allah, dinin aleyhinde çalışana dinin içerisinde itibar nasip etmez. art niyetli kimselerin hem şahıslarını hem de fikirlerini ortaya çıkarmaktadır.

Hz. Peygamber (sas)’in erkek çocukları ölüyordu. Müşrikler Hz. Peygamber (sas)’in çocuklarının ölmesi üzerine ona “ebter” (soyu kesik) dediler. Bu şekilde Hz. Peygamber ile alay etmeye çalışıyorlardı. Bunun üzerine: “Sana buğzeden (yok mu? İşte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz Odur.” (Kevser: 3) ayet-i kerimesi nazil olarak asıl o müşriklerin soylarının kesik olacağı ifade edilmişti.

Ayete geçen “ ebter” kelimesini “soyu kesik, nesli devam etmeyecek” şeklinde anlayabileceğimiz gibi “zikri ve fikri kesik” şeklinde de anlayabiliriz. Yani Allah (cc) sadece onların soyunu ortadan kaldırmayacak onların insanlar arasında hayırla anılmasına da müsaade etmeyecek demektir. Bunun yanında yanlış düşünce ve fikirleri ile dine zarar vermeye çalışan kimselere de gerçek manada başarı nasip etmeyecek demektir. Onların başarıya ulaşması mümkün değildir. Bu tür kimseler yaşadıkları dönem içerisinde çevrelerinde belli bir kitle toplasa da daha sonra adı-şanı unutulacak ve hafızalardan silinip yok olup gidecekler demektir. Fikirleri de ya unutulacak ya da yanlış fikirler olarak nesiller boyu aktarılıp gideceklerdir. Bu şekilde de hayırla değil şerle yâd edileceklerdir.

Emevî ve Abbasiler döneminde üç grup âlimlerden bahsedilir: 1. Sapık bir mezhebe mensup olan ve yanlış fikirlerin savunuculuğunu yapan kimseler. 2. Sultanların sofralarında oturan, onlardan nemalanan ve onların istedikleri şekilde fetva veren kimseler. 3. Ne pahasına olursa olsun hakikati söyleyen âlimler. Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî ve Ahmed bin Hanbel gibi kimseler bunlardandı ve sayıları bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar azdı. Ebu Hanife onların istediği fetvaları vermediği için zindanlara atıldı ve orada işkenceler ile şehit edildi. Ahmed bin Hanbel’e her gün yüz sopa vuruyorlardı. İmam-ı Malik’i eşeğe ters bindirip Medine sokaklarında gezdiriyor ve çocuklara taşlatıyorlardı. İma-ı Şafiî öldüreceklerdi ama sevdiği biri aracılığı ile Mısır’a kaçırılmıştı.

Bugün gelinen noktada sultanların saraylarında yemlenen yüzlerce âlimi kimse tanımamaktadır. Hem adları unutuldu hem de fikirleri. Ama hakikati söylediklerinden dolayı işkencelere maruz bırakılan âlimlerin hem isimleri hem de fikirleri bugünlere geldi. Dünyada dört Müslüman var ise biri Hanefî, biri Malikî, biri Şafiî, biride Hanbelîdir. Yani o zaman işkencelerle susturulmaya çalışılan kimselerin bugün hem zikirleri hem de fikirleri yaşamaktadır.

Bugüne kadar yüzlerce krallar, padişahlar, vezirler, devlet başkanları geldi geçti. Ama onlardan çoğunun isimleri dahi hatırlanmaz oldu. Hatırlananlar ise ya zulümleri ile ya da kötülükleri ile hatırlanmaktadırlar. Fakat Ebu Hanife, İma-ı Malik, Abdulkadir Geylanî, Bahaeddin Nakşibendi, Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Mevlanâ gibi nicelerinin isimlerini hiç kimse unutmaz. Bunların hem yolundan gidenler eksik olmaz hem de fikirleri kaybolmaz. Ama bunlardan hiçbirisi, isimlerinin unutulmaması için bir şey yapmadılar. Tek yaptıkları şey Allah’ın rızasından ayrılmamak, O’nun rızasından başka bir rıza gözetmemekti.

Allah kendisi ile beraber olan, kendi rızasını gözeten kimselerin hem zikirlerini (isimlerinin hayırla anılmasını) hem de fikirlerini ölümsüzleştirmektedir. Kendisi ile beraber olmayan, rızasını gözetmeyen kimselerin ise hem zikirlerini hem de fikirlerini devam ettirmemektedir. Devam edenler de hayırla değil, şerleri ve yanlışları ile anılmaktadırlar.   Onun için hak ile beraber olan kimseler her zaman ve her yerde kazanırlarken hakkın karşısında yer alanlar her zaman ve her yerde kaybetmeye mahkûmdurlar.