1.Ailenin Üstün Değer Oluşu ve Aile Üyeleri Arasında Dayanışmanın Önemi
Aile, evlenme ile birbirine bağlanmış, aynı konutta yaşayan, aynı geliri ortaklaşa paylaşan, karı-koca, ana-baba, evlat-kardeş gibi değişik roller üstlenen kişilerin oluşturduğu, birbirlerini sürekli etkileyen küçük bir topluluktur. Aile, toplumu oluşturan temel birimdir.
Ailenin başlıca fonksiyonu, fertlerinin;
a) fizyolojik ihtiyaçlarını (beslenme, yatma, giyinme) gidermek,
b) hayata hazırlanmalarını sağlamak,
c) duygusal ihtiyaçlarını karşılamaktır. Ne var ki, çok sayıda aile bu üçüncü işlevi yerine getirmede yetersiz kalmaktadır. Oysa, küçük, büyük herkesin duygusal yönden sağlıklı olarak gelişmesi, hem kendisi, hem de toplum için son derecede önemlidir. Bu bakımdan aile, her yaştaki fertlerinin söz kousu temel ihtiyaçlarını, elden geldiğince karşılamaya çalışmak durumundadır. Bu da ancak aile fertleri arasındaki dayanışma ile gerçekleşebilir.
Aileyi yaşatan ve fertlerini fedakârlıkta bulunmaya götüren iki güçlü bağ akrabalık duygusu ve sevgidir. Akrabalık duygusu köklü bir aidiyet duygusuyla ayakta kalır. Aidiyet, kişinin ya da toplumların ya atalarının ya da gönül bağı olduğu kişi ya da toplumların geçmişte yaşadıkları hatıraları gelecekte de birlikte yaşamak ve yaşatmak arzusundan kaynaklanır. Nasıl ki, biz, Hintli Müslümanlarla ortak değerleri aramızda 4-5 bin km. mesafe olmasına ve dillerini anlamamış da olsak İslamlık potasında kendimizi bir ve aynı sayabildiğimiz gibi yine on bin km. uzaklıktaki Amerikalı ile bir Rum da hemen Hıristiyanlık potasında birbirlerine aidiyetlik duygusuyla yakınlaşırlar. İşte bunun gibi aile üyeleri birbirlerinden uzakta da yaşasalar, farklı dilde duygu ve düşüncede de olsalar aynı ailenin, aynı sülalenin üyeleri olmaları hasebiyle elemlerine ve sevinçlerine din bağı ile katılırlar. Ailede ya da akrabada önemli bir yere gelen kişinin itibarından buna akrabası olan ama hiçbir katkısı olmayan bireyler de pay alırlar. Yine ailede ya da akrabada yüz kızartıcı bir suç işleyen kişinin kendisine getireceği leke akrabası olan ama bu suçta hiçbir dahli olmayan bireylerin de lekelenmelerine neden olur. İşte aile ve akraba olmak böyle duygu yüklü etkin bir bağdır.
Sevilmek, sayılmak, takdir edilmek insani bir duygudur. İnsanlar birbirlerini kıskanırlar ama anne ve babalar ile evlatlar arasında kıskanma olsa da minimum düzeyde kalır. Ebeveynlerin başarısı ve iyiliği çocukların şansı, çocukların iyiliği ve başarısı da ebeveynlerin iftihar vesilesidir. Çünkü bunların arasındaki sevgi bağı çıkara bağlı değildir.
Demek oluyor ki sevilmek, bir ihtiyaçtır. Çocuk, anne-baba ve yakınları tarafından sevilmediği zehabına kapılırsa mutsuz olup aile bağları çözülür.
Aile içi ilişkilerde karşılıklı anlayışla, anlaşmazlıkları kavga ile değil, yapıcı diyaloglarla gidermenin önemini kavramak gerekir. Ailede baba ve annesiyle birlikte yaşayan öğrencilerle yatılı okuyan öğrencilerin ebeveynlerine bağlılıkları arasında farklılıklar oluşur.
Bütün bunlar, şunu gösterir: Ailede sevgi temel şarttır. Ancak sevgi, saygı ile güçlendirilmesi gerekir. Çünkü insan ilişkilerinde saygı ve sevgi yan yana bulunur. Her iki toplumsal değer aile üyelerinde dayanışma değerini de işlevsel kılar.
İhtiyaçların karşılanamaması bireylerde tepkilere neden olur Bu tepki her yaştaki insanda görülür. Sağlıklı bir aile üyeleri bu tepkiyi sorunu çözümü yönünde çaba gösterirken, sağlıksız aile üyeleri sorunu büyütme eğilimini seçerler. Oysa ki asıl olan sorun çıkartmak değil, sorunun çözümünde rol almak gerekir. Yokluk, sıkıntı, hastalık aileyi dört bir yandan sarsa da dayanışma sayesinde bunların üstesinden gelinir. Bundan dolayı başarılı ve mutlu aile «birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için» diyebilen ailedir.
İnsanlar var olduklarından bu yana aileler kurmakta, aileler de nesilleri oluşturup yetiştirmektedir. Bireyler toplumsal değerlerin ideal ve yarar değerleri aile içinde öğrenirler. Bazı aileler çocuklarına, ideal değerleri öngörüp vatana, millete, dine, diyanete faydalı bireyler olması için telkinde bulunurken, bazı aileler de yarar değerleri öngörerek çocuklarının fırsatları değerlendirip bir an önce önemli mevkilere gelmesini salık verirler. Yani bazı bireyler kendilerini, millete, devlete hep verecekli olduklarına, bazı bireyler de kendilerini, milletten, devletten hep alacaklı olduklarına, inandırırlar.
2.Kadının Aile ve Toplumdaki Yeri
Kadın, ideal anlamda lâyık olduğu yeri, yüzyıllarca ne ailede ne de toplumda bulabilmiştir. Günümüzde bile kadın statüsünün yerli yerince belirlendiği ve güvenceye kavuşturulduğu söylenemez. Yalnız bunda biraz da kadınların iyi bir öğrenim alıp hayata ve topluma donanımlı ve özgüven içinde yaşama imkanını elde edemeyişleri de kısmen rol oynamaktadır. Bu durumun nedenler şöylece belirtilebilir:
Kadın, erkeğe göre bedenen daha güçsüzdür. Ayrıca, gebelik aylarında kendine ve doğum sonrası çocuğa bakmak için uzun süre evde kalmak zorundadır. Bu gibi durumlar toplumsal hayata 3-4 yıl gibi hatırı sayılır bir zaman diliminde katılmasını önlemiş ve ev içindeki iş hayatı üzerine konumlanır. Sözgelimi, ilkel toplumlarda erkek av savaşa giderken, kadın bitki kökleri veya meyve toplamak ve ev işi görmekle yetinir.
İnsanlık tarihinin önemli bir zaman dilimini kapsayan ziraat toplumu evresinde özellikle kasabalarda ve kentlerde yaşayan kadınların etkin rol alamayışları, üretime katılamamaları onları erkekten daha geri bir statüye sahip oluşunda önemli rol oynar.
İlkel olsun gelişmiş olsun dinler kadının fizyonomik yönden erkekten farklı ve naif yaratılışta oluşunu kadınlar lehine pozitif ayrıcalık yapılmasına neden olmuşsa da daha sonraları ataerkil aile geleneğinin baskıları kadının eve kapatılmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca, kurulu düzenin devamından yarar sağlayanların aşırı tutucu yaklaşımlar dini kılıfla pekiştirilerek kadının daha yüksek bir statü edinmesini güçleştirmiştir.
3.Eşler mutlu yuva kurmak için, bireysel tercih ve eğilimlerinden ne ölçüde ödün vererek katkı yapabilirler?
Eş seçiminde yakışıklı, gösterişli, güzel, zengin gelin/damat değil, eğitim ve varlıkça denkliği gözeterek, akıl sağlığı yerinde, ahlakı/huyu düzgün ve görgülü eş seçerek, çalım tavşan avlamaz özlü sözü gereği (gösterişlilik, fiziksel alımlılık insanın sireti (huy, mizaç, tabiat, karakter, kişilik) ni belirlemediğini dikkate alarak kendimize hanım/koca mı oğlumuza eş olacak gelin mi, kızımıza koca olacak damat mı, yoksa düğünlerde derneklerde sergileyip övüneceğimiz bayan/bay mankenler mi arıyoruz? Önce bunun cevabını kendi kendimize verelim. Greklerin 7 Bilgesinden biri olan Lindos’lu Kleobulos diyor ki; “Küfvün olan bir kadınla evlen, daha bir zenginini alırsan elde edeceğin akraba değil efendilerdir”.
4.Ailenin Gerekliliği Üzerine Bazı Sorular ve Cevaplar
4.1.Uyumlu bir evlilik, mutlu bir yuva nasıl kurulur?
Gaye değerleri yarar değerlerin önüne koyarak (öncelikle, ziynet eşyasıyla, dayanıklı tüketim mallarıyla değil, bir insanla evlendiklerinin bilincinde olarak), eşlerin Tanrı’nın emaneti olduklarını ve birbirlerine tahakküm ve baskı yapmadan eş olmanın gerektirdikleri, yani ne kadının ne de erkeğin önceliklerinin değil de ya Yüce yaratıcının rızasına ya da salt “adalet” ilkelerine uyarlanma bilinciyle karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesinde hareket ederek kurulur.
4.2.Dinamik Evlilik Nasıl Sürdürülür?
Evlilik, ömür boyu sevginin tezahürleri olan his ve heyecanla götürülemez. Belli bir süreden sonra zihnin aklıselim denilen kısmı devreye girmezse, evlilik tehlikeye düşebilir. İnsan öyle bir varlıktır ki elde etmek istediğine ulaşmak için akıl almaz çabayla gözü karalık gösterir. Ancak elde ettikten sonra onu tüketip gündeminden düşürür. Yeni evli çiftlerin zaman içerisinde birbirlerine duydukları sevginin nasıl kaybolduğunu karikatürize eden bir betimleme vardır. Can cana/yan yana/sırt sırta/git öte.
Yine sevdiği kız için katlandığı tehlike ve fedakarlığın abartılmasını, güzelliğin gelip geçiciliğini belirtmek için söylenen söz: Bir zamanlar görebilmek içim ölümü bile göze aldığım yarin lülesi, meğer bizim kocakarının bir tutam beyaz kılıymış. Zaman insanları değirmenin buğdayı öğüttüğü gibi eritiyor.
İnsanlarda olgunluk döneminde “aklıselim” bu dönemde devreye girip hazzın yalnızca nefsani olmadığını, zihni ve kalbî (gönülle ilişkin) hazların da önemli olduğunu kavrar. Çocuk edinme sürecinde, erkek baba, kadın anne olma heyecanını duymaya başlar. Bu süreçte erkek ve kadın aynı varlığa odaklandıkları ve bu varlığın annenin bedeninde taşınması ve gelişmesi söz konusu olduğundan erkek hanımına eskisinden daha çok ihtimam gösterip, itinalı davranıp hassaslaşır. Karı koca arasında küllenmeye başlayan başlangıçtaki derin muhabbet yeniden canlanıp yeşerir. Çocuk sayısı belli bir sayıya ulaştıktan sonra, yeni hamilelikler aradaki muhabbet ve ilgiyi tavsatır ama bu kez de karı-kocanın ilgileri önce doğan çocukların yetiştirilmesi ve eğitimleri etrafında odaklandığı görülür. Böylelikle ortak, sevgi, sorumluluk ve kaygılar, ortak gıda ile beslenmeler her biri farklı birey olan karı-kocayı eş/aile potasında sanki tek bir kişilikmiş gibi bir kıvama getirir.