Afşin’in 1944’ten önceki ismi olan Efsus’un yanı başında –nam-ı diğer Yarpuz- biçiminde anılan bu sözcükle ilgili Afşin Ashab-ı Kehf’te verdiği bir konferans metnini kitaplaştırarak Eshabü’l Kehf adıyla yayımlayan Faruk Sümer Hoca’nın bir yorumunu değerlendirmeğe almak gerektiği kanısındayım. Yarpuz: Bu da Türk’lerin şehre verdikleri isimdir. Bu ismin verilmesi XlV. yüzyılda olabilir. Oysaki 1563 yılında Maraş’a ait Defteri Hakani kayıtlarında Afşin’in ismi karye-i Efsus geçmektedir. Yarpuz Türkçe bir kelime olup Kaşgarlı Mahmud’un Xl. yüzyılda yazdığı eserinde geçer. Yarpuz, “güzel kokulu bir ot, kır nanesi” şeklinde manalandırılmıştır. Efsus ve Yarpuz’un Arabissos ile ilgili olduğu açıktır. Yani Arabissos’u Türkler Yarpuz yaparak Türkçeleştirmişlerdir.[1] Ancak Sümer Hoca bu yorumu yaparken tarihsel süreçte bir atlama yapıldığı izlenimine düşürüyor bizleri. Eğer Türkler Arabissos adını değiştirmişlerse önce Afşin Bey’e izafeten Afşin, daha sonra da Yarpuz’a dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu durumda da Efsus ismi arada kaynamaktadır. Oysaki Efsus’un, Yarpuz isminden sonra kullanıldığına ilişkin tarihsel belge bulunmaktadır. Çünkü Afşin’in, ilçe olmazdan önce ismi Yarpuz’dur. Üstelik dikkat çekici bir durum da şudur ki, Osmanlıların fethettikleri ya da ele geçirdikleri bölge ve yerlerin adını değiştirmedikleri genel bir kanıdır. 1563 Maraş Tahrir Defteri kayıtlarında Afşin’in ismi Karye-i Efsus nam-ı diğer Yarpuz[2] isimleri geçmektedir. Yarpuz’un 6 km güneyinde Telafşun köyü vardır. Muhterem Hocam büyük alimimiz Merhum Ord. Prof. M. H. Yinanç, bu Telafşun’un adını, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline getirilmesinde hizmeti geçen Sultan Alparslan devrinin değerli kumandanlarından Afşin Bey’den aldığı görüşünde idi. Bu sebeple bu güzel toprakların evladı ve bu güler yüzlü insanların kardeşi olan Hocamız ile yine o dönemin hamiyetli Millet Vekillerinden Sayın Hasan Reşid Tankut Bey’in tavsiyeleri üzerine, Belediye Meclisi kararı ile 1944 yılında şehre Afşin adı verilmiştir. [3]

XI. yüzyılın ünlü Türk lügatçisi Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat-it-Türk’ünde Yarpuz’a güzel kokulu bir ot, kır nanesi ve yılan yiyen bir hayvan, firavun sıçanı anlamlarını verdiğini görüyoruz. Yılan, yarpuzdan kaçar. Örnek olarak da ‘Kança barsa yarpuz utru kelür’, yani yılan yarpuzdan kaçar, (fakat) nereye gitse ona karşı gelir’. (Bu sav, sevmediği şeyden çekinen ve fakat yine o şeye yakalanan kimse için kullanılır)[4]. Zamanımızda Yarpuz’un yerini Afşin almıştır ki, hayret vericidir. Afşin, Yarpuz’a yakın bir tepenin adı idi. Bu sebeple bu iki ad yan yana yaşatılabilirdi. Eshabü’l-Kehf’in uyuduklarına inanılan yer, Yarpuz’un (Afşin) hemen batısındadır. Bizim müellif gibi eski ve tanınmış birçok müellif de Eshabü’l-Kehf’in, yani mağara yârânı’nın burada olduklarına inanmışlardır.[5] (Bundan dolayı Maraş Beyi Nusrete’d-din Hasan (ölümü: 1234) burada bir ribat, bir kervansaray ve bir de cami yaptırmıştır. Dulkadirliler da burada bazı binalar meydana getirmişler ise de bunlar harap olmuştur)”[6].

1944 yılına kadar Elbistan ilçesine bağlı bir nahiye olan Afşin’de asıl gelişme Cumhuriyet döneminde başlamıştır. Bu dönemde kale çevresindeki merkez olmak üzere doğu, batı ve kuzeye uzanan anayollar boyunca gelmiştir. Mevcut olan Dedebaba Mahallesindeki, Ulu cami, Dedebaba türbesi ve bu alanın kuzeyi ile Pınarbaşı Mahallesinin batı kesiminde gelişmeler görülmüştür. Afşin bu dönemin sonunda 2.8.1944 gün ve 4642 sayılı kanunla ilçe merkezi olmuştur.[7] Afşin’in asıl gelişmesi ve büyümesi ilçe merkezi olduktan sonra başlamıştır. Afşin-Elbistan Termik Santralı bölgeye hem nüfus hem de ekonomik yoğunluk ve canlılık getirmiştir.

Sükena-i Kehf: Mağara Sakinleri

Yedi Uyurlara, Ashab-ı Kehf ismi ismi bir insan ömrünün 3-5 katı bir zaman içerisinde mağarada kalmaları nedeniyle verilmiştir. Aslında onların yaşam biçimlerini en anlamlı ve kuşatıcı ifade Sükena-i Kehf: Mağara Sakinleri olmalıdır. Bu ismi Ashab-ı Kehf’in yanına parantez içinde yazılmasını öneriyorum. Onlar başkalarına görünmeyecek bir kıvamda yaşatılmış olmalıdırlar. Çünkü bir insanın 200 ya da 350 yıl uyutulması olayın öyküsel yöne çekilmesine ve doğruluğundan kuşkulara düşülrmesine neden olmaktadır. Her şeyi ve olayı dönemin insanlarının anlayış, yedi ve birikimlerine uygun biçimde açıklanması ve ifade edilmesi gerekmektedir. Böylelikle hadisenin belli bir kesim (dindarlar) e değil de tüm akıl sahiplerine sunulması için bu güncel yorumun yapılması gerekmektedir. Görüntü ve ses naklinin o dönemler için insan aklını zorlayan bir yönü olduğu halde günümüzde bu kabil şeylerin olağan şeyler haline gelmesi insanların akıl ve anlayış alanını genişletmiş, dolayısıyla Tanrı’nın hikmet sıfatının gerekleri içerisinde[8] oluşan olayların Tanrı’nın rahmet sıfatının gerekleri[9] içerisinde değerlendirilmesi günümüz düşünsel yapısı içerisinde pek anlam bulmamakta ve ancak belli bir kesimce itiraz edilemez gözükmektedir. Mağara Sakinleri vücutlarındaki gıda ve enerjileri maksimum tasarruf anlayışı ile kullanmış ve Tanrısal güvence içerisinde yaşatıldıkları için Tanrısal bir lütuf olarak bu denli uzun süre yaşamaları mümkün hale getirilmiştir. Mağaradan çıkma günü geldiğinde onlar, toplumsal yaşamdan uzunca bir süre soyutlandıkları ve hangi yönetim biçimi ve nasıl bir toplum anlayışının oluştuğunu bilmedikleri için arkadaşlarından birini uzaktan görebildikleri Arabisos’a ekmek almak, daha açığı durumu kolaçan etmek için göndermişlerdir.

Benim olaya bu tür bir düşünce yaklaşımı ortaya koyuşum, görüşümün doğruluğunu kanıtlamağa çalışmaktan çok konuya ilişkin tek tip düşünceyi donukluktan kurtarmak ve yeni düşünce açılımlarının yolunu açarak düşünen kimselere konu hakkında zihinlerini yormaları ve farklı düşünce biçimlerini geliştirmelerine kapı aralamaktır. İşlenmeyen düşünce ölür ya da öyküleşir. Olgucu aydınlanmadan sonra yeniden öykü ve mitoslar dönemine insan zihninin dönüşmesi -eğer dikkat edilmezse- pekala da gerçekleşebilir. Ashab-ı Kehf olayı üzerinde düşünce zenginliği oluşturabilmek için en heretik (sapık) olandan en tutucu (katı inanç) olanı arasında oluşması gereken itidal (ortayol) merkezli çeşitli düşünceler geliştirilmelidir. ‘Felsefeyle hiçbir şey olmaz ama felsefesiz de hiçbir şey olmaz’, ilkesinden hareketle Ashab-ı Kehf’in düşünsel bir temele oturtulması gerekmektedir. Bu düşünsel vasat oluşturulamazsa, olayın gideceği boyut ‘benim Ahbab-ı Kehf’im seninkini yener’ çekişmesinin sonu mahkemelik olacaktır. Kendisine konuyu açtığım Eskiçağ Tarihçisi Yard. Doç. Dr. Adem Işık, Yedi Uyurların Tarsus’ta zulüm görüp Arabissos’ta gizlenebileceklerini belirtti. Bu görüş zihnimde soruna ilişkin farklı bir düşünce açılımı getirdiği için düşüncemi şöyle bir tarihi ihtimale sürükledi. Belki de bu yedi güzel adam, Ürdün’de ya da Tarsus’ta bu saygın başkaldırıyı zalim yöneticilerine karşı yapmışlar, öldürülmekle tehdit edildiklerinde de Arabisos’taki Mağara’da da gizlenmiş de olabilirler. Adem Hoca’nın belirttiği gibi öldürülmek için aranan insanların 6-7 km uzaklıktaki bir mağaraya sığınmaları da bana pek makûl gözükmemektedir. Yedi Uyurların isimlerinin anılan diğer yerlerde değil de Afşin ve yöresinde yaşatılması, zulme maruz kalarak kentlerini terk eden bir grup insanın kaybolduğu yerden çok -Ürdün’ün başkenti Amman ya da Tarsus- bunların uzunca süren bir uyku halinden sonra uyanmaları daha çarpıcı bir durumdur ve uyandıkları yer daha önemlidir. Başlarından geçen olayları zaten uyandıktan sonra anlatmış olmaları da kendi kendilerini tanıtmış olmaları ‘Ruhun ölümsüzlüğüne ilişkin Bizans’ta çıkan tartışmaların içerisinde uyanmış olmaları, Ruhun ölümsüzlüğüne inananlar için kesin bir nesnel kanıt olarak sunulmasına neden olmuştur. Putperest toplum içinde Yedi Uyurlar, heretik, sapık ve suçlu tipler oldukları için pek anlam ifade etmiyorlardı. Bizans’ın Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinden ve Anadolu’da Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Hıristiyanlık içinde dini anlayışların farklı yorumları gündeme gelip birbirine rakip mezhepler çıktı. Bu mezheplerden Ruhların ölümsüz olduğuna ilişkin görüşe bağlı olması ve rakip mezheplerle tartışma içinde bulunmaları Yedi Uyurların ortaya çıkmalarını düşüncelerinin nesnel kanıtı olarak görmelerine ve onları azizleştirmelerine neden oldu. Benim yaptığım bu zihin jimnastiğim belki de Ashab-ı Kehf’im gerçek, seninki sahte’ kavgasının önüne geçecek ve konunun felsefi derinliği ve vüsati yönüne dikkat çekilmiş olacaktır.


[1] Faruk Sümer, Eshab-ı Kehf, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1989, s. 4.

[2] Maraş Tahrir Defteri, Cilt II, s. 631

[3] Sümer, age., s. 4.

[4] Divan-ı Lügat-it-Türk, Çev., Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları 523, TTK Basımevi, tarihsiz, s. 39-40.

[5] İ.A, TDVY, Cilt III, İst., 1991, Ashabu’l-Kehf maddesi, s. 467.

[6] Sümer, Yabanlu Pazarı, s. 75; Mükrimin Halil Yınanç, İ.A, Elbistan maddesi, Cilt: IV, s. 226-227; T. Özgüç, Elbistan Ovasında Tetkik Gezileri ve Kara Höyük Kazısı, Belleten, 1948, Cilt: XII, Sayı 45, s. 226-237).

[7] http. Afşin Hakkında Genel Bilgiler

[8] Sünnetullah ya da doğa yasaları

[9] Mucize ve olağanüstü hadiseleri