Buket Demir Erüstün Yazdı: "Yeryüzüne Dokunmak"
Topraklanmak ve Ruhun Sessiz Rehberi
Toprağa basmayı unuttukça, kendimizden de uzaklaşıyoruz. Oysa dünya hâlâ orada, sabırla bizi bekliyor.
Bazen insan öyle yoruluyor ki, sadece bedeni değil, ruhu da toz içinde kalıyor. Gün boyu koşturmaca, ekran ışıkları, bitmeyen planlar, kulaklarımızda hiç dinmeyen bir uğultu… Böyle anlarda, farkında olmadan kendimizden uzaklaşıyoruz.
Ama dünya hiç acele etmeden nefes alıyor. Toprak orada, sessizce bekliyor. Ağaçlar köklerini derinlere salmış, rüzgâr saçlarımızı karıştırmaya hazır. Sanki bize usulca fısıldıyorlar:
“Dur. Bırak kendini. Ben seni tutarım.”
Bir gün ayakkabılarımı çıkarıp çimlerin üzerine bastım. İlk anda serinlik, sonra bir tuhaf huzur… Sanki yorgunluğum toprağın içine doğru akıp gidiyordu. Kuşların sesi, rüzgârın kokusu, gökyüzünün rengi bir araya gelip kalbime dokundu. İşte buna topraklanmak diyorlar. Sadece bedenin değil, ruhun da dünyaya yeniden kök salması.
Eskiler bunu bizden daha iyi biliyordu. Reçellerini, peynirlerini, kavanozlarını toprağın serinliğine emanet ederlerdi. Yazın sıcağında bile o lezzetler bozulmaz, toprağın koynunda olgunlaşırdı. Yere gömülen bir küp peynirin tadı bambaşka olurdu; sanki dünyanın sabrı, kokusu ve bereketi karışırdı içine.
Ve o koku… Yağmurdan sonra havaya karışan eşsiz toprak kokusu… İnsan, çocukluğuna dönüyor sanki. Kimi yerlerde kızıl, kimi yerlerde koyu kahverengi, kimi yerde neredeyse altın sarısı… Toprağın renkleri, insanların ten renkleri gibi çeşit çeşit. Hepimiz farklı tonlardayız ama aynı kaynaktan geliyoruz. Toprakta olduğu gibi bizde de her renk bir diğerini tamamlıyor.
Ama köyden kentlere göçler arttıkça, beton binaların gölgesinde toprağa dokunamaz olduk. Ayakkabılarımız hiç çıkmaz, ellerimiz hiç kirlenmez oldu. Ve fark etmeden sinirimiz, stresimiz, gerginliğimiz çoğaldı. Oysa topraklanmanın kıymeti, tam da bu beton yığınları arasında daha da arttı. Çünkü dünya hâlâ orada sabırla, sessizce bizi bekliyor.
Topraklanmak için büyük şeylere gerek yok:
Çıplak ayakla yürümek,
Bir ağaca yaslanıp derin bir nefes almak,
Ellerini toprağa değdirip bir çiçeğe su vermek,
Yağmur yağarken kaçmak yerine birkaç damlasını yüzünde hissetmek…
Bunların her biri bir teşekkür gibi. “Dünya, sen buradasın; ben de buradayım” demek gibi. İnsan bunu yaptığında, içinde bir şey yumuşuyor. Gerginlik çözülüyor, kalp sakinleşiyor, zihin berraklaşıyor.
Topraklanmak, sadece bir yöntem değil; bir hatırlayış, bir ruhsal bağ. Senin kim olduğunu, nereden geldiğini, neye ihtiyacın olduğunu sana fısıldayan sessiz bir rehber.
Doğaya dokundukça kendine yaklaşırsın. Nefes aldıkça, ruhunun sustuğu yeri duyarsın. Bir gün sen de ayakkabılarını çıkar, dışarı çık. Sadece birkaç dakika… Belki bir nefes… Belki bir ağaç gövdesi… Çünkü bazen en iyi terapi, ayaklarının altındadır.