Her mevsim soframıza kendi rengini, kokusunu ve şifasını getirir. İlkbaharın taptaze yeşillikleri, yazın güneşte olgunlaşmış meyveleri, sonbaharın bereketli hasadı, kışın içimizi ısıtan kök sebzeleri… Doğa bize sessizce fısıldar: “Her şeyin bir zamanı var.”
Rabbimiz de bize doğanın dengesi ve ölçüsü hakkında çok güzel öğüt verir:
"O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez." (Bakara, 205)
Mevsiminde beslenmek sadece bedene değil, ruha da iyi gelir. Çünkü bu dengeyi koruduğumuzda, doğanın ritmiyle uyumlanır, onun sunduğu şifayı en saf hâliyle alırız. Tabağımızda mevsimin izleri olduğunda, aslında toprağa da teşekkür etmiş oluruz.
Ayrıca mevsimsel beslenmek toprağa saygıdır. Uzak ülkelerden, binlerce kilometreden gelen ürünler yerine kendi coğrafyamızın sunduklarını seçmek, hem doğayı hem de çiftçiyi korur. Küçük adımlarla, yerel üretimi destekleyerek ve mevsiminde beslenerek, başka ülkelere bağımlı kalmadan kendi kendimize yetebilmenin temellerini atabiliriz.
Sonbahar geldiğinde turşuların kurulması boşuna değildir. Kavanozlarda saklanan sebzeler, yazın güneşini ve toprağın bereketini kışa taşır. Probiyotikler vücudumuzu dinç ve sağlıklı yaparken, o ekşi tat geçmiş günlerin hatırasını ve emeğin değerini hatırlatır.
Belki de soframızda bir tabak turşu gördüğümüzde hatırlamamız gereken şey şudur: Doğa bize sadece doymamız için değil, şükretmeyi, sabretmeyi ve uyum içinde yaşamayı da öğretir.
Ve biz, doğanın bu sessiz döngüsüne kulak verdikçe, kendi iç ritmimizi bulur, her lokmada hayatın küçük mucizelerini hisseder ve doğayla uyum içinde, kendi kendimize yetebilmenin huzurunu keşfederiz.