Bir nefes alırsın; sadece hava değil, yıllar dolar içine.
Bir koku gelir burnuna, ama kalbinde bir yer titrer.
Bir rüzgâr esti eski bir sokaktan,
Reyhan serinliğiyle değdi yüzüme.
Bir koku değil bu, bir çocukluk sanki,
Bir avluda yankılanan şen kahkaham…
İnsan bazı anıları unutmaz çünkü hatırlamak için gözünü kapatması gerekmez.
Bazen yalnızca burnumuza gelen bir koku, bizi yıllar öncesine götürür.
Ve o an ne fotoğrafa ne kelimeye ihtiyaç kalır; çünkü o koku, geçmişe açılan bir kapıdır artık.
Bilim der ki; koku hafızası, beynin duygularla ilgili bölgesine doğrudan bağlıdır.
Bu yüzden bir sesin, bir görüntünün ya da bir dokunuşun hatırlatmadığını,
tek bir kokunun fısıltıyla hatırlatması mümkündür.
Çünkü bazı kokular yalnızca burnumuza değil, kalbimize sinmiştir.
Benim için geçmişin kapısını aralayan ilk koku, Afşin sokaklarında gezinirken karşıma çıkan ıhlamur ve iğde kokusudur.Mis gibi kokusu hep Afşin’i hatırlatır bana…
Ihlamur kaynatılırdı.
Henüz demliğe konmadan, suya düşer düşmez bütün evi sarar o ferahlatıcı koku.
Ve o an, bir içeceğin ötesine geçer:
Bir akşamüstü yorgunluğu,
bir anneli tavsiye,
bir de “İç biraz, iyi gelir.” cümlesinin ardındaki şefkattir artık.
Her yudumu bir hatıraya karışır, her buharı çocukluğa dokunur.
Bizim bahçemizde nane ve reyhan olurdu.
Sabah erken toplanırdı yaprakları.
Ellerimize sinen o serinlik, sanki gün boyu bizi kollardı.
Reyhanın mor yapraklarında bir zarafet, nane kokusunda bir temizlik vardı.
O günleri düşündüğümde oyunları ya da komşuları tam hatırlamıyorum.
Ama reyhan kokusunu duyduğumda her şeyi hissedebiliyorum.
Ve dalından yeni koparılmış bir domates…
O sıcak toprak kokusu…
İçime çektiğimde yazın güneşiyle olgunlaşan domatesin, annemin gülümseyen yüzüne karıştığını hissederdim.
Şimdi her domates alışımda o kokuyu arıyorum.
Ama aslında arayan burnum değil; özlemle dolu bir kalp.
Gül reçeli kaynadığında evin içi başka bir dünyaya dönüşürdü.
Sanki sabahlar daha nazik, zaman daha yavaş olurdu o günlerde.
O pembe rayihada yalnızca gül değil;
annemin sabrı, eski zamanların zarafeti, yaz aylarının huzuru saklıydı.
Bir yudum gül şurubu, geçmişe açılan bir çeşme gibiydi.
Bardağın dibinde bir tebessüm, bir hatıra kalırdı.
Tandırda pişen ekmek kokusuysa anlatılmaz, yaşanırdı.
Köy ekmeğinin o dumanlı, tok kokusu…
Hamurun bereketiyle karışan aile sesi…
Tereyağı sürülmüş ilk sıcak bir dürüm,yalnız karın değil; iç huzurunu da doyururdu.
Kuzinede pişen kömbe,
kışa hazırlık demekti.
İçinde patatesin, çökeleğin, soğanın değil;
sabrın, sevginin ve evde olmanın güveni saklıydı.
Sobanın üstünde pişerken yayılan koku, evi değil; geçmişi ısıtırdı sanki.
Pekmez kaynatılırdı dışarıda.
O fokurdayan kazandan çıkan buhar, çocukluğumun en tatlı sabrını anlatırdı bana.
Gün boyu başında beklerdik.
Bir damla kaşığın ucuna düşse, onunla büyürdük.
Ve unutulmaz ateşte közlenen mısır…
Yaz akşamlarıydı.
Avluda toplanırdık.
Kimininki yanar, kimininki az pişerdi ama hiçbiri boşa gitmezdi.
O koku, çocukların kahkahasına, yazın neşesine karışırdı.
Yalnızca mısır pişmezdi;
anılar közlenirdi o dumanın içinde.
Kokuların hafızası güçlüdür çünkü insan hafızası yalnızca beyne değil, ruha da yazılır.
Ve bazı şeyler hatırlanmaz…
Yaşanır gibi olur.
Bir koku gelir ansızın;
yıllardır duyulmayan bir ses, unutulmuş bir yüz belirir gözünüzde.
Çünkü o koku, sizi tam olarak nerede mutlu olduysanız oraya götürür.
Hatıraların kokuyla anlamı budur işte:
Bir koku, o anın duygusunu yedeğine alır ve yıllar sonra aynı duyguyla geri getirir.
Tandır kokusu doygunluğu, reyhan huzuru, gül reçeli sevgiyi, mısır dumanı coşkuyu taşır.
Çocukluğun kokusu, aslında en çok güvende hissettiğimiz anların kokusudur.
Bir koku… yalnızca burundan girmez içeri,
Bir ömrün içinden geçer usulca.
Ne zaman bir domates koklarsam mesela,
Avuçlarımda toprak, kalbimde annem olur.
Kokular unutmaz bizi,
Biz ne kadar uzaklaşsak da…