Ramazan ayı denildiğinde ilk akla gelen şeylerden birisi de vereceğimiz zekâtlar ve fitrelerdir. Her ramazan ayı ile birlikte bu konuda sık sık sorular gelmeye başlar. Bu konuda yanlışa düşebildiğimiz iki husus var. Onun için şu iki noktaya değinmek te uygun olacaktır: zekât niyetiyle verilen yardım kolileri ve fitreler.

Gıda maddelerinden oluşan yardım kolileri zekât yerine geçer mi? Verilecek fitrenin miktarı ne olmalıdır?

Tevbe suresi 60. Ayet-i kerimede zekâtın kimlere verilebileceği açıklanmaktadır. Bu kimseler ise fakirler, yoksullar, zekât toplayan memurlar, müellefe-i kulûb (kalbleri İslâm'a ısındırılacaklar), köleler, borçlular, Allah yolundakiler ve yolda kalmışlardır.

Zekâtın en önemli şartı TEMLİK’tir. Yani zekât niyetiyle verilen malın karşıdaki kimsenin mülküne geçmesidir. Onun için cami, mescid, çeşme, vakıf ve dernek gibi yerlere yapılan hayırlar zekât yerine geçmez. Bazı dernek ve vakıflar zekât adı altında topladıkları paraları kendi hizmetlerinde kullanamaz. Sadece ve sadece dağıtmak için aracı olabilirler. Zenginlerden aldıkları zekâtları, zekât verilebilecek olan kimselere ulaştırabilirler.

Zekâtta temlik şartı olduğu için onun nasıl harcanacağına da zekâtı veren kişi değil, zekâtı alan kimse karar verebilir. Onun izni olmadan onun adına alışveriş yapılamaz. Nasıl ki bir kişinin cüzdanını alıp, içerisinden parayı çıkarıp onun adına alışveriş yapamıyorsak zekât verdiğimiz kimse için de yapamayız. Zekât niyetiyle ayırdığımız para fakirin malı olmuştur. O istediği şekilde harcar. İster yağ alır ister çay-şeker alır. İsterse de hiçbir şey almaz kenarda biriktirir. Onun için zekât vereceğimiz zaman yardım kolileri yapıp teslim etmek zekâtın ruhuna uygun düşmemektedir.

Zekât verecek kişi market sahibi, bakkal veya buna benzer işler yapıyorsa o kimsenin sahip olduğu mallardan gıda kolisi yapıp vermesinde bir sakınca yoktur. Veya giyim mağazası işleten bir kimsenin dükkanından elbiseleri zekât olarak vermesi gibi. Ama kuyumcu birinin vereceği zekât miktarınca ayakkabı, elbise veya gıda maddesi alıp dağıtması pek uygun değildir. Zekât olarak verilen para ile birlikte onun harcama yetkisi de verilmektedir. Biz bu şekilde yapmakla fakirin harcama yetkisini elinden almış veya kısıtlamış oluyoruz.

Başka birine ait olan para ancak onun izni ile harcanabilir. Mal sahibi kişi birine yetki verirse o kimse onu harcayabilir. Bu yetkiyi verirken de ondan ne almasını istemiş ise onu alabilir. Ekmek almasını söylemiş ise ekmek alacak. Onun yerine pasta, börek alamaz.

Fitreler

Fitreler konusunda da buna benzer hataya düşmekteyiz. Her ramazan ayı geldiğinde “Bu seneki fitre miktarı ne kadardır?” diye sürekli sorarız. Aldığımız cevap ise: “Arpadan bu kadar, buğdaydan bu kadar, hurmadan bu kadar” şeklinde olur.

Bir fitre miktarı bir insanın bir günlük yeme içme miktarı kadardır. Yani fitre verecek insan bir günlük yemesi içmesi için ortalama ne kadar harcıyorsa vereceği fitre miktarı da o kadar olmalıdır. Peygamber efendimiz döneminde fakirlikten dolayı insanlar karınlarını sadece arpa veya buğday ekmeği gibi şeylerle doyuruyorlardı. Onun için o dönemde fitreler hesaplanırken o günün ihtiyaçlarına göre hesaplanmıştır. Ama bugün arpayı bırakalım sadece ekmekle karnını doyuran kimse bile kalmamıştır. Onun için sadece arpa ve buğdaydan hesap yaparak fitre vermek uygun değildir.

Fitrede yaptığımız şeyleri zekâtta yapmıyoruz. Zekât verirken ev ve binek asli ihtiyaç olduğu için zekâta tabi değillerdir. Hz. Peygamber döneminde bir deve veya at binek olurken basit bir çadır da ev görevi görüyordu. Bugün bindiğimiz Mercedes veya BMW marka otomobilleri binek kabul edip zekâta tabi tutmazken neden hala arpada ısrar ediyoruz? Veya o dönemdeki çadırı ve basit bir evi bugün bir villa yapıp ondan zekât vermezken buğdayı neden bir İskender, Kuzu Tandır yapmıyoruz? Devenin Mercedes’e dönüşmesinde hiçbir sorun olmazken buğdayı bir kebaba döndürmeyi neden düşünmüyoruz?

Kişiler fitreyi hesaplarken kendi maddi durumuna göre hesaplayarak vermeli. Bir fakir ile bir zenginin vereceği fitre bir olmamalıdır.