‘Hiçbirşeyden etkilenmeyen, herşeyi etkiler.’

                                                                                                       Morihei Ueshiba

Boston’da bulunan MIT Üniversitesi İşletme Bölümü tarafından yapılan yeni bir araştırma, mağazaların daha çok kar edebilmek için niçin müşterilerin duygularını dikkate alması gerektiğini ortaya koydu.

Diyelim ki, bir mağazada güzel bir ceket buldunuz ve satın almak için karar vermeye çalışıyorsunuz. Biraz pahalı olduğu için indirime düşmesi için bekleyebilirsiniz fakat o zamana kadar satılmış da olabilir. Pişman olmamak için yüksek fiyata almaya değer mi? Birçok insan için değer.

Araştırmayı yürüten Prof. Karen Zheng’e göre, belirsizlik karşısında insanlar doğru karar vermekte zorlandıkları için, şirketler her ürünün satılabilmesi için farklı stratejiler geliştirmektedirler. Gözde olan bazı ürünlerde, sürekli indirimli fiyat yerine ara sıra değişen yüksek fiyat stratejisi izlemek, %7-10 oranında daha çok kar getirmektedir. Örneğin bir müşteri, söz konusu ceketi alırsa, beklemeden sahip olduğu için mutlu olacak ve zaman geçtikçe verdiği parayı önemsemeyecektir. Çünkü, genellikle alım gücü olan müşteriler, ilerde pişmanlık hissi duymamak için beğendikleri ürünü almayı tercih ederler..

Sonuç olarak mağazaların, müşterileri hangi duygu ve düşüncelerin motive ettiğini bilmeleri gerekir.

Fransız yazar Emile Zola, “Kadınların Cenneti” isimli romanında (BBC’de, “The Paradise” ismiyle dizi olarak da yayınlandı), Endüstri Devrimi ile değişen Paris’te reklam ve modanın gücüyle tüketimin nasıl çılgınca körüklendiğini ve toplumdaki etkilerini ustalıkla anlatır.

Yazılarıyla ekonomi alanına hikmetli bir şekilde bakmamıza yardım eden Mustafa Özel, söz konusu romanı konu alan bir yazısında şu önemli tesbiti yapar: “Modernlik sonsuz arzu, Kapitalizm sınırsız sermaye birikimidir. Sınırsız sermaye birikimi, sınırsız üretim ve kâr demektir. Bu ise sınırsız tüketimi zorunlu kılar. Hiçbir kapitalist, ürettiği malı müşterinin keyfine terkedemez. “Müşteri her zaman haklıdır!” görüntüsü altında, “Müşteri her zaman tüketmeye mecburdur!” ilkesini hayata geçirmek zorundadır. Kapitalist, maldan önce, müşteriyi üretir.”

Sürekli şahit olduğumuz üzere, müşteriyi etki altına alarak ürünü satabilmek için, mağazaların dizaynında renk psikolojisini gözetmekten, çalışanların sergilediği maharetli nezaket gösterilerine kadar tüketiciyi böylesine kutsamak; asıl amacın, ihtiyacın giderilmesinden çok “akıl çelmek” olduğunu göstermiyor mu?

Edward Said’e göre, entellektüelin görevi, soru sormaktır. Küresel kültürle şekillenen tüketim toplumu ve medya konusunu keskin bir dille eleştiren sosyolog Jean Baudrillard, yaşadığımız ahvali “anlam simülasyonu” kavramıyla değerlendirirerek çarpıcı sorular sorar. Eğer, Sudan iç savaşını herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkta izliyorsak, hayatımız bir simülasyon evrenine dönmüştür. Yani hakikat hayatımızdan çıkmış, yerini ekranda gördüklerimiz almıştır. Gerçek ve sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrım ortadan kalktığı için satın alma ve tüketim kültürü kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılarak, insanların tercihlerine yön verilmektedir. Yayın politikaları ve reklamlar, hep bu amaca hizmet edecek şekilde düzenlenerek, haz duygusu yaratan içeriklerle bireylere hayat modeli sunulmaktadır.

Her adımda karşımıza çıkan çokluk alemi, artık büyük cihadın ne kadar önemli olduğunun alameti olsa gerektir. Ancak kalbi özgür olanlar, hakikate dair şu soruları sorarak uyuşturulmaya çalışılan akıl nimetini aktif tutabilirler:  Nedir bana “can” veren ve nedir beni yaşamaya ikna eden?

23 Mayıs 2016, Prof. Karen Zheng, Massachusetts Institute of Technology,