Kur’anı Kerim’de yer alan kıssalar bizler için çok farklı mesajlar içermektedir. Bu kıssaların çoğunluğu peygamberlere ait olmakla birlikte peygamber olmayan kimselere ait olanları da vardır. Hz. İsa (as) ile Hz. Muhammed (sas)’in arasındaki bir dönemde gerçekleşen Ashâb-ı Kehf kıssası da bunlardan birisidir.

            Kıssaların temel gayesi EĞİTİM içerikli olmalarıdır. Geçmiş peygamberler ve ümmetlerin hayatlarından kesitler sunularak günümüz insanının eğitilmesi, onlardan dersler çıkarması amaçlanır. Kur’an-ı Kerim sadece bu kıssaları anlatmakla kalmaz bu hadiselerin yaşandıkları yerleri gidip görmemizi de ister. “Yeryüzünde bir gezin de bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakın” (Rûm: 42) şeklindeki ayet-i kerimelerde bu durumu görebilmek mümkündür. Allah (cc) yeryüzünde gezmemizi, bizden önceki ümmetlerin yaşadıkları mekanlara uğramamızı ve onlardan gereken dersleri çıkararak yolumuza devam etmemizi ister. Bu tür mekanlar sadece birer tarihi-turisttik mekanlar değil, farklı özellikleri olan yerlerdir.

            Asâhb-ı Kehf kıssası da içerisinde birçok özellikleri barındıran ve farklı mesajlar içeren bir kıssadır. Bu mekânı ziyaret eden kimsenin de öncelikli olarak meseleye iman penceresinden bakması gerekmektedir. Maalesef birçok konuda eksikliklerimiz olduğu gibi Kur’an kıssalarını anlama ve yaşama konusunda da çok eksikliklerimiz olmaktadır. İnanç noktasında birçok mesajlar içeren bu mekanlar zamanla gerçek hedefinden uzaklaştırılarak sadece tarihi-turisttik bir mekân haline getirilmişlerdir.

            Ashâb-ı Kehf sadece turisttik bir mekân değildir. Bu mekânı anlamlı kılan oraya sığınan gençlerin sahip oldukları inançlarıydı. Ashâb-ı Kehf denildiğinde meselenin imanî boyutu ön plana çıkarılmalıdır. Bu gençler mağaraya sığındıktan kısa bir süre sonra Allah tarafından derin bir uyku ile uyutuluyor ve 309 sene sonra uyandırılıyorlar. İçlerinden birini ekmek almak için şehre gönderdiklerinde o kişi üzerinde taşımış olduğu paradan dolayı yakalanıyor. Belli bir süre yargılanmadan sonra olayın aslı ortaya çıkıyor ve bu hadise herkes tarafından hayretle karşılanarak konuşulmaya başlıyor.

            Rivayete göre halk mağaranın önünde toplanıyor, bu gençlerle konuşuyor ve neticede bu gençlerin yüzyıllar önce inançlarından dolayı mağaraya sığınan kimseler olduğu anlaşılıyor. Akabinde ise bu gençlerin mağaraya girip bir daha çıkmadıkları veya öldükleri rivayet ediliyor. Bu hadisler herkesin gözleri önünde yaşanıyor, insanlar üzerinde çok derin bir etki oluşturuyor ve bundan sonrası için neler yapılabileceği tartışılmaya başlanıyor.

            Yaşanan bu hadise kısa sürede kulaktan kulağa yayılacak ve insanları buraya ilgi ve teveccühleri artacaktı. İnsanlar yapacakları şeylerle bu gençlerin hatırasının kaybolmamasını ve bu durumdan nasıl faydalanabileceklerini tartışmaya başlamışlardı. Bazıları: “Bu mağaranın üzerine bu gençlerin heykellerini dikelim. Bu şekilde bunların isimlerini yaşatırız” derken bazıları da: “Bu çok ilginç bir durum. Bu hadise duyuldukça insanların buraya ilgisi artacak ve çok sayıda kimseler ziyarete gelecekler. Bu bizim için iyi bir turizm ve gelir kapısı olabilir” şeklinde fikirler ileri sürüyorlardı. Fakat bunların içerisinde en akl-ı selim düşünenleri: “Bu gençlerin başına gelen bu hadise inançlarından, inançlarının gereğini yaşamak istemelerinden dolayı gelmiştir. Bizim buraya yapacağımız şeylerde gençlerin bu davalarına uygun, onu hatırlatıcı şeyler olsun. Onun için yapılması gereken en uygun şey bu mekânın üzerine bir mabet, mescit yapmaktır.” dediler. Sonunda “mabet, mescit yapalım” diyen kimselerin görüşü galip geldi ve mağaranın üzerine bir mabet inşa ettiler. Bu durum Ayet-i Kerimede şu şekilde anlatılmaktadır: “Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, şüphesiz Allah'ın va'dinin, hak olduğunu, yine şüphesiz kıyamet(in geleceğin)de hiç şüphe olmadığını bilsinler!  O vakit(ahâli) kendi aralarında (bu gençlerin hâtırasına ne yapabileceklerine dâir) onların hâlini tartışıyorlardı; nihâyet (bir kısmı): “Onların üzerlerine (mağaralarının kapısına) bir bina yapın!” dediler. Rableri onları en iyi bilendir. Onların durumları hakkında (sözleri) üstün gelen (mü'min)ler: “Elbette onların üzerine (yanı başlarına) bir mescid yapacağız!” dedi. (Kehf/21)

            İlgili ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi mağaranın üzerine mescit yapılmasına karar verilmiş ve mescit yapılmıştı. Bugünde yapılması gereken bu mekândan maksadına uygun şekilde yararlanabilmektir. Bu mekânı sadece bir turizm merkezi olarak görmek ve bu yönde çalışmalar yapmak Ashâb-ı Kehf kıssanın gayesine uygun düşmemektedir. Ashâb-ı Kehf’in tanıtılması, yerinin tespit edilerek bu mekanlarda insanlara bazı hizmetlerin sunulması önemli olmakla birlikte asıl önemli olanı buranın imanî boyutunun ön plana çıkarılmasıdır. Ashâb-ı Kehfle ilgili çalışmalar yapılırken konunun inanç boyutunu, mekân-mescit ilişkisini ön olana çıkarmak gerekmektedir. Mekânsal anlamda güzel çalışmalar yapılırken bu kıssanın içermiş olduğu mesajları ön plana çıkarmak gerekmektedir. Aksi takdirde “Bu mekânı turisttik maksatlar için kullanalım, çok gelir elde ederiz” diyen kimselerden hiçbir farkımız kalmadığı gibi onlarla aynı saflarda yer almış olacağız. Kur’an-ı Kerim bu maksatla burayı tanıtmak ve kullanmak isteyenleri eleştirmiş ve o kimselerin bakış açılarının yanlış olduğunu dolaylı bir şekilde eleştirmiştir.

            Ashâb-ı Kehf turizmin değil, inanç turizmin sembolü olmalıdır.