Afşin Eshab-ı Kehf Anadolu Lisesinin Öğretmen ve Öğrencileri toplu halde. 

Afşin Eshab-ı Kehf Anadolu Lisesi 16.06.2018 tarihinde Afşin Lisesi Öğretmenlerinin ve mezunlarının buluşturulduğu geleneksel etli pilav günü düzenledi. Cumartesi günü Afşin Eshab-ı Kehf Anadolu Lisesinde görev yapan Öğretmenler ve mezunları adına düzenlenen etli pilav günü unutulmaz enstantaneler (kısa süreli birçok heyecanlı anın yaşanmasına vesile oldu. 1980'li ve 1990'lı yıllarda Afşin Lisesinde birlikte görev yapan, her biri şimdi kimisi emekli olan kimisi de halen yaşadıkları illerde görev yapan öğretmenler bu güne katıldılar. Vefat eden öğretmenler ve öğrenciler de rahmetle anıldı.  
Ülkemizde, ancak büyük kentlerdeki köklü liselerin yapabildiği bu organizasyonun Afşin'de yapılmış olması Afşinli bir akademisyen olarak beni hem sevindirdi hem de gururlandırdı. Bu etkinliğin gerçekleştirilmesinde katkısı olan Milli Eğitim Müdürü M. Mahir Turan Beye, Lise Müdürü Güllü Dağlı Cırık Hanıma, Belediye Başkanı M. Fatih Güven'e ve basın mensuplarına, her biri uzaklardan Afşin'e gelip etkinliğe katılarak hem biz Afşinli öğretmenleri hem de mezun ettiğimiz öğrencilerimizi memnun etmeleri nedeniyle Ankara'dan gelen Tuncel Turgut Beye, Nevşehir'den gelen Kenan Pehlivan Beye, Osmaniye'den gelen Nuri Mingan Beye, Konya Akşehir'den gelen Musa Hafalır Beye, Tokat'tan gelen Cevat Görgeç Beye teşekkür ederiz. İl dışından toplantıya katılan hocalarımızdan Tuncel Turgut Hoca, bir vesile olup da şu Afşin'i, Afşin Lisesini ve birlikte görev yaptığımız öğretmen arkadaşlarımızı yeniden görmek, görüşmek fırsatını bulabilir miyiz diye yıllarca düşünürken Lise Müdiresinin telefonla davet etmesi üzerine dördümüz görüşüp hemen katılmaya karar verdik. İnanın bu günü on onbeş gündür iple çektik, diyor. 
    Yaşını başını almış, saçı sakalı ağarmış, kişilerin gelip hocam diye elimizi öpmek için eğilmesi nefislerin kabartıldığı, benliklerin putlaştırıldığı günümüzde inanılır gibi değildir. Demek ki öğretmenlik diğer meslek ve görevlerden farklı bir eylem türü olmalıdır. Öncelikle bir peygamber mesleği olması, daha da ötesi Tanrı'nın sıfatlarından biri olması, öğretmenlik mesleğini bambaşka bir konuma getirmektedir. Belli yerlere gelip toplumda saygın bir konuma gelen, kariyer edinen kişiler buralara gelmelerinde pay sahibi olduklarına inandıkları öğretmenlerine saygıda kusur etmemeye çalışmaktadırlar. 
    Sokrates, sadece bir sanatı bilir: Bir insanın ruhunu şekillendirme, insana yaklaşıp ne olduğu ve anlamını bilmediği hayat hakkında onu ikna etmek,  onun gerçek amacı görmesini sağlayıp bu amaca ulaşmasında yardımcı olma sanatı. Ruh ve şekillenme kavramları yana yana gelecek kavramlardan değillerdir. Şekil, genelde nesnel ve cisimsel olan varlıklar için söz konusu edilir. Ruh da cisimsel olmadığına göre, o halde ruhların şekillenmesi deyimindeki "şekillenme" nesnel anlamda olmayıp bireylerin davranış ve tutumlarını belirleyen ve yönlendiren öğe olarak anlaşılmalıdır.
Toplantıya Afşin'i ve Liseyi unutmayan bu öğretmenlerin yanında tabii Afşin'li hemşeri öğretmen ve öğrencilerden de katılanlar oldu. İzmir'de yaşayan Nurettin Çıragül Beyin dışında Harun Çitil Bey, Yaşar Doğan Bey, Hacıbekir Kanat Bey, Muzaffer Yavşan Bey ve mezun ettiğimiz hayli öğrencimiz de vardı. Vefat ettiğini öğrendiğimiz Muhterem Salt, İzzettin Ertekin, Fevzi Özgül, Hacı Ahmet Paköz, Mustafa Kalender beylere Allahtan rahmet diledik. Gözlerimiz Mustafa Demir, Alper Ertekin, Muharrem Tüten, Ragıp Mercimek, Nevzat Alkan, Alirıza Özdemir, Sebahattin Kiracı, Aliihsan Avcı, İhsan Köker, Sefer Yavşan Beyi aradı. Maraş'ta yaşayan İsmail Kaya'yı Afşin'e götürmek için aradım ancak il dışından misafirleri geldiği için üzülerek katılamayacağını bildirdi. İsmini sayamadığımız öğretmenlerden helallik diliyorum.Otuz yıl aradan sonra birlikte öğretmenlik yaptığımız hocalar ve nerdeyse siluetlerini unutmak üzere olduğumuz birçok öğrencimizle Necip Celal Andel'in 
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer. 
Bir an acı duyar insan, belki sevmişse biraz eğer… 
Anlar ki geçenlerin rüyaymış hepsi meğer… 
Ruy'a olsa bile, o günlerin hayali cihan değer…    dediği gibi yeniden buluşarak geçmiş günleri yad ettik. 
Önce dışarıdan gelen hocalar sonra Afşinli öğretmenler olmak üzere topluluğu selamlama konuşmaları yapıldı. Nurettin Çıragül Hoca yıllar önce bir kurul toplantısında öğrencilerle ilişkin yaptığım bir konuşmamdaki şu ifadeyi andı: Hocalarım, bu çocuklar bize oniki yaşında günahtan, suçtan habersiz teslim ediliyor, altı yılın içinde bunları canavara dönüştürerek mezun ediyoruz. Eğitimciliğimizde bir sorun var", galiba demişim.   
Afşin Lisesi deyince aklıma 1980-1988 yılları arasında Felsefe Grubu Ders öğretmenliğimi ve Afşin İmam Hatip Lisesinin son iki sınıfında (11 ve 12) yedi yıl verdiğim Felsefe ve Psikoloji Derslerinde öğrencilerimle ve öğretmen arkadaşlarımla yaşadığım anılar gelir. 
1.Felsefe Grubu Ders öğretmenliğim sırasında yaptığım ilk gözlemim, tahsil hayatını layıkıyla üslenecek ve kaldırabilecek ne ekonomik altyapıya ne de kültürel birikime sahip olmadıkları için yöremiz çocuklarının geri kalmışlık zincirinden ancak tahsil kanalıyla kurtulabileceklerini salık verdimi hatırlıyorum. 
2.İkinci gözlemim felsefe kitabının konularını Foster Wheeler, TKİ ve TEKte çalışan kişilerin çocukları bir iki kez okumakla dersi anlatabildiklerinden ve yöremiz çocuklarının ise beş altı kez okumalarına karşın tahtada anlatamayışlarına kafa yormuştum. Afşin ve yöremiz çocuklarının 6-7 kez dersi okuyup da anlatamaması ve Foster Wheeler, TKİ ve TEKte çalışan kişilerin çocuklarının 1-2 kez okumakla dersi anlatmalarını yöre çocuklarının az zeki yaratıldığı gibi akıllara zarar bir durumla değil başka bir etmenle açıklanması gerektiğini düşündüm ki, o da yöremizin kültürel çabayı başlatmada gecikmiş olmasından başka bir şey değildi. Bunu örneklendirmek için hemşerimiz rahmetli Attila İmamoğlu'nun şu anısına atıf yapmak yerinde olur. 
"1949-1950 öğretim yılında Afşin Bey İlkokulu 4. sınıfta okuyoruz. Biz -Ali Aycan, Turan Canpolat ve ben- öğretmen masasının karşısında en önde birlikte otururduk. Öğretmenimiz Ahmet Yener Bey sınıfa 'Pankreas bezi nerededir', diye bir soru sordu. Biz o zaman Pankreas'ın ne olduğunu bilmediğimiz için bizim kafamız beze takıldı. Eskiden beri dokumanın -bez, çit, kumaş- Ya Nazilli'de ya da İstanbul'da imal edildiğini bildiğimizden öğretmen bir yer adı soruyor zannettik. Önce Duran Canpolat'a sordu. O bilemediği için bekleyip durdu. Bu arada Ali Aycan bildiğinden emin şekilde sanki öğretmenin gözüne sokacakmış gibi parmağını kaldırıp duruyor. Ben, 'şimdi bana da sorar, cevabı bana söyle' diye dürtüp duruyorum. Turan bilemeyince elindeki ince zinciri ona salladı. Ali Aycan'a sen söyle dedi. O da İstanbul'da deyince, öğretmenimiz bir de ona zinciri salladı. Sıra bana gelmişti. Ben hala bunun bir yer adı olduğu, ama Ali'nin de bilemediğini bu yerin olsa olsa Ankara olduğu zannıyla Ankara diyecektim. Ancak ben parmak kaldırmadığım için bana sormadı".   
Bizim yörenin çocukları o zaman kavram bilgisinden yoksundu. İnsanlar kelimelerle konuşur, ancak kavramlarla düşünür. Bilim de bir konuşma ürünü değil, düşünce ürünüdür. Bu yüzden yöremizin çocukları ders kitaplarını anlamakta, algılamakta zorlanmaktaydılar. Örneğin, bizim yörenin insanı nesneler dünyasında yaşadığından kavram bilgisinden yoksunlardı. İyi-kötü sözcüklerinin karşılığını bilir ama "iyilik-kötülük" kavramlarının anlamını bilemezlerdi. 
3. 1972-1973 Öğretim yılında girdiğim A.Ü. DTCF Felsefe Bölümünden Ocak 1978'de mezun olmuştum. Önce Adıyaman Gölbaşı Lisesi, sonra da 1980 Martında Afşin Lisesine tayin olmuştum. İki yıl Gölbaşı 1988'kadar da Afşin Lisesinde öğretmenlik yapınca benim kültür düzeyimin yavaş yavaş eridiğini anladım. Kazanç olmaksızın, devamlı harcamaya dağların bile dayanmayacağını, Afşin'de kalmakla zaman içerisinde tükenip gideceğimi öğrencilerin kale almadıkları bazı yaşlı hocaların durumuna düşeceğim diye yüksek lisans yapmak için Kayseri Polis Kolejine atandım. Erciyes Üniversitesi SBE'de master öğretimine başladıktan sonra on yıl içinde DTCF edindiğim birikimimin nasıl eridiğinin farkına vardım. Çünkü "öğrenmeden öğreten hoca, buğday öğütmeden dönen değirmen taşları gibi birbirini yontar". 
4.Afşin Lisesinde öğretmenlik yaptığım yıllarda okulda ve sosyal çevremde insanımızın içine düşürüldüğü derin fikri ve duygusal yarılmışlığı onarmak, sağ ve sol görüşlü hocaların arasını bulmak için gayret ettiğimi hatırlarım. Çünkü bu ayrışmanın reel bir tabanının olmadığına inanırdım. Cemil Meriç'in ifadesiyle "sağ ve sol" kavramlarının bizim için yapay kaldıklarına ve idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri olduğuna ben de inanırdım.
Hocalarla olan ilişkilerimde hatırlayabildiğim sözler, espriler
1.1.Yağmur duası     
Muhterem Salt (Biyoloji Hocamız) 
Muhterem Bey, Elbistanlı olduğu için Elbistan'dan geliş gidiş yapardı. Bir gün Elbistan'dan Afşin'e dolmuşla gelirken, minibüsün önü kalabalık yüzünden kesilir. Hocamız, ne oluyor diye şoföre sorar. O da Elbistanlılar yağmur duasına çıkacak, der. "Kalabalığa şöyle bir baktım ki, müftünün sağına ve soluna Elbistan'ın tüm faizcileri ve tefecileri sıralanmışlar, eyvah Elbistan'ın üzerinde birkaç parça bulut var onlar da dağılacak, demek ki dedim. 
1.2.Kırmızı kıl    
Muhterem Beyin, sakalının bıyığının telleri yüzünün ten rengine uygun olarak kırmızıydı. Bana, "ya hocam bir gün bıyığımı siyaha boyadım, aynaya bakınca kendimi çok çirkin gördüm, meğer Allah insanın ten rengine göre kıl çıkarıyor yüzümüzde, dedi. Hocanın Biyoloji Hocası olmanın rikkatiyle yaptığı bu yorum benim dikkatimi çekmişti. Vefat ettiğini öğrendiğim hocamıza Allah'tan rahmet diliyorum.