“Toplum soyut bir kavramdır, gerçek hayatta varolan ise bireylerdir.”

                                                                           Oscar Wilde

Exeter Üniversitesinde yapılan yeni bir araştırmanın ortaya koyduğuna göre, kalabalığın parçası olma isteği, doğru karar verme yeteneğimize zarar veriyor. Genellikle fertler, kendi içgüdülerine güvenmek yerine komşularından veya etraflarındaki insanlardan fazlasıyla etkilenerek yaşıyorlar. Sonuçlara göre guruplar, kendi doğal ortamlarında değişime karşı daha dirençli oluyorlar.

Princeton ve Sorbonne Üniversitesi ile birlikte yürütülen sözkonusu araştırmanın sonuçlarını Dr. Colin Torney şöyle yorumladı: “Sosyal etkileşim, hem toplumda hem de doğada etkili bir güçtür. Başka insanların yaptıklarını yapmak bazı durumlarda faydalı olabilir. Mesela hangi telefonu satın alacağına karar vermek ya da hayvanlar için tehlike anında hangi yöne doğru gitmek gerektiğine karar vermek gibi. Fakat asıl problem, kişinin kendi inançlarıyla başkalarının yaptıkları birbiriyle çatıştığı zaman ortaya çıkıyor. Sonuçlara göre guruplar, kendi doğal ortamlarında değişime olumlu cevap vermiyor ve kendi kararlarını vermek yerine sadece birbirlerinin yaptığını tekrar ederek yaşamayı tercih ediyorlar.

Araştırma sonuçları, geleneksel ve modern toplumların özelliklerini yeniden gündemimize getiriyor. Fransız sosyolog Cloud Lewi- Strauss, felsefe ve antropoloji alanındaki bütün çalışmalarının aslında tek bir arayışın ürünü olduğunu söyler: “İnsanın tüm yapıp-etmelerinin altındaki temel düşünce biçimlerini belirleyebilmek.”

Geleneksel toplumlarda esas olan değişim ve süreklilik değildir, aslolan gelenekler ve toplumun ortak ritüelleridir. Böylesi bir düzen içerisinde fertlerin normlarını da toplumsal kalıplar oluşturur. Sözkonusu koruyucu mekanizma, fertlerin kendini kötülükten alıkoymasını kolaylaştırır ve atasözünde ifade edildiği gibi insanlar kalkamadıklarından otururlar.

Modern zamanlarda fertler seçimleri ile ön plana geçip değişim hayatın esası haline gelince, insanoğlu “ben merkezli yaşamak” dönemine geçti. Fakat Strauss’un dediği gibi, yine aidiyet hissetmek istediği çoğunluğun normlarını benimseyerek aynı düşünce biçimini takip etti. Çünkü halihazırdaki trendler, markalar ve beğeniler zihinleri tam bir sürü gibi sarmalamış durumdadır. Asıl ironik olan, reklam puntoları ile bunları takip etmeye davet edilen insanların özgür ve özgün olmaya özendirilmeleri değil midir? Yani hem diğerlerinin tercih ettiği yoldan gideceksin hem de böylece kendini bulmuş ve özgünlüğünü ispat etmiş olacaksın!

Özgür olduğunu zanneden bütün gönüllü köleler, kendilerine sunulan şeyleri son hızla takip etmeli, tüketmeli ve böylece yaşadığını hissetmelidir. Oysa İsmet Özel’in ifade ettiği gibi, “bütün dinler bugünlere gelmemek içindi.” Yedi kat semalardan bize ulaşan nefes, heva ve hevesimizden daha önemli şeyler olduğunu keşfedebilmemiz ve daha büyük yerlerden bakabilmemiz içindi.

 “Sakın bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp ondan sorumlu olur. (17/İsra 36)” ilahi ikazı, tam da bu zaaflarımıza matuftur. Çünkü kalabalığı takip ederek kaybolmak, evrenin halifesi olan insanın kendini hiç uğruna feda etmesidir.

Sakın biz de popüler kültürün ve son trendlerin peşindeyken, “...batıla dalanlarla biz de dalardık ve ölüm bize o haldeyken geldi. (74/Müddesir 45)” diye ahvalini tanımlayanlardan olmayalım!

17 Eylül 2014, Exeter Üniversitesi, Dr. Colin Torney, İnterface Dergisi,