Afşin ve Ashab-ı Kehf’e ilişkin en eski belge; Bizans devrinde olduğu gibi Selçuklu komutanı Buldacının yöremizi fethinden sonra da bir ziyaretgâh haline gelen Efsus, Eshab-ı-Kehf Mağarası bitişiğinde bulunan kilise harabeleri üzerine Maraş valisi Nusretüddin Hasan tarafından XIII. yüzyıl başlarında bir ribat ve bir cami yaptırılarak vakıf tesis edilmiştir4. Kitâbelerinin kaydına göre, bu eserlerden ribat, I. İzzeddin Keykâvus devrinde 612/1215 yılında, cami ise Alaaddin Keybubad zamanında 630/1233 tarihinde inşâ edildiğine ait belgedir.

Her iki sultanın döneminde emirlik yapan Maraş Emiri Nusretiddün Hasan tarafından mağaranın çevresinde dini, sosyal ve eğitime yönelik büyük bir ribat inşa ettirerek oluşturdukları külliyenin giderleri için her iki sultanın emriyle gelir sağlayacak vakıf kurdurulur. 2. Belge de Halep Emirinin I. Alaeddin Keykubat’a 1222’de gönderdiği elçi İbn Adim’in Halep’ten Konya’ya giden yol üzerinde gördüğü Efsus’un yıkılan kalesi dibinde kurulan küçük bir karye olduğundan bahseden belgedir. Sonraki belgeler Dulkadırlı ve Osmanlı kayıtlarına aittir. Dolayısıyla Ashab-ı Kehf’in kurumsal kimliği ve burada hizmet veren kişilere ilişkin bilgilerin OAB’de bulunmasıyla Efsus’ta tarih içinde yaşamış Ashab-ı Kehf Zaviyedarlarının belirlenmesi mümkün olmaktadır. Bu konuda Selçuklular döneminden beri bazı ipuçları bulunmaktadır. ‘Zaviyenin Selçuklular döneminde yapıldığı yönetiminin de Ashab-ı Kehf’de şubesi bulunan Kadiri tarikatının şeyhine tevdi edildiği belirtilmektedir. Dulkadır Beyliği döneminde zaviyede çalışan kişiler konusunda Şeyh Seyyid Hüseyin el-Hüseyin et-Tirmizi'nin dışında bir bilgiye sahip değiliz. Dulkadir Beyliğinin 1515’te Os­manlılara geçmesinden sonra 1527'de zaviyenin eski şeyhi Habib oğlu Habib, halifesi de Yusuf Fa­kih oğlu Taceddin olduğunu öğreniyoruz.

Zülkadir Beyliği ve Osmanlılar zama­nında Eshab-ı Kehf Külliyesi'nin idareci­lik, şeyhlik ve benzeri görevlerini, 724/1324 yılından beri Emir Hüsameddin b. Seyyid Hüseyin el Hüseyni et-Tirmi­zi'nin ahfadından olanlar yerine getirmekteydi. Ashab-ı Kehf’deki görevliler, kuruluşundan dağılışına kadar Seyyid Hüseyin el-Hüsey­ni'nin soyundandır. Bunlar, vakfın mütevellilik ve zaviyedarlık görevini yerine getiren görevliler ile bu görevlilerin dışın­da benzeri işleri yerine getiren ve Osmanlılar zamanında Eshab-ı Kehfin merkezinde külliyenin ikamete mahsus bölümlerinde oturmakta olan kimselerdi Ancak Efsus (Afşin) 'un merkezinde ikamet edenler de vardı. Bunlar külliyenin cami, medrese ve zaviyesinde görevlendirilen müderris, hatib, müezzin, mütevelli, zaviye şeyhi ve ben­zeri görevleri yerine getiren kimselerdi. 1525 yılında Eshab-ı Kehf Külliyesi'nde; müderris olarak Hasan oğlu Alaaddin, Hatib olarak Yusuf oğlu Taceddin, müezzin olarak Abdülaziz oğlu Ali, nazır-ı ev­kaf olarak Seyyid Mehmed oğlu Seyyid Ahmed burada görev yapmaktaydılar ve aynı yerde ikamet etmekteydi­ler. Nazır-ı evkaf, vakfın mütevellisi tarafından kendisi­ne ödenen dört akçelik yevmiye ile burada görev yap­makta idi. Ancak vakıfta bu şekilde görevli olan kimse­leri bunlardan ibaret saymamak gerekir.

1527 yılı tahrir kayıtlarına göre, vakıf görevlilerinin sayısında artış olmuştu. Bu mahalde müderris olarak Hoca Sadık Şemseddin, İmam Abduşşems oğlu Ümmet, çerağdar[1], ferraş[2], cüzhan, şeyh-i atik Habib oğlu Habib,1.zaviye şeyhi Yusuf Fakihoğlu Taceddin Halife, Yusuf Fakih oğullarından Mahmud, Ahmed, Lütfullah adlarını taşıyan muhassıllar ve müezzin Ahmed oğlu Ömer görev yapmaktaydı. Ayrıca bunların ve burada ikamet eden vergi nüfusunun dışında, daha önce külliye­de görev yapmış olan Çerağdar Abdülaziz oğlu Ali, Ferraş Abdülaziz oğlu Hamza, eski hatiplerden Abduşşems oğlu Ümmet de burada ikamet etmekteydi. Eskiden hatiplik yapmış olan Abduşşems oğlu Ümmet ise, 1527 yılında burada imamlık yapmaktaydı. Adı geçen görevlerde bulunan son üç şahsa daha ön­ce haksız bir şekilde müdahale yapılarak gö­revleri ellerinden alınmıştı. Yine bu tarihte, camiin bir hatibi ve medresenin müderri­si Efsus'ta ikamet etmekteydi.

1563 yılında Eshab-ı Kehf'in bulunduğu mahalde Abdülaziz oğlu Ali Fakih, Muhyiddin oğlu Yakub Ha­life ve Muhyiddin oğlu Yusuf adlarını taşıyan Üç mü­derris ile hatib, Aydoğmuş oğlu Ümmet; imam, Ay­doğmuş oğlu Ali Fakih (Bu isim bizim yörede muskacılıkla ilgili bir öyküyü hatırlatmaktadır. Belleklerimizde  “Ali Fakı’ya bir muska yazdırdık, bıldırkinden daha azdırdık” sözü yaygındır. Yöremizde bir genç var. Bu bahar mevsimi geldiğinde coşup ele avuca sığmaz hale gelir, diğer üç mevsimde ise mahzun ve meyus bir şekilde dünyadan bihaber yaşarmış. Bunun ebeveynlerine Efsus’ta Ali Fakı diye bir hoca varmış, bir muska yazdır ona derler. Onlar da Ali Fakı’ya muska yazdırmak istemelerine karşın “fayda etmez”, demesine rağmen ısrar edince muskayı yazar. Ancak sadece bahar mevsiminde coşan bu genç, muska yazıldıktan sonra her mevsim coşmaya başlayınca, “Ali Fakı’ya bir muska yazdırdık, bıldırkinden daha azdırdık” demişler) ve Aydoğmuş oğlu Mehmed, İbrahim oğlu Memi, Memi oğlu Hayreddin adlarını ta­şıyan muhassıl[3]lar ikamet etmekte idiler. Bunlarla bera­ber 11'i mücerred, toplam 33 vergi nüfusu ikamet et­mekteydi. Kars-ı Maraş (Kadirli) Kadısı da burada ika­met etmekteydi.

Zaviyenin bakım işi (mütevelli) tevliyeti 1086/1675'ten önce Süleyman'a bu tarihten sonra Mustafa'ya, 1677'den itibaren Seyyid Musta­fa'ya verilmiştir. Bu zatlar, Alauddevle Bey'in atalarına yurtluk olarak -Günümüzde Emirli mahallesindeki- Çoban Pınarı adlı araziyi verdiği ve yakınlarının tevliyetine tayin ettiği Seyyid Şeyh Hüseyin el-Hüseyin et-Tirmizi'nin soyundan gelen kimselerdir. Nitekim 1752 tarihinde zaviyenin tevliyetini yapmakta olan Seyyid Yahya, Seyyid Osman, Seyyid Ömer ve Seyyid Ahmed'in, Efsus (Afşin) sakinlerinden Seyyid Şeyh Hüseyin el-Hüseyni el-Tirmizi'nin torun­larından olmaları nedeni ile zaviyenin tevliyetinin vak­fedenin şartlarına uygun olarak üç yüz seneden beri bunların elinde olduğu belirtilmiştir.

Tarih içinde zaman zaman bu zaviyeye müdahaleler de yapıldığı dikkati çekmektedir. Bu müdahaleler vakfın idaresini elinde bu­lunduran sülaleye ve vakıf gelirlerine yö­nelik olarak gelişmiştir. Bunlardan en dikkati çekeni de Eshab-ı Kehf medresesi müderrislerinden Mehmed Zeki ile Ah­med'in müdahaleleri olmuştur. Yıllar bo­yunca süren anlaşmazlık nihayet 1143/1730'da yapılan muhakeme sonun­da, müderrisler için men-i müdahale ka­ran verilmiş, ancak bu zatlar, uydurma bir vakfiye düzenleyerek aynı faaliyetlerine devam etmişlerdir, Mesele ancak, 11661/1753 yılında çözüme kavuşturulmuştur.

Bölgede yapılan ilk üç tahrirden sonra, vakıf ve va­kıf görevlileri hakkında çok az bilgi vardır. 1233/1818 tarihli bir buyrulduya göre, bu tarihte vakıf gelirlerinin tevliyetini Hüseyin Seyyid Ahmed oğlu Seyyid Mustafa, Seyyid Mustafa oğlu Seyyid İbrahim ve Seyyid Ömer oğ­lu Seyyid Osman adlı şahıslar yapmaktaydı.

XIX. yüzyılda Eshab-ı Kehf vakıflarının idaresi, Haremeyn vakıf1arına bağlı olarak idare edilmekteydi. 1266-1273/1850-1857 yıllarına ait vakıf tahrir defterin­de, Eshab-ı Kehf vakıflarında görevli olan müderris Sey­yid Ali ve mütevelli vekili Seyyid Mehmed'in adı kayde­dilmiştir. 1276/1860'da vakıf gelirlerinin tevliyeti, Ha­san adlı bir zatın tasarrufundaydı. 1278/186l'de müte­velli sayısı üçe çıkmıştır. Defter kaydında, Seyyid Meh­med, Seyyid Hüseyin ve Seyyid Halil'in burada mütevelli oldukları kaydedilmiştir. 1279/1862 yılına ait vakıf' kaydında ise, vakfın adı geçmemektedir. Ribat, Kadiri Şeyhi’nin idaresi altındadır. 1337/1919 tarihinde Kadiriye Şeyhi’nin, Ashabü’l-Kehf-i Şerif’ten Şeyh Raif olduğu görülmektedir. Afşin’de Ashab-ı Kehf’in bakım ve koruyuculuğunu yapan aileye Rayıf (Rauf) lar denildiğini biliriz.

Osmaniye’de ikamet ettiğini belirterek benimle telefonla irtibat kuran Ömer Lütfü Atalay isimli bir hemşerimiz 1876’dan 1919 yılına kadar Ashab-ı Kehf’teki Kadiri Şeyhi olarak görev yapan Rauf Efendinin torunu olduğunu ve şecerelerini ihtiva ettiğini söylediği resmi olmayan aile tarihlerinin bir öyküsünü gönderdi. Dedesi Rauf Efendinin Battal Gazinin babası Hüseyin Gazinin 14. göbekten torunu olduğunu, dedesinin babası Seyid Hasan’ın vefatıyla Ashab-ı Kehf’in Zaviyedarlık görevini Sultan Abdülaziz tarafından 1976 yılında dedesine tevdi edildiğini, bu görevi 1926 yılında vefatına kadar icra ettiğini, kendisinin keramet sahibi bir kişi olduğunu, Efsus’ta fırın ocağına girdiği halde yanmadığını, Maraş’ın Kurtuluşunu bir gün önceden Efsuslulara müjdelediğini, Atatürk’le Ankara’da görüştüğünü ve Ashab-ı Kehf’in giderlerine kullanması için 40 altın verdiğini ve vakfın hizmetlerinde kullanmasını istirham ettiğini yazıyor. Afşin’de konuyu yaşlı hemşerilere sordum. O zaman çocukluk döneminde bulunduklarından bahisle anlatılanlarla ilgili bir duyum almadıklarını belirttiler.

 

[1] Eskiden tekke ve zaviyelerde kandilleri ve mumları yakan dervişlere verilen unvan.

[2] Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlayan, sergileri yere döşeyen, seren, yatak, kilim vb. şeyleri yayan dervişlere verilen isim.

[3] Osmanlı İmparatorluğu'nda Tanzimat’tan önceki dönemde vergi tahsildarına verilen isim.