Türkiye’nin 1997–2002 döneminden 2025’e uzanan hikâyesi, manşetlerde büyüyen rakamların ardında hâlâ kökleşmiş yapısal sorunlar ve sınırlı refah artışı barındırıyor. 1997–2002 aralığı, enflasyonun %70’lere dayandığı, kamu borcu/GSYH oranının %90’ı aştığı, Türk Lirası’nın 2001’de bir günde %40 değer kaybettiği ve asgari ücretin 126 dolar gibi dip bir seviyeye indiği bir kriz dönemiydi. IMF programları ve dalgalı kura geçiş, çöküşü durdurdu ama bedeli ağır oldu: işsizlik %10,3’e çıktı, sanayi üretimi %9,5 daraldı, yoksulluk yaygınlaştı.

2025’e gelindiğinde makro tabloda görece iyileşme var. Kamu borcu/GSYH %24,7, yani 2001’in dörtte biri. Enflasyon %33,52’ye geriledi, ancak bu hâlâ OECD ortalamasının beş katı. Politika faizi %43 seviyesinde; fiyat artışlarını dizginlemek için uygulanan bu yüksek faiz, halk için pahalı kredi, daralan talep ve eriyen alım gücü demek.

Kişi başı gelir 2002’de 3.617 dolardı, 2024’te yaklaşık 16.700 dolar. Fakat son 5 yılda kur şokları ve yüksek enflasyon artışı durdurdu. OECD ortalaması 45 bin dolar civarında; Türkiye hâlâ bunun üçte biri seviyesinde.

Asgari ücret nominal olarak büyük artış gösterdi: 2002’de 184 milyon eski TL (yaklaşık 126 dolar) iken 2025’te 22.104,67 TL (yaklaşık 625 dolar). Ancak ABD dolarındaki 25 yıllık %80’lik enflasyonu hesaba kattığımızda, 2002’nin 126 doları bugünkü 227 dolara eşit. Bu durumda reel artış çok daha sınırlı: 2002’de 227 dolar olan asgari ücret, 2025’te reel olarak 347 dolar seviyesinde. Yani 25 yılda asgari ücretin alım gücü dolar bazında yalnızca %53 civarında arttı. Avrupa kıyasında ise tablo hâlâ zayıf: Bulgaristan ~520 dolar, Polonya ~1.080 dolar, İspanya ~1.300 dolar, Fransa ~1.900 dolar, Lüksemburg ~2.800 dolar.

İşsizlik dar tanımla %8,6, genç işsizlik %15+, kadın istihdam oranı %35. OECD ortalaması %60’ların üzerinde. Kayıt dışı istihdam %25–30 bandında; milyonlarca kişi sosyal güvenceden yoksun.

Sosyal göstergelerde ilerleme var: yaşam süresi 72 yıldan 78’e çıktı, internet kullanımı %87’ye ulaştı. Ancak beyin göçü rekor seviyelerde; yüksek teknoloji ihracatı toplam ihracatın %3’ünün altında. Güney Kore’de bu oran %25’in üzerinde.

Küresel ligde Türkiye, G20 ve OECD üyesi olarak büyüklüğüyle öne çıkıyor; fakat kişi başı gelir, verimlilik, inovasyon ve kurumsal güvenlikte alt sıralarda. 25 yılda nominal göstergeler yükseldi, ama doların kendi enflasyonu hesaba katıldığında reel kazanımlar çok daha sınırlı. Üstelik gelir eşitsizliği, düşük ücretli istihdam ve inovasyon açığı kapanmadan, bu büyüme toplumsal refaha dönüşmüyor.

Sonuç net: 1997–2002’nin çıplak krizlerinden uzaklaşıldı ama 2025 Türkiye’si hâlâ orta gelir tuzağında. Rakamlar büyüdü, fakat alım gücü ve yaşam kalitesi OECD ortalamalarına yaklaşmadı. Gerçek değişim, vitrindeki büyümeden değil, mutfaktaki refahtan ölçülür; o alanda 25 yılın hikâyesi hâlâ eksik.