Yönetim mekanizmasının belki de en önemli hususlarından biri nasıl bir sistemle yönetildiğimiz iken bir diğeri ise yönetim erkini elinde bulunduran kişilerin nasıl birer insan olduğu ile ilgilidir.

Zira kötü işleyen bir sistemde adaletli bir yönetici yönettiği zümreyi memnun edebilirken en iyi işleyen bir sistemde liyakatsiz bir yönetici tüm sistemi işlemez hâle getirebilir. Tarihte bunun örneklerine sıkça rastlayabiliyoruz.

Aslında herkesin memnun olabileceği bir sistem inşa etmek zordur. İnşa edilse bile tüm insanların bunun mükemmelliği konusunda uzlaşmasını sağlamak imkansızdır. Çünkü insan eliyle inşa edilen her şey bir başkası tarafından eleştirilmeye açıktır.

Doğrusu yapıcı eleştiriler sistemleri ve işleyişleri güçlendirir ancak ne yazık ki insanlık henüz bu olgunluk düzeyine tam anlamıyla erişebilmiş değildir. Çünkü eleştirilerimizin odağını ne yazık ki yapıcı ilkeler değil ‘ötekileştirme alışkanlıklarımız’ oluşturmaktadır. Birbirimizi anlamak için yeterince yakınlaşamıyoruz.

Liyakat meselesine gelelim...

Liyakat konusu son derece önemli ve hassasiyetle kişide olup olmadığını araştırmamız lazım gelen bir husustur. Bilhassa uygun niteliklere sahip yani liyakatli yöneticiler seçmemiz veya böyle kişilerin yönetim erkini elinde bulundurmasını sağlamamız son derece önemlidir.

Burada sadece siyasi tercihlerimizden bahsetmediğimi ifade etmek isterim. Herhangi bir ilkokula atanan okul müdürünün de bir yönetici olduğu gerçeğine dikkatinizi çekerim.

İnsanlık tarihinde bu konuda beni en çok etkileyen hadiselerden biri Mekke’nin fethinden sonra Peygamberimizin Kabe’nin ve hacıların bakım hizmetlerini o an henüz müşrik olan Osman b. Talha’dan almaması, o ailenin bu konudaki liyakatlerini gözardı etmemesi gelir. Dileseydi galip ordunun komutanı olarak alırdı, dilediğine verirdi ve muhtemeldir ki bu, garip de karşılanmazdı zira Kabe en kutsal mekânımız ve oraya müslüman bir ailenin hizmet etmesi yadırganacak bir durum da olmazdı. Fakat peygamberimiz öyle yapmadı liyakati esas aldı. Dipnot olarak ifade etmiş olayım, bugün bile Kabe’nin anahtarı bu ailededir, değişmemiştir.

Doğrusu liyakat konusuna hiç itiraz eden yok, hatta toplumun her kesminde liyakatli insanlara görev verilmesi yönünde büyük bir beklenti de var. Ancak liyakat beklentimizin önemli bir bölümünü kişisel beklentilerimiz oluşturmaktadır. Çoğumuz herhangi bir siyasetçiyi ya da yöneticiyi değerlendirirken nesnel ölçütler yerine duygusal veya ideolojik değerlendirmeler yapıyoruz.  Çoğu zaman yaptığımız eleştirilerin alt yapısını ‘Ben ondan daha iyi yaparım’ gibi bir anlayış oluşturmaktadır. Yönetim erkinin veya siyasetin hiçbir kademesinde olmayanların bile bu anlayışı ortaya koyduğunu müşahede ediyoruz.

Oysa bedevileşme kültürünü terk etmiş hakikat arayışında bir toplum inşa edersek o zaman ‘O benden daha iyi yapar’ cümlesini duymaya başlayabiliriz. İşte ihtiyacımız olan bakış açısı budur.

Bu bakış açısına sahip bir toplum inşa edebilirsek birçok meselemizi de çözmüş olacağız. Unutmayalım ki ‘Ben siftahımı yaptım komşum henüz yapmadı, alacağınız ürünleri oradan alın’ diyebilen insanlar yeryüzünün en hoşgörülü ve huzurlu toplumlarından birini inşa etmeyi başarmışlardı.

Devam edeceğiz…

Bâki selam ederim.