Aziz okur, hakikat arayışımızı gittikçe derinleştirmeye çalışıyoruz. 

En büyük hakikat kainatın künhüne vakıf olabilmektir. Dolayısıyla varlık ve varlığa dair olan her şey hakikatin bir cüz’üdür. Hakikat kavrayışlarımızın farklılaştığı alanlar ise bu ‘her şey’ ifadesinde gizlidir. Yani nereden geldik, nereye gidiyoruz, nasıl var olduk, varlığın esası nedir gibi sorulara verdiğimiz cevaplar ‘hakikat nedir’ sorusuna verdiğimiz cevapları doğrudan etkilemektedir. 

Bizim burada sadakati ahlak ve dolayısıyla hakikat bileşenlerinden biri olarak görmemizin sebebi yaratılış fıtratımıza ne kadar sadık kaldığımızla ilgilidir. Yani yaratılış kodlarına sadakatla bağlı kalmayan kişi ahlaken nakıs kalacağı gibi hakikatle de hemhâl olamayacaktır. 

Bu cümleden olarak biz hakikatin yaratılış ile ilgili olduğunu düşünüyoruz. Eğer yaratılış kodlarımızı anlayabilirsek hakikate bir adım daha yaklaşmış oluruz. 

O halde hakikati anlama hususunda bir arayış içinde olan insana düşen ödev her şeyden önce yaratılış kodlarını anlamaya çalışmak olmalıdır. 

Adil olma, dilsiz şeytan olmama, vicdanlı, merhametli ve güzel ahlaklı olmaya çalışmak gibi doğuştan getirdiğimiz fıtratımıza uygun hasletlere sahip olmak bize hakikatin sır perdesini açacaktır. 

İşte sadakat ahlakını bu yüzden önemsiyoruz. Zira bu hasletlere, yani insan olmaklığın gereğine ne kadar  ihanet ediyorsak hakikate de o derece hatta belki daha fazla ihanet ediyoruz demektir. 

Hakikat talebesi bunun bilincinde ve farkında olan kişidir; fıtrata sadakat, düşünceye sadakat, mefkûreye sadakat ve yüce Yaratıcıya sadakat hakikatin kaybolmuş anahtarıdır. Kim bu anahtarı bulursa hakikatin sır perdesi ona aralanacaktır. 

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Peki bu saydığımız güzel meziyetlerden bir kısmına veya tamamına sahip olmasına rağmen dinî anlamda farklı yönelimler içinde olan insanları nasıl değerlendirmeliyiz? 

Bu soruyu özellikle dile getirdim zira yazı serancamımıza başladığımız ilk buluşmalarımızdan birinde “Hakikate erişilmez, hakikate teslim olunur.” tespitimizi ifade etmiştik. Dolayısıyla bu sorunun cevabı bu tespitimizde gizlidir. 

Şöyle ki burada ifade etmeye çalıştığımız güzel hasletlere sahip ancak farklı bir inanç sistemine inanan bir insanın hakikat kavrayışının veya sanrısının böyle olduğunu düşünmek icap eder. Zira o da kendince hakikat kapısını aynı anahtarla açmıştır ancak kendisine farklı bir dünya görünmüş, farklı bir perde aralanmıştır. 

Burada akla gelebilir sorulardan birisi “Peki, bu kadar farklı düşünce ve inanç sistematiğinden hangisi bizi hakikate kavuşturacaktır?” sorusudur. 

Daha önceki yazılarımızdan birinde ifade ettiğimiz gibi bizce bu sorunun cevabı kişiye ve inançlarına özgüdür. Zira onlara söylenecek söz: “Bizim dinimiz bize, sizin dininiz sizedir.” Başka türlü olmasını bekleyemeyiz. Buna göre hiç kimsenin inancını veya düşüncesini yargılama veya ayıplama hakkımız yoktur. Yapabileceğimiz şey bizim gibi düşünmeyen veya inanmayan insanlara saygı duymak ve hakikat yolculuğundaki seyrimize devam etmektir. 

Unutmayalım, sadakatla gidilmeyen yolun engebesi çok olacak ve her engebe bizi hakikatten bir adım daha uzaklaştıracaktır. 

Bâki selam ederim.