Aramızdan ayrılışının 18. yıl dönümünde büyük ozanı rahmetle, sevgi ve saygıyla anıyorum.

Bizim kültürümüzde birçok kıymetli, başarılı insanın hayattayken değeri bilinmez fakat bu insanlar öldükten sonra herkes onlardan övgüyle bahseder; onların iyilikleri, güzellikleri, başarıları anlatılır. Nüktedan mütefekkir Ferit Kam, bahsettiğim durumun genellemesini Süleyman Nazif için söylediği şu dörtlükte ne güzel anlatmış:

Sağlığında nice ehl-i hünerin,

Bir tutam tuz konmaz aşına;

Önce öldürürler onu açlıktan,

Sonra türbe dikerler başına!

Mahzuni Şerif de sağlığında kıymetini bilmediğimiz, başarılarını görmezden geldiğimiz, Afşinliler olarak yeterince sahip çıkamadığımız bir halk ozanımızdır. Bu bir öz eleştiridir.

1999 yılında Afşin Kaymakamlığı adına Afşinli Şairler Antolojisi hazırlıyordum. Bu konuda Kaymakam Ahmet Kaya bana her türlü desteği veriyordu. Antolojiyi tamamlamak üzereydim. Mahzuni Şerif’in hikâyesini tam olarak bilmiyordum. Temmuzun başı gibi Mahzuni’yi ev telefonundan aradım. Mahzuni o tarihte Ankara’da ikamet ediyordu. Üçüncü aramamda kendisine ulaştım. Kendimi tanıttım, hazırlamakta olduğum Afşinli Şairler Antolojisi ile ilgili bilgiler verdim. Heyecanlanmıştım, kendisini çok sevdiğimizi ve saydığımızı söyledim. Mütevazıydı, içten konuşması beni rahatlattı. Canlı canlı Mahzuni ile konuşuyordum, mutluluğum tarif edilemezdi. Mahlasının “Mahsuni” dedil, “Mahzuni” olduğunu kendisinden öğrendim. Mahzuni’ den hayat hikâyesini (otobiyografisini) birinci ağızdan istirham ettim. Afşin Kaymakamlığı faks numarasını verdim. “….19 Ağustos’ta ilk defa halk konseri vereceğim, kırk yıl sonra Afşin halkıyla buluşacağım” dedi. Mutluluğu ses tonundan anlaşılıyordu. Ben de mutlu olmuştum. Halk konserinde buluşmak dileğiyle Mahzuni’ye teşekkür edip telefonu kapattım.


 
Yaklaşık bir hafta sonra Afşin Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü Nadir Bey beni aradı.  “Harun Bey, Mahzuni’ den beklediğiniz faks geldi.” dedi.

Hemen Kaymakamlığa gittim, faksı aldım. Mahzuni’ den gelen faksın başında “Sn. Harun Çitil’in dikkatine” ibaresini görünce çok heyecanlandım.

Aşık Mahzuni Şerif, tam istediğim gibi kendi ağzından otobiyografisini daktilo ile yazmıştı. Yine aynı faksla “Afşin Hasreti” isimli şiirini de göndermişti.


 
Mahzuni’nin hayat hikâyesini ve “Afşin Hasreti” şiirini heyecanla okudum. Şiirin son dörtlüğünde Afşinlilere sitemini okuyunca çok duygulandım.

“Mahzuni’nin sana kurban olduğun

Sen bilmedin, dünya bildi Afşin’im!”

Mahzuni siteminde çok haklıydı. Çünkü Türkiye’nin dört bir köşesinde, festivallerde konserler vermiş, ayrıca dünyanın birçok ülkesinde konserlere çıkmış bir halk ozanının doğduğu ilçede şimdiye kadar bir halk konseri vermemesi çok büyük bir çelişkiydi. Oysaki Afşinliler Mahzuni’yi çok seviyor, onun türkülerini severek dinliyor, yeni çıkan plak ve kasetlerini hemen satın alıyor ama Mahzuni Şerif Afşin’ de halk konseri vermiyordu.

Mahzuni’nin Afşin’ de halk konseri vermemesinin asıl sebebi; yetmişli, seksenli yıllarda sağcı-solcu çatışmasında Mahzuni Şerif’in “solcu” damgası yemiş olmasıydı. Mahzuni sistemle ters düşmüştü. Afşin halkının da sosyal yapısının milliyetçi muhafazakâr olmasından dolayı Mahzuni’nin Afşin’ de halk konseri vermesi mümkün olmuyordu. Hâlbuki Afşin’ de birçok ünlü sanatçı halk konseri vermişti. Mahzuni’nin deyişiyle kırk yıl sonra, 1999 yılının 19 Ağustos’unda Afşin Belediye Başkanı Yalçın Demir’in gayreti ve cesaretiyle Afşin Güreş Meydanı’nda halk konseri gerçekleşti.


 
Afşin eski Belediye Başkanı Yalçın Demir şunları söyledi:

“Mahzuni’nin Afşin’ de halk konseri vermesi isteğiyle Ankara’ya gittik. Gittiğimiz stüdyoda bizi halk ozanı Musa Eroğlu karşıladı. Mahzuni gelince ona Afşin’ de halk konseri teklifimizi ilettik. Mahzuni teklifimizi sevinçle kabul etti. Biz, türkülerin ustası Musa Eroğlu’na da aynı teklifi sunduk. Musa Eroğlu gülümseyerek  “Ben üstadın olduğu yerde saza mızrap vurmam.” dedi.

Afşin’e geldiğimizde halk konseri ile ilgili gelişmeleri kaymakama bildirdim. Kaymakam Ahmet Kaya konserde olaylar çıkabileceği endişesini bana iletti. Ben de “Sayın Kaymakam’ım hiç endişe etmeyin! Afşin halkı Mahzuni’yi çok sever ve sayar, hiçbir şey olmaz.” dedim.

Mahzuni Şerif konser ekibiyle Afşin’e geldi. TEK’in misafirhanesine yerleştirildi. Benim başkanlığımda bir heyetle Mahzuni’ye hoş geldine gittik. Afşin’ de halk konseri vereceği için Mahzuni’nin gözlerinin içi gülüyordu. Herkesle samimi bir şekilde sohbet etti. Yıllarca ayrı kaldığı dostları yanındaydı. Mahzuni, “Benim bu güne kadar Afşin’ de konser verme fırsatım olmadı. İlçemde konser vermeyi çok istedim ama yöneticiler çekimser kaldılar. Bana Afşin’ de konser verme fırsatı sağlayan Belediye Başkanımız Yalçın Bey’e çok teşekkür ederim.” dedi.


 
Akşam olmuş, Afşin Güreş Sahası hınca hınç dolmuştu. Herkes Mahzuni’nin konser alanına gelmesini sabırsızlıkla bekledi. Heyecan doruktaydı. Alkışlar, zılgıtlar, “Mahzuni, Mahzuni” tezahüratları altında alana çıktı Mahzuni. “Afşin seninle gurur duyuyor.” sloganı defalarca söylendi. Mahzuni’nin yüzü gülüyordu.

Beyaz takım elbisesiyle, sol elinde sazı, sağ elini açarak güreş sahasının dört bir yanındaki seyircileri selamladı. Sahnedeki yerini aldı. Herkes pür dikkat onu izliyordu. “Konserime önce bir şiirle başlayacağım, sonra konuşacağım.” dedi.

***

Hasret buram buram kırk sene oldu,
Dönerek bulduğum Afşin merhaba!
Dağlarınla, toprağınla, taşınla!
Gurbette kaldığım Afşin merhaba!

***

Su durduğun yerde cirit oynardı,
Her köşenden koç yiğitler kaynardı,
Atlasına kartalların konardı,
Uğruna öldüğüm Afşin merhaba!

***

Toprak toprak hamurundan yoğruldum,
Berçenek’te çamurundan doğruldum.
Senden doğdum, tüm dünyada soruldum;
Dünyaya geldiğim Afşin merhaba!

***

Bana afiyettir kuru soğanın.
Hükmü ne ki hükümdarın talanın?
Tükenmez ki dirgen Ali’n Doğan’ın
Hayale daldığım Afşin merhaba!

***
Tanrım nasip etmiş Ayran Dede’yi.
Ben böyle gurbette kaldım ne deyi?
Sende duydum emmi dayı edeyi,
Secdemi kıldığım Afşin merhaba!

***
Benim gönlüm sana güzellik diler,
Hoşlar diyarında bir kuzu meler,
Boşa yatmaz dede baba yediler;
Selamlar saldığım Afşin merhaba!

***
Bilmem ki Mahzuni lâyık mı sana?
Dünya bir yanadır Afşin bir yana.
Bütün köylerine bütün halkına,
Hey kurban olduğum Afşin merhaba.

***
Mahzuni bu duygu yüklü şiirin ardından şiirin ardından aynı duygu yoğunluğunu devam ettiren bir de konuşma yaptı. herkesi duygulandıran bir konuşma yaptı. Konuşmanın sonunda mutluluktan ağladı.
Afşin halk konseri çok büyük ilgi gördü. Kahramanmaraş’tan ve çevre illerden, ilçelerden protokol seviyesinde katılım oldu. Mahzuni, en güzel türkülerini hasret kaldığı hemşehrileri için okudu. Konser çok uzun sürdü ama hiçbir seyirci alanı terk etmedi. Konserde en küçük bir olay dahi yaşanmadı.

Bu halk konseri, Mahzuni’nin Afşin’de verdiği ilk ve son konser oldu. Çünkü büyük ozan yaklaşık dört yıl sonra 17 Mayıs 2002’de Almanya’da hayata veda etti.

Mahzuni sağlığında 20.yüzyılın en büyük ozanı seçildi. Halk adamıydı, içimizden biriydi o. Türkülerinde halkın sevinçlerini, üzüntülerini, dertlerini, sıkıntılarını dile getirdi. Yöneticilerin hatalarını, eksiklerini korkusuzca söyleyerek halkın düşüncelerine tercüman oldu. Toplumda sosyal adaleti, liyakati savundu. Ezilmişlerin sesi oldu. İktidar baskısına rağmen doğru bildiklerini, eleştirilerini söylemeye devam etti. 

Mahzuni Şerif video kayıtlarında, “Beni havada ve karada da öldüğümde Berçenek’e gömün. Eğer cenazemin bulunamayacağı gibi bir ölüm yaşamışsam köyümün topraklarına cenazem gömülsün.” der. Mahzuni, vasiyetine rağmen ailesinin isteği üzerine Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde Çilehane denilen mezarlığa binlerce kişinin katılımıyla gömüldü. Allah rahmet eylesin. “Bu dünyanın telaşı hiç bitmez / Mahzuni Şerif bir daha gelmez.”

Dileğim, Afşin’de geleneksel olarak yapılan Afşin Eshab-ı Kehf Karakucak Güreş Festivali kapsamında, Aşık Mahzuni Şerif Halk Ozanları Festivali’nin de yapılmasıdır. Bu festivale yurt içinden ve yurt dışından ozanlar davet edilmelidir. Bu şekilde hem Mahzuni’nin hem Afşin’in tanıtımına büyük katkı sağlayacaktır. Bu sayede yeni ozanlar yetişecektir.

(KENDİ KALEMİNDEN MAHZUNİ ŞERİF)

Sn. Harun Çitil’in Dikkatine

Takdir edersiniz ki hiçbir insan anasından dünyaya geldiği yılı, haftayı, saati bilmez. İnsan bilimindeki doğal gerçek budur. Ancak ben Yeşil Afşin’imizin eski adıyla Berçenek, yeni adıyla tarlacık köyünde: Büyük amcam Emir’e göre 1941 başlarında, amcam Gül Ali’ye göre 1940 ortalarında, en büyük amcamın oğlu Hüseyin Çavuş’un not tarihlerine göre 17 Kasım 1939 yılında doğmuşum. (Resmi kayıtlarım 01.07.1943)

Adım, 1941’yılında ölen amcam Şerif’in adıdır. Ancak onun ölümünden önce bir sevgi gereği mi amcamın adı oldu, yoksa amcamın ölümünden sonra onun anısı adına mı adım Şerif konuldu, bunu ben bilmediğim gibi yakınlarımdan da kesin bir açık ifade alamadım. Kesin bir şey varsa Kasım ayında doğduğumdur. Bu ifadelerin ortak gerçeğine bakıldığında her neyse ortasını bularak 1940 yılında doğduğum kabul edilir. Ben dünyaya güzümü açtığım yılı yedi yaşım olarak kabul ediyorum. Çünkü insanın en az kendini tanıyıcı çocukluk yılı ölçüleriyle mantık kazanır. Bu yüzden yedi yaşında doğduğumu varsaymaktayım.

 
Bu yaş tespitini 1946 yılı sayarsak işte o yıllarda Afşin’in 15 km kuzey doğusunda bir çıplak tepede gözüken yaklaşık seksen haneli Berçenek’te ilkokul yoktur. Devlet, köyümüzde çavuşluk da yapmış olanlardan Mevlüt Kul’u eğitmen olarak verir ve Berçenek’in çocukları bu insanda üçüncü sınıfa kadar okur. Temel bilgiler alırlardı. İşte bu merhum, değerli insanda ben de 1948 ve 1951 yıllarımı okuyarak geçirdim. Ancak ondan önce iki yıl kadar Elbistan’ın Alembey köyünde Hacı Lütfü Medresesinde Kur’an okudum, kıraat ve tecvit edindim. 1950’li yıllarda Berçenek’e gelerek ilkokulu 1956’da bitirdim. Daha sonra Mersin Üçüncü Astsubay hazırlama ortaokuluna gittim. 1959 yılında Ankara Ordu Donatım Teknik Okulunda okudum. Şair kişiliğim, farklı kültür anlayışım nedeniyle ordumuzun iç hizmet yasasının uygunluğunu yitirmiş olduğundan 1960 itibariyle bu okuldan ihraç edildim. Bir ara Kuleli Askeri Lisesine gitmem gerektiğini düşündüğüm sırada maalesef düşleri kursağımda kaldı.

1961 yılında ünlü Türk halk ozanı Âşık Veysel’le kurduğum arkadaşlıkla radyo ve plakçılarla keşfedildim. O günden bugüne yayınlanmış il kültür müdürlükleri bandrol adetlerine göre 453 kırk beşlik ve 12 uzun çalar LP olmak üzere 365 plak, bu plakları içine alarak 1970’den itibaren 70 albüm kaset, sekizi diğer müelliflerince ikisi kendi kaleminden 10 kitabım neşredildi.

Şöhrete ulaştıktan, ülkemi baştan sona taradıktan sonra Bulgaristan, Yugoslavya, Avusturya, Almanya, Belçika, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiye, İngiltere; ayrıca Pakistan, Hindistan Singapur, Avusturalya, Japonya, İsrail gibi ülkeleri de gezdim.

Türk âşıklık edebiyatını, Anadolu mistik felsefesini, Türk İslam anlayışını, divan ve halk edebiyatı gibi eserler üzerinde ozanlık geleneğinin etkisini sunmaya çalıştım.

Önce örf ve adetlerimizin kurbanı olarak anam ve babamın göreceliği öncülüğünde bir evlilik yaptım, bu tutmadı, ayrıldım. İkinci evliliğim de kendi toyluğum ve acemiliğim yüzünden oldu. Derken bu iki evlilikten dört evlat edindim. Üçüncü evliliğim aynı kültürü paylaştığım bir insanla, bir edebiyat öğretmeni olan Fatma Hanım’la oldu. Ondan dört çocuk sahibi olunca şimdi bana sekiz çocuk beş torun sahibi Mahzunî diyebilirsiniz.

Bir zamanlar, geçmişte olan diğer Türk halk ozanları gibi sistemle ters düştüğümden yanlış anlaşıldım ve birtakım mahkûmiyetlerim oldu. Ancak ben bunlara hiç küsmedim, kırılmadım. Çünkü ozanlık misyonunda yatan en baş erdemlerden birisi toplumculuk ruhudur. İlk hazmı ve olgunluk işareti de devletin, insanların ve Allah’ın yasalarına hamiyetle yaklaşmaktır. Ben bunları yaptığımı düşünmekteyim. Ve ülkemi taparcasına sevmekteyim. (1)