Aziz okur, hakikat yolculuğumuzda her geçen gün yeni adımlar atarak ilerliyoruz. Amacımız varlığın hakikatini kavramak… Bu yoldaki yeni durağımız ise ilim ve irfan dengesi üzerinden hakikati kavrayabilmektir.

Malumunuz olduğu üzere insan bildiklerinin alimi, bilmediklerinin ise cahilidir. Teorik anlamda bile olsa bir insanın kainattaki her bilgiyi bilmesi mümkün olamayacağına göre zihnimizde bilgi ve cehalet dengesi söz konusu olmalıdır. Yani bilmediğimiz pek çok şey vardır. Dolayısıyla ilim ve cehalet aynı anda heybemizde taşıdığımız iki zıt olgudur. Bunlardan hangisinin baskın olacağını belirleyen şey, sahip olduğumuz veya olamadığımız ilim ahlakıdır.

Diğer taraftan tüm mükevvenata ilişkin bilmediklerimiz, bildiklerimizden her zaman daha fazla olacağına göre heybemizdeki bu iki zıt olgunun dengesini nasıl oluşturmaktayız?

Meselenin tam olarak ilim ahlakı ile ilgili olan kısmı bu sorunun düşüncelerimizi istikametlendirdiği alandır.

Bu alan hakikat kapısının en önemli özelliklerinden biri mesabesindedir. Zira zihnimizdeki bu iki zıt kavramın farkında olmamız bizi hakikate bir adım daha yaklaştıracaktır. Şöyle ki

Bilme eylemi insanın en temel özelliklerinden biridir ve bunu pek çok araçla gerçekleştirebiliriz. Mantıksal çıkarsamalar, tecrübî eylemler, tevatüren aktarılanlar ile ilmî yolla mücaheze edinilenler ve irfan bunlardan bir kaçıdır. Farklı bilgi edinme yöntemleri bu yazının mevzusu olmamakla birlikte ilim ve bilim arasındaki nüansı da okuyucunun alakasına bırakıyorum.

Biz burada ilim, irfan ve bunların hakikat ile ilişkisi üzerinde durmak istiyoruz.

İlim doğrudan pûr bilgi ile ilişkilidir. Yani farklı disiplinlere ilişkin pûr bilgi düzeyimiz ne kadar çoksa sahip olduğumuz ilim de o denli derindir ve bu kabil insanlar âlim olarak tanımlanırlar. Yani bir insan ne kadar çok bilgiye sahipse ilim düzeyi o kadar yüksek ve o derece önemli bir âlim olacaktır.

Diğer taraftan tüm kainata ilişkin zahiri, batıni her şeyi bilen ve tek olan bir varlık vardır: Cenab-ı Zülcelal. Dolayısıyla kainattaki bilgi vech-i küllîye dayanmaktadır. Yani Kadir-i Mutlak olan Mevla’mızın zatında mevcut ve mevcut olması yaratıcı sıfatına binaen zorunlu olanlardan bize bildirdiklerinin ancak belirli bir cüzü kadarını bilebiliriz. Ve uğraştığımız ilimler de işte bize sınırsız gibi gelmesine rağmen -ki öyledir- Cenab-ı Mevla’nın sahip olduğu ilmin ancak belki de bir damlası kadardır.

Dolayısıyla Cenab-ı Allah’ın zatına mahsus olan ilme insanın erişebilmesi mümkün değildir, doğrusu böyle bir şey söz konusu da değildir. Bu sonsuz ilmin ancak belirli bir kısmının farkında olabilir, emanetini yüklenebiliriz.

Diğer taraftan bu sonsuz ilim çeşmelerinin her biri Kadir-i Mutlak olan Mevla’nın ilim pınarından aktığına göre o pınarın her bir yatağı insanı tek ve bir olan, doğmamış, doğurulmamış, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten yaratıcıya götürecektir/götürmelidir.

İşte hakikat kapısının kilidini çözecek anahtar bu tefekkürün gerisinde gizlidir.

Bu giz ise irfandır…

Devam edeceğiz….

Bâki selam ederim.