Aziz okur, bir önceki yazımızda hatanın ne olduğu üzerinde durmuş; doğru davranışın veya hatalı davranışın kültürle ve başka bazı değerlerle ilişkili olduğunu belirtmiştik. 

Buna göre bir insanın birlikte yaşadığı diğer insanlar tarafından doğru kabul edilmeyen ve edilmemesi gereken her türlü davranış hata olarak değerlendirilmelidir. 

Söz gelimi komşumuzu yüksek sesle rahatsız etmemiz, trafik kurallarına uymamamız vs hatalı birer davranıştır. 

En yakın akrabalarımızı örneğin oğlumuzu, kızımızı, damadımızı, kardeşimizi vs yaptığımız bir işten dolayı zor duruma düşürmemiz yine hatalı bir davranıştır. Bu, göz göre göre, bile isteye yapıldıysa hatalı davranış olmaktan çıkar, cürüm hatta ihanet hâline dönüşür ki bunun vebali iki dünyada da insanın yakasını bırakmaz. 

İhanetin bedeli ağırdır. Ne dünyada ne ahirette insanın peşini bırakır. 

Hata ise eğer farkına varılmazsa büyük ve geri dönülmesi zor sonuçlar doğurabilir. Bu sebeple bir işe girişirken bunun sonuçlarını iyi analiz etmek gerekir. 

Doğrusu her ne kadar ihanet kadar ağır bir eylem olmasa bile hatalı davranış da insanın peşini ondan vazgeçip nedamet gösterinceye kadar bırakmaz. 

Burada şunu da eklemek lazım ki yazının başında ifade ettiğimiz şekliyle her insan hata yapabilir. Esas olan şey hatadan dönmektir. Dolayısıyla pişman olma ahlakı nedameti ve hatayı fark edip bundan rücu etmeyi gerektirir ki erdemli davranış bu olsa gerektir. 

Yine ifade etmek gerekir ki hatalı bir davranışın iki yönlü sonucu vardır. Bunlardan ilki hata ettiğimiz kişiye karşıdır ki helalleşmek lazım gelir. Aksi takdirde bunun vebalini taşımak mümkün olmayacaktır. Diğeri ise bu hatalı davranıştan yani bir insana haksız yere oluşturduğumuz huzursuzluktan dolayı oluşan bir anlamda kamu hakkıdır ki inanan bir insan bundan dolayı da Allah’a hesap vereceğinin idrakinde olmalıdır. 

Buna göre bir hatalı davranışın pişmanlığı hem ilgili kişiyle doğrudan teması gerektirirken hem de oluşan bir anlamda ‘kamu hakkından’ dolayı toplumdan ve hatta Yaratıcıdan da mahcubiyet duymayı gerektirmelidir. 

Dolayısıyla bilerek veya bilmeyerek bir insanı kırdığımızda, ona karşı hatalı davrandığımızda hem onunla hem toplumla ve hatta Yaratıcıyla pişmanlık bağı oluşturmak durumundayızdır. 

Bunun birini veya her ikisini yapmadığımızda ise hem insanların nazarında hem de Yaratıcının nazarında itibarımız düşecektir. Burada bu cürmü işleyen akıl sahibi bir kişinin uzun uzadıya düşünmesi icap etmektedir. 

Dünya üzerindeki geçici hiçbir menfaat bizi itibarlı bir insan noktasına taşımaz. Bakın önceki yazının giriş kısmında isimlerini zikrettiğimiz irfan ve hikmet ile heybelerini dolduran alimleri bugün bile hatırlamamızın sebeplerinden biri de budur. Zira bu alimler hakikatin ve doğru davranış kalıplarının peşinde olmasalardı yüzlerce binlerce yıl sonra bile hatırlanmaları söz konusu olmazdı. 

Bütün bu yazdıklarımızdan pişman olmanın da bir ahlakı olduğunu ve bu ahlaka uygun davranmamanın da bir tür Bedevilik olduğunu idrak etmek durumundayız. 

Meselemiz insan ve onun davranışları, hırsları vs olunca inanın o insanın kendini ve kendi davranışlarını farketmesi çok zordur. Çok zor olduğu için yapıp ettiklerimizden hatalı olanları ayıklayamıyor ve pişman olma ahlakının gereğini hakkıyla yerine getiremiyoruz. Buna göre en çok ihtiyacımız olan şey bize her durumda hakikati hatırlatacak ve yaptığımız hatalı davranışlarda bizi lisani münasiple, kırmadan, incitmeden, yıkmadan uyaracak dostlar edinmektir. 

Bu kabil dostlarımızın sayısının artması temennisi ve duasıyla, 

Bâki selam ederim…

Not: Bazı sağlık sorunları nedeniyle yazılarım bir süreliğine akamete uğramak durumunda kaldı. Düzenli bir şekilde yazılarımızı takip eden okuyuculardan özür diliyorum.