“Modern dünya dediğimiz alemde, bilmenin değeri hemen hemen hiç kalmadı. Belki dünyanın modernliği ilme, edebe, irfana cephe alışta saklı.”

                                                                                                                                                                                                           İSMET ÖZEL

Her ne kadar İsmet Özel, “İlim Çin’de de olsa alınız“ hadis-i şerifinde seçilen Çin kelimesinin tesadüf olmadığını söylese bile, artık mesafeler yok oldu ve bilgiye ulaşmak bir “tık” ile mümkün hale geldi. Şimdi bu imkanla birlikte, insan hayatında bilginin yokluğu değil, çokluğu önemli bir problem…

Dublin Üniversitesi’nden Dr. Ciara Green tarafından ortaya konan araştırma sonuçlarına göre, herhangi bir konu hakkında çok bilgi sahibi olmak, aynı zamanda hafızamızın o konuda yanılmasına da sebep olabiliyor.

 Araştırmayı gerçekleştirmek için, 489 katılımcıya 7 konu (futbol, siyaset, iş, teknoloji, sinema, bilim ve müzik) verilerek, ilgilendikleri alanları önem sırasına göre yazmaları istendi. Sonra da ilk ve son sırada seçtikleri konuyla ilgili, duydukları haberlerde geçen 4 örnek olay seçmeleri istendi. Hatırladıkları olayların içinden bir tanesinin kesinlikle gerçek olmadığı ortaya çıktı. Sonuçlara göre, ilgimizi çeken bir konuda bilgilenmeye  başladığımızda, o konuda hafızaya biriken doğru bilgiler kadar asılsız bilgiler de artış gösteriyor. İlgilendiğimiz bir konudaki yanlış bilgilerin, diğerlerine oranla %25 daha çok olduğu belirlendi.

Dr. Greene bu çelişkili durumu açıklayabilmek için, hafızamıza yerleşen asılsız bilgilerin bilimsel sebeplerini, özellikle çocukken şahit olunan olayların etkisini teşhis etmenin en önemli amaçları olduğunu belirtti.

“Başını derde sokan, bilmediklerin değil aksine bildiklerindir” diyen Mark Twain’in hakkını teslim etmeli. Yeni birşey öğrenirken, tüm dikkatimizi vererek zihnimizi açtığımız halde, bilgi sahibi olduğumuz bir konuda fazla içselleştirmekten doğan bir rahatlık ve sorgulamadan kabullenme hali sözkonusu olabiliyor. Bu da bizi yanıltan en önemli etkenlerden biri...

Teknolojinin ve özellikle internetin  hayatımıza girmesiyle birlikte, doğru ya da yanlış her türlü fikri ve bakış açısını yayınlayabilmek kolaylaştı. Bu sebeple artık insanların, doğru bilgiye ulaşmak ve analiz etmek için, adına bilgi işçiliği de diyebileceğimiz, “bilgi okuryazarlığı” yetkinliğine sahip olması zorunlu görülmektedir.

“Bilgi okuryazarlığı (information literacy)” kavramı ilk kez, 1974 yılında Paul G. Zurkowski tarafından, Kütüphaneler ve Bilgi Bilimi Komisyonu’na sunulan bir raporda kullanıldı.

“Problemlerin çözümünde ihtiyacımız olan bilgiyi biçimlendirebilmek için, ana kaynakları ve çeşitli bilgi araçlarını kullanarak öğrenilen teknik ve beceriler” olarak tanımlanan bu kavram, sonraki yıllarda da gündeme getirilerek içeriği geliştirildi. En son, UNESCO tarafından global çapta ele alınan “bilgi okuryazarlığı” telakkisi, 21. yüzyılda yaşayan bütün bireyler, kurumlar ve milletler için sosyal ve ekonomik gelişmenin anahtarı olarak tanımlanarak, temel insan haklarından biri ilan edildi.

İnsanoğluna yol göstermek için ortaya konan bütün bu teorik çabalar takdire şayan olmakla beraber; ruhunda taşıdığı bir çok esaretle günlük hayatın içinde nasıl varolabileceğine dair ona rehberlik etmemektedir. Modern insan, elindeki imkanların nasıl da geliştiği aldatmacasıyla kendini akışa bırakarak, internet ağlarına takılmış ve zihni uyuşmuş bir şekilde bilgi çöplüğünde yüzmektedir. İlgilendiğimiz konularda hafızamıza biriken yanılgılar da bu durumun trajik bir sonucu değil midir?

 Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği ve BBC’ nin ‘21. Yüzyılın En iyi 100 Filmi’ listesine giren “Bir Zamanlar Anadoluda” filminin senaristi Ercan Kesal, bir röportajda kendisine yöneltilen “nasıl iyileşebiliriz” sorusuna hikmetlice yanıt verirken, ahvalimizi de şöyle özetledi: “Bugün herşeyden haberdarmışız gibi davranıyoruz ama çok da yalnız ve çaresiziz aslında. Herşeyi seyrederek geçip gidiyoruz. Hiçbirşey hakkında söz söyleme, hiçbir şeyi değiştirme gücü yok. Kitaplar da filmler de, “Ben varım, bu dünyanın parçasıyım ve söyleyecek sözüm var” cesaretini veriyor bize. İzlediğin bir hikayeden yola çıkarak, Tarkovski’nin deyişiyle ‘yeryüzünü sahipleniyorsun’.

29 Ağustos 2016, Dr. Ciara Greene, Dublin Üniversitesi, İngiltere Psikoloji Derneği (BPS),