Höl: Farsça çocuk pisliği demektir. Aynı zamanda höl, kundaktaki çocukların altına konan kurutulmuş ve elenmiş toprak demektir. Bir de nem, ıslaklık, rutubet anlamı taşır. 
İşte bizimkiler sanki bu üç anlamı birleştirmişler ve nemi, ıslaklığı emen ince toprak anlamında höllük kelimesini elde etmiş ve ona da zamanla halk dilinde öllük demiş. Sözlüklere de böyle işlenmiş; Höllük: İnce toprak; kundak çocuklarının altına bez yerine konulan toprak demektir.
Öyle ya şimdiki gibi içindeki seli suyu emen, dışarı vermeyen bezler daha icat edilmemiş. Kaç kat bezle sarbanız, ille bebenin idrarı ve hatta kakasının nemi dışarı vurur. Bu bir tarafa akşamdan sabaha, sabahtan akşama kadar o pisliğin içinde yatan çocuğun altı ne hale gelir? İşte bu sıkıntıları yıllardır, belki asırlardır çeken anneler çareler aramışlar ve büyük bölümü topraktan yararlanmayı uygun bulmuş.
Bazı şehirlerimizde bebeyi kundaklarken pipisine bir hortum takıp, öteki ucunu da bir büyük şişenin içine daldırarak bezlerin idrarla ıslanma ve altlarının pişme derdini hallediyorlardı…
Bizimkiler bezden ve kundaktan kolay vazgeçmediler. Çocukların altı piştikçe bir yandan pudra ve krem ile olmadı zeytinyağı ile iyi etmeye bir yandan yine alelusul yıkanmış bezler ve öllükle kundaklamaya devam ettiler…
Durmadan ağladığından belli ki altını kirletmiştir. Nihayet açmaya karar veren anne bebeyi uygun bir yere yatırır. Kundağı açar. Bu ara bebe açtıkça rahatlamaya ve ‘oh şimdi kurtulacağım’ der gibi etrafa mutluluk belirtileri saçmaya başlar. Kundak tamamen açılınca, nedense inadına der gibi bebenin birden coco yapası tutar ve pipisinin ucu hangi tarafa ise o tarafa doğru fışkırtır ki annesi bir bezi üstüne kapatırsa kurtarır, aksi halde…
Anne, tutup ayaklarından kaldırır; altındaki kirli bezin temiz uçları ile kakayı temizler. Titiz, temiz, dikkatli, becerikli ve gerçek anne olmayı becerenler bebenin altını açmadan ılık su hazırlamış ve elleaniyi de yanına koymuştur. Kakasının kabasını aldıktan sonra üstünü kapatır; bu arada altında sadece kundağı alıp yan tarafta bir yere serer. İçine kaç kat koyacaksa bez konur. Az önce dediğim gibi elenmiş, kavrulmuş ve sıcaklığını korusun diye sobanın arkasındaki küpecikte bekletilen öllükten yeteri kadar alır ve en üstteki bezin içine yayar. Sonra bebeyi kucaklayıp el leğeninin yanına çömelir. Bebeyi sol dizina karnı üstü yatırır. Sol elini dış tarafından dolayarak göbeğinin altına kadar getirip tutar ve kaldırır. Uzatınca bebe leğenin üstüne gelmiştir; varsa birinin yardımı ile o su döker kendisi yıkar; yardımcı yoksa serbest eliyle su döker alttaki elini ustaca kullanarak alt kesimi ve bacak aralarını yıkar; kalan yerini de bebeyi dizine yatırıp alttan çektiği eliyle yıkar, yarı kirli bir bezle kurular ve kucaklayıp hazır bekleyen kundağın içine bebenin belden yukarısı öllüğe gelmeyecek şekilde yatırır. Tek elle iki ayağından tutup poposu da havalanacak kadar kaldırır ve kundağın kıvrışmış yerleri düzlendikten sonra ortalayarak yatırır. Öllüklü bezi bebeğe sarmaya başlar; önce bebenin bacakları arasından ta ayaklarına kadar uzayan köşesini tutup, bebe erkekse pipisinin ters bir şekilde bükülmemesine dikkat ederek bezi göbeğine doğru katlar. Bezin bu ucu gevşemesin diye bir elle tutarak bir yanındaki bezi alır ve öteki yana kadar uzatıp belinin altına girdirir; sonra diğer taraftaki bezi aynı şekilde katlar ve belinin altına girdirir. Daha sora da altta kaç tane bez varsa sıra ile aynı şekilde katlar. Bebenin belden aşağısı sıkıca sarılmıştır. Sıra en dıştaki kenarları işlemeli, bembeyaz bezden dikilip hazırlanmış kundağa gelmiştir. Kundağın bir köşesi bir süngeç kadar içe katlanır. Bebe kucaklanır ve kundağın katlanan yeri tam ensesine hatta saçlarının başladığı yere gelecek şekilde yeniden yatırılır. Devam ederek önce alt köşe göğsüne kadar geliyordur, katlanır. Sonra yanlardan birinin ucu tutulur ve bebenin o taraf kolu yanına uzatılarak hem kolunu çekmesin, hem dizini bükmesin diye ikisi birden zapt edilerek sarılır ve ucu öteki yana, hatta o taraftan bel altına kadar gidiyordur, katlanır. Sonra aynı şekilde diğer ucundan tutulur, bu sefer de o taraftaki kolu o yana düzgünce uzatılır, “Yapmayın, etmeyin; beni niye hareketsiz bırakıyorsunuz? Ben sizi bağlayayım bakayım, dayanacak mısınız?” der gibi kımıldamasına, kol ve ayaklarını oynatmasına, hatta ağlamasına aldırış edilmeden tutulur ve sarılır; altından geçirilerek nereye kadar gelmişse oraya çatal iğne ile tutturulur. Böylece bebe kelimenin tam anlamışla dürüm gibi olmuştur. Bir kafası dışarıdadır. Diğer yerlerini oynatması bile mümkün değildir.
Gelin bebesini kundaklarken, ilk çocuk ve annelikte acemi ya gaynana öteden seslenir; “Gelin, aman dikkat et haa, soon elini ters saran da sahatlar çocuu…” ya da annesi tembih eder “Aman gızım, bir sahatlık çıhartma, Eşe bibinin torunu gimi çok sıhı edip de kalçasını çıhartdırma…”
Sakatlanmalardan başka nicelerini duyduk… Kundağı çatal iğne ile bebenin etine tutturanı mı desem, ikide bir tekmeleyip açmasını engellemek için sımsıkı sarıp yavrusunu mosmor edeni mi?
Ula yoorum, bebelerin yavız olanları valla ne ederler ederler ya ellerinin birini ya ikisini birden ya da önce ellerini ardından tekmeleyerek ayaklarını da çıkartarak inanın kundağı darmadağın ederler. Anında keyifleri yerine gelir ve iki el ve iki ayağını kaldırıp başlarlar sallamaya, birbirine değdirmeye, elini ya da parmaklarını emmeye, yüzünü gözünü çizmeye… Artık, altı temizse mesele yok, yeniden sarılır; ya pis dolu iken kundağını dağıtmışsa…
Kundağın içinden çıkartılmış için kaka dolu bezler ustaca katlanır ve tortop edilerek çağın kenarına, örtmede bir köşeye konur. Gün boyu kaç kere yaparsa onlar birikir. Hepsini bir eski helkenin içine kor, koltuğunun altına tohacı kıstırır, bir de sabun kirtiği alıp düşer Cahan yoluna. Daha süllümleri inerken kaynanası seslenir “Sabını bitirme haaa…
Gelin nehrin kenarına gelir, orada aralıklı olarak yoldan nehir yüzeyine doğru inilen özel yerler vardı. Bir iki basamakla belki bir metre kare gelmeyecek büyüklükte bir taş zemine inilirdi. Burada nehre sıfır olan büyük bir taş konmuştur. Nehir kıyısı sığdır. Bir de nehrin içine ve bir karış kadar ileriye üstü düz, fazla büyük olmayan bir taş daha sabitlenmiştir. Buna da öncekine de “Tohaç taşı” veya “Su taşı” denirdi. Gelin gelip bezleri yanına kor. Sırayla birini alarak ucundan tutar ve nehre daldırarak ileri geri, sağa sola sallamaya başlar; böylece içindeki pislikler akar. Aktığına emin olunca öteki yanına kor ve bir başkasını alarak aynı işlemi yapar. Bitince hepsini birden alıp tohaç taşının üstüne kor. Üzerlerine avuçlarıyla bol bol su serptikten sonra tohaçla vurmaya başlar. Bezlerin suyunun azaldığını fark ettikçe yine avuçlarıyla su atar. Arada bezleri alt üst eder, yer değiştirir. Böylece içine işlemiş kiri dışarı fışkırtmaya çalışır. Tohaçlama bitince tek tek eline alır ve sabunlayarak çitiler; temizlendiğine kakanın renginin de kaybolduğuna emin olunca dürüp sıkar ve helkenin içine atar. Yıkama bitince de elini sabunlar ve helkeyi koluna takıp iyice küçülmüş sabunu içine kor ve tohacı da öteki eline alıp sallayarak eve gelir. Kışsa hemen sobanın arkasındaki duvara çakılan iki kazık arasına gerilmiş ipe asar ve kurumaya terk eder. Yazsa, örtmede, balkonda, hayatta ille gerilmiş ip vardır; ona asar…
Bu bezlerle şimdiki bebeden başka sonraki bir hatta iki bebe daha kundaklanacaktır. Bebe büyüyüp bir yaş civarı “çiş” demeye başlayınca bezler son kere yıkanıp kundağın konduğu bohçaya kaldırılır.
Bazen anneler ağlayan bebenin altını açar, belli ki kirlenmiştir; açar ve bakar sonra da “Amaaa kirletmemiş gı, guru südükmüş…” der. Yani cocoyu kirden pisten saymaz. Yine de o öllüklü bezi alır, öllüğün kuru kalmış kısımlarını ayırır, kalanını bezle sarıp bir kenara kor ve yeniden bez ve öllük hazırlayıp kundaklar.
Bu “guru südüklü bezi” herhalde iyice kirlenmemiş saydıklarından şöyle bir suya tutarlar, sıkıp bir daha ıslatırlar; çitilemeye bile gerek görmeden son kere sıkıp asarlar.
Nereden kaynaklanmış bilmem, o zaman şöyle saçma bir laf dolaşırdı: “Erkeklerin sidikli bezine bir kere su döksen temizlenir de kızların bezi yedi kere yunmadan arınmaz
Kadınlar da o bezin, suyun, sabunun, vaktin kıt olduğu zamanda kız beziymiş, oğlan beziymiş ayırt etmeden ikisini de şöyle bir suya çalar, sıkıp asarlardı…
Bu bezleri kışın odada yanan sobanın borusuna takılı demirlere veya arkasındaki duvara gerili ipe asılır asılmaz odayı öyle bir koku kaplardı ki sormayın. Ağır, sidikli ve farklı kokuların olduğu bir koku…
Temiz bezi biten bebelerin altının değiştirilmesi gerektiğinde, anneler, kendi kendini gafil avladığın anlardı. Hemen, gerektiği kadar bezi alır, suya çalıp iyice sıkar ve kimini sobanın yan demirine asarak, kimini elinde tutup boruya sararak, birini hazır borunun dibine gelmişken faydalanmak için kuşağına düzgünce asıp öylece bir an önce kurutmaya çalışırdı; zira hemen yandaki minderde yatan bebe, üstüne neyi örtse tekmeleyip atıyordu. Üşütmesinden korkuluyordu… Biraz da hastalanırsa kaynanasının “Gız sen çocaa bakmayı belleyemeyicin elleham, gene hasde ettin…” diye çıkışmasından ve Gişisinin zavırlarından kurtulmaya çalışıyordu…
Bebeyi kundaktan çıkartma zamanı annelerin becerisine göre değişirdi. Kimi dört beş aylıkken artık kundaklamazken, kimi bir yaşına kadar kundaklardı. Kundağından çıkan çocukların altı boş bırakılmaz bir iki bezle bağlanırdı. Genellikle bebeler bir yaşı civarında “Çiş tutulurdu”. İki yaşına kadar “çiş” demeyen ortalığı berbat edenler çoktu, tabii… Bebesinin ne zamanlar çiş yaptığını öğrenen annesi, vakti gelince çocuğu alır, erinmezse aşağıdaki helaya iner, erinirse örtmede bir köşeye götürür. Kundaklı ise çözmüştür; yok eğer külot giydirmeye başlamışsa onu çıkartmıştır. Belden aşağısı çıplaktır yani. Çocuğun arkasından yaklaşıp iki eliyle dizlerinin üst kısmından tutar ve çömelir. Önünde bacakları biraz ayrılmış bebe vardır; ‘Çiş tutmaya’ başlar. Yani bebenin alışması için “Çişşşş.. Çişşşş…” veya “Coo coo coooo.. Coo coo coooo” diyerek yapmasını sağlar. İlk günler yapmasa da bu sese ve eyleme alışmaya başlar ve birkaç gün sonra da yapmaya başlar. Derken, birkaç ay içinde çişi gelince annesine “Çişşşş” demeye başlar ki bu an, annenin çok mutlu olduğu, birçok zahmetten kurtulacağının müjdesi kabul ettiği andır…
Bir süre da geceleri yatarken altı bağlanır… Uyku halinde iken bebe çişinin geldiğini nereden bilecek? Bağlanır, sabahleyin değiştirilir ve bağlanmadan bırakılır. Çoğu zaman erkek çocuklara külot dahi giydirilmez. Öyle ya erkek o, ailenin erkek çocuğu; “bilmeyenler pipisini görsün de anlasın, kıskananlar çatlasın” dermiş gibi öyle gezdirilir. Altı iyi temizlenmemiş, cocosunu kaçırmış kimin umurunda.. Şöyle bir silince temizlendiği kabul edilirdi…
Erkek dedim de, eskiden erkek çocukla gerçekten övünülür, erkek çocuğu olanlar kendini çok ayrıcalıklı sayardı. Sebebi sorulunca “Ocağım kör kalmayacak demektir, neslimi devam ettirecek…” derdi. Kimine utanmasan, “Ulan sen kimsin ki ocağın yanmaya devam etsin, şimdiye kadar insanlık neyini gördü ki neslin devam etsin?” diyesin gelir; ama böyle işte…
Haa bir de eve bir misafir gelse, çocuklar yatmadan önce ortada dönüp dolaşırken babası oğlunu çağırırdı;
- Ha ooliş şu emmiye çükünü göster baam
O da alışmış ya, çıkartır gösterirdi. Misafir emmi de şöyle bir bakıp “Maşallah maşallah Allah ömrünü uzun etsin, bahtını açık etsin…” gibi dua ederdi.
Gene buna şükür. Bir kitabımda yazdığım gibi babası şöyle deseydi;
- Ha oğlum, şu emmiye bir söo baam
Oğlu da babasına çekmiş ya, daha bunu duyar duymaz basardı kalayı:
- Emmiii senin ananı avradını…
Rahmetli Kolsuz Kamil’e de biri böyle edince, dayanamamış, kalkıp kapıya giderken basmış kalayı:
- Ulan ben de senin ananı avradını…
arifbilgin52gmail.com