Valla hiç doğru yapmadı Afyonkarahisar Valisi…
 
Herkes bunu söyledi, söylüyor da… Millet de söyledi, basın da muhalefet de başbakan yardımcısı da Başbakan da…
 
Nerdeyse her gün gelen şehit haberleri ile milletin sızım sızım sızlayan yüreği cephanelik patlamasıyla adeta kavrulmuşken, insanlar ne olup bittiğini bile doğru dürüst anlayamamışken vali beyin Genelkurmay başkanına kilim ve satranç takımı hediye etmesi bir de bunun fotoğraflarını çekip “Bakın ben ne güzel bir iş yaptım…” dercesine valilik sitesinde yayınlaması gerçekten kınanacak bir işti.
 
Hele siyasete-miyasete hiç aklı ermeyen seksenlik anacığım oturduğu köşesinde televizyonda görünce “Amaaa, kele şimdi kilim-milim vermenin sırası mıydı, onunki de iş olsun işde…” demişse, bilin ki istisnasız bütün millet o saat kınamıştır.
 
Sayın Genelkurmay Başkanı da “Makama saygımdan kabul etmek durumunda kaldım” açıklamasını yaparak rahatsızlığını dile getirmiştir. Keşke kabul etmeseydi ve sadece “Şimdi sırası mı hediyenin Vali Bey!” deseydi, yeterdi…
 
Ben işin böyle üzüntülü, sıkıntılı bir günde hediye vermenin doğru olmadığı tarafında değilim; bu belli zaten. Ben senenin 365 gününde (yabancı ve önemli devlet adamları hariç) kim olursa olsun herkese hediye vermenin yanlışlığını savunuyorum.
 
Başbakanlık bence bir talimat (veya kararname) yayınlayarak bilim, sanat, spor alanlarında üstün başarı gösterenleri ve halka önemli yararlar sağlayacak çalışma yapanları teşvik hariç tutulmak üzere tüm makam sahiplerinin bir başka makam sahibi başta olmak üzere resmi veya gayri resmi düzeyde gelen ziyaretçilere hediye ve plaket vermesini yasaklamalıdır.
 
Niye hediye veriyorsunuz kardeşim? Kimin parası ile alıyorsunuz da siz veriyorsunuz?
 
Oh ne âlâ, bakan, komutan, genel müdür gibi bir yüksek makam sahibi görevi gereği için dahi illere ilçelere uğramak durumunda kalınca, o illerin ve ilçelerin mülki amirleri bu milletin parası ile o gelen şahıs(lar)a hediye vermekten geri kalmayacak. E tabii o hediye alan da muhakkak berikine ya hediye getirmiştir ya da onun iade-i ziyaretinde altından kalkacaktır. Böylece milletin parası ile beriki ötekinin, öteki de berikinin hediye koleksiyonunu zenginleştirmiş olacaktır…
 
Eğer verilen hediyelerin bedeli, hediye verenin kesesinden karşılanacak olsaydı, Bülent Arınç’ın dediği gibi bu alaturka davranış, böylesine yaygın olarak devam eder miydi, sanmıyorum.
 
Peygamberimiz “Hediyeleşiniz ki sevişesiniz…” buyuruyor; ama o hediyeleşme bu hediyeleşme olmasa gerek. Hele hediyeler milletin parası ile alınıyorsa o hediye bile değildir…
 
 
ŞAİR DOSTLARI TEBRİK VE KÜLTÜR BAKANLIĞINI ELEŞTİRİ
 
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü’nün Elbistan’dan Mehmet Gözükara ile Hanifi Kara’yı, Afşin’den Haşim Kalender’i ve Göksun’dan Mahir Başpınar’ı “Halk Şairi” olarak tescil etmesi ve onlara Tanıtım Kartı vermesi gerçekten güzel bir gelişme. Dostları kutlar, başarılarının devamını dilerim.
 
Bakanlığın ilgili biriminin gönderdiği yazıda “Somut olmayan kültürel miras taşıyıcılarının tespit ve kayıt işlemleri hakkında yönerge uyarınca Değerlendirme Kurullarının yaptığı değerlendirme sonucunda, Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezine kaydedilmesi uygun görüldü” denildiğine göre bu değerlendirmeler bir kurul marifetiyle yapıldığı anlaşılmaktadır. Böyle de olması gerekir. Şahsen benim merak ettiğim bu kurulun hangi verilerle çalıştığı ve değerlendirmelerini neye göre yaptığıdır.
 
• Sadece yaşayan şairleri mi dikkate alıyorlar?
• Değerlendirmeye aldıkları şairlerin hangi özellikleri onları öne çıkartıyor?
• Sadece kitap olarak eser yayınlamış olanlar mı dikkate alınıyor?
• İyi bir halk şairi eserlerini kitap olarak yayınlayamamışsa o iyi bir halk şairi değildir, demek midir?
Sadece Kültür Bakanlığına eserlerini gönderen şairler mi dikkate alınıyor; her il ve ilçede bakanlığın temsilcileri yok mu, varsa onlar aracılığı ile bütün şairler ciddi bir elemeden geçirilmiş midir?
 
Biraz daha açalım.
 
Elbistan ve Afşin’de kelimenin tam anlamıyla HALK ŞAİRİ olma unvanını hak etmiş mesela bir Hacı Hasan Uğur (1928), bir Osman Konak (1929), bir Ahmet Bulut (1947) ve bir Ramazan Pamuk (1966) var. (Bu listeyi çoğaltmak da mümkündür). Hele vefat etmiş şairlerimiz arasında bu unvana layık olanlar var mıydı denirse, Seydahmet Kutuzman başta olmak üzere, Çıtak Ahmet’ten, Cansız Hacı’ya, Hayati Vasfi Taşyürek’ten Pehlül Ali’ye, Derdiçok’tan Kul Hamit’e, M. Ferahi Sağ’dan Adil Soydan’a, Kamil Bozkurt’a, Musa Doğanay’dan Mahrumi Baba’ya, Hafız Rahmi’den Yazıcıoğlu Osman’a, Duran Hurman’a, Hacı Özer Doğuç’a, Âşık Hacı Yener’den Âşık Çimani’ye kadar nicelerini sayar, eserleriyle iyi birer HALK ŞAİRİ oldukları kanıtlarız da…
 
Hacı Hasan Uğur, Osman Konak, Ahmet Bulut ve Ramazan Pamuk da Bakanlığın Değerlendirme Kurulları tarafından ele alınmış mıdır? Onlardan eserleri istenmiş ve incelenmiş midir? Dahası, bu şairlerden haberdar mıdırlar? Sanmıyorum. Eğer haberleri olsaydı, diğer dostlara ilaveten bu şairlerin de tescil edilmemesi için hiçbir sebep yoktu!
 
Bu yazı ile Kültür Bakanlığına duyuru yapmak istiyor ve adını andığımız ve anmadığımız birçok (yaşayan ve vefat eden)şairimizin de var olduğunu, onların da HALK ŞAİRİ olmayı dünden hak ettiklerini; Bakanlık ihtiyaç duyduğunda bu şairlerimiz için her türlü eser ve tanıtım bakımından katkıyı vereceğimizi belirtmek istiyorum. Yapılan iş yarımsa, eksikse ilgili topluma nezdinde kaş yapayım derken göz çıkartmaktan beter etki yapar…
 
KİMİ DE “AH BEN DE OKUSAYDIM” DER DURUR
 
Zaman zaman sohbet ettiğimiz toplumlarda kimi arkadaşlar hayıflanarak “Aslında zeki olduklarını, çeşitli engeller yüzünden okuyamadıklarını, kendilerinden çok daha geride olanların okuyup diploma ve iyi bir meslek sahibi olduklarını…” hayıflanarak hatta yüreklerinde duydukları karmaşık duyguları açığa vurarak söylerler.
 
Ben ne kadar “Diplomanın günümüzde sadece KPSS’ye girebilmek için geçerli belge olmaktan öte hiçbir anlamının ve öneminin olmadığını” söylesem de bu arkadaşlara etki ettiğimi sanmıyorum. Diploma adam etmez, sadece doktor, öğretmen, polis, mimar gibi mesleklerin birinin sahibi olmasının ve bu meslekleri icra etmesinin kapısını açar. Ben bunu istiyordum, diyene sözüm yok elbette. O hayıflanmakta haklıdır. Öte yandan hayıflananların hemen hepsi maddi gelir ve elde ettiği imkân bakımından tüm diplomalı arkadaşlarından kat be kat iyi durumda olmaları da işin ayrı bir boyutu… O arkadaşların muradı, iyi kazanmak, kendisinin ve ailesinin geleceğini garanti altına almaksa, almış ve alıyor da; ama derdin az kazanma borç harç içinde kıvranma pahasına takım elbise giyip, kravat takıp bürokratlarla oturup kalkmayı hedeflemekse diplomasızlığına hayıflanmakta yine haklısın; sen gece gündüz hayıflanıp dursan da haklısın…
 
Diploma bundan yirmi yıl elli yıl yetmiş hatta yüz yıl önce önemliydi elbette. Okulu bitiren ve diplomayı alan anında mesleği ile ilgili bir daireye atanır ve devlet garantisinde emekli oluncaya kadar çalışırdı. Emekli olduktan sonra da emekli ikramiyesi verilir, ölünceye kadar kendine, öldükten sonra da dul kalmışsa eşine ve evlenmemiş veya sosyal bir güvencesi olmayan kızına da maaş bağlanırdı. Memurun, maaş alanın çok az olduğu, gelirin çok düşük olduğu, kalkınmakta olan ülkemizde geçim şartlarının çok zor olduğu dönemlerde bundan daha büyük ikramiye, bundan daha büyük devlet kuşu olur mu? Olmaz elbette. Dolayısıyla o zamanlar diploma (okumak) çok önem kazanırdı. Her ana babanın çocukları için besledikleri büyük hedeflerinden biriydi. Öte yandan maaşa alan birine kız vermek de o nispette yerinde bir iş yapmakla eş değerdi.
 
Maddi gelir ve sosyal güvence açısından yine de bu özellikler büyük ölçüde önemini taşımaktadır. Böyle olduğu halde, bir insanın kendini yetiştirmesi, bir alanda bilgi ve fikir sahibi olması, toplumda öne çıkması, fikirlerini çeşitli alanlarda ve çeşitli şekillerde ifade etmesi ve diplomalılardan çok daha önde başarı elde etmesi için diploma sahibi olmak artık hiç de şart değildir. Artık inanılmaz sayıda kitaplar, dergiler, gazeteler ve bilimsel yayınlar var; bunları temin edecek kütüphaneler var ve bilgisayar gibi inanılmaz bir imkân var… Sayısız diyecek kadar çok devlet, bilim, siyaset, edebiyat ve sanat alanında diplomasız olmasına rağmen ülke çapında hatta dünya çapında başarı elde etmiş insan vardır.
 
Peyami Safa'nın şu sözü benim bu fikrimi önemli ölçüde desteklemektedir:
 
"Diploma mı? Ne gezer! Bu cadde pek çok diplomalılar da görmüştür. Paris, "Ulum-u Siyasiye" Politeknik, Sorbonne mezunları, Kembriç ve Oxford'dan parlak diploma almış olanlar da bizim yokuşa (Babıali) uğramışlar, tek gözlüklerinin altında kısılan istihfaflı bakışları ile piyasayı süzerek bir, iki ay içinde matbuat çarşısının bütün şöhret ve kıymetlerine hâkim olacaklarını sanmışlar, nihayet büyük bir hayal sukutu ile bu sevdadan vazgeçerek, bir hariciye memurluğunda karar kılmak üzere Babıali'den ayrılmışlardır. Bilakis bu meslekte şöhret yapanların yüzde doksan dokuzu diplomasızdır. Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, İsmail Safa, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Abdullah Cevdet, Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı ilanihaye yüksek mektep mezunu değillerdir." Buna kendisini eklememiş Peyami Safa, o da diplomasızlardandır; Necip Fazıl Kısakürek de, Abdurrahim Karakoç da…
● TERK EDEN ELBİSTAN–1
● TERK EDEN ELBİSTAN–2
● TERK EDEN ELBİSTAN–3
(Üç Cilt Toplam 816 Sayfa; 20 TL)
●ELBİSTANCA
(Kahkahalarla okunan sözlük… Büyük Boy, 350 Sayfa; 10 TL)
İSTEME VE İLETİŞİM İÇİN:
İstediğiniz Kitap(lar)ın Bedelini
Arif Bilgin’in;
0199-312 78784-5001 Numaralı Elbistan Ziraat Bankası
ya da 5185615 Numaralı Posta Çeki hesabına Yatırılıp
Adresinizi aşağıdaki e-mail adreslerinden birine bildirmeniz yeterlidir.