Aziz okur, bir önceki yazımızda ilim ve irfan arasındaki ilişkiyi irdelemiş ve irfanın hakikatle ilişkisi konusuna gelmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim.

İrfan, ilmi tekamül ve tefekkür ile bilmedir. Bu cihetle irfan vech-i cüzidir. Yani insana mahsus olan bir bilme türüdür.

Farkını kavramak için tekraren dikkatinizi çekmek isterim ki ilim pûr bilme eylemi ile ilintili iken irfan tefekkür ile ilişkilidir. Dolayısıyla irfan olmadan ilim olabilirken; pûr bilgi sahibi olmadan derinlemesine tefekkür etmek söz konusu değildir. O halde irfan sahibi olmadan ilim erbabı olunabilir ancak ilimle iştigal etmeden irfan sahibi olunamaz.

Konunun bamteline gelmiş bulunmaktayız.

Buna göre ilimle buluşmayan arif olamaz, alim de olamaz. İlimle buluşan alim olabilir ancak tefekkür olmadan arif olamaz. O halde arif olabilmek için alim olmak şarttır.

Bu nedenle arif, alimden üstündür. İrfanla buluşmamış alim, kendisini yüklendiği ilmin sahibi sanır. Dolayısıyla hakikatle değil kibriyle konuşur, son durağı ise narsizmdir, kendini beğenmişlik ve kibirdir.

Oysa arif, ilmin gerçek sahibini bilir, kendisinin sadece belirli bir süre bunun emanetçisi olduğunu kavrar ve hangi ilimle uğraşırsa uğraşsın o ilim yatağının koca bir pınara aktığını fark eder. Dolayısıyla arif o pınardan kana kana içse de her zaman kendisinden daha fazla ondan istifade eden birileri olabileceğini düşünür. Bu ise arifin tevazu sahibi olmasıyla mümkün olabilecektir.

İşte bizim hakikat kapısının kilidini açacağını düşündüğümüz ilim ahlakının bununla ilişkili olduğu kanaatindeyiz. Yani tevazu ile…

İrfanla buluşturamadığımız bilgi bizi hakikate götüremeyecektir. İrfan sahibi olmaklığın gereği bilgi olduğuna göre tevazu bu bilginin asıl kaynağının Yüce Yaratıcı olduğunu bilmektir.

Dolayısıyla tevazu sahibi olmadan irfan ehli olamayız, irfan ehli olmadan da hakikat kapısını aralayamayız. Bu nedenle hakikat talebesine yakışan en güzel elbise tevazudur. Tevazu olmazsa olmazımız olmalıdır.

Bununla birlikte irfan sahibi bir zihnin de bilmedikleri her zaman bildiklerinden fazla olacaktır ancak arif kişi ilmin asıl kaynağının farkındadır ve kendisinin sadece ilmin bir emanetçisi olduğunu bilir. Dolayısıyla arif olabilmek için alim olmak gerekmektedir.

Şimdi burada cehaletten kaynaklı kibir ile irfandan mahrum ilimden kaynaklı olanı birbirinden ayırmak lazım gelmektedir.

Bizim kavrayışımıza göre hakikat eşyanın vücudiyetine vakıf olmaktır. Dolayısıyla hakikat varlığın esasını kavramakla ilişkilidir.

Bu nedenle pûr bilgi eksikliğinden kaynaklı cehaletin çözümü vardır. Kişi kaç yaşında, hangi şartlarda olursa olsun bunu bir şekilde gerçekleştirebilir. Nitekim modernitenin insana getirdiği kolaylıklardan biri bilgiye hızla ulaşma imkanı sunmasıdır. Yeter ki eksikliğini hissedip kendimize ödev verelim bir şekilde bu açığımızı kapatabiliriz. 

Ancak irfandan mahrum bilgiden kaynaklı kibrin tedavisi güçtür. Böyle bir kibrin oluşmasının birçok sebebi olmakla birlikte en öne çıkanı aklı kutsallaştıran rasyonalist, materyalist ve pozitivist akımlardır.

Böyle bir zihin açığa çıkardığı veya edindiği bilgiyi kendi gayretleriyle ilişkilendirir ve bu bilginin asıl kaynağı ile ilgilenmez. Hatta kaynağı kendisi olarak telakki eder ve böylece kendi aklını kutsama yoluna girmiş olur. Bu yol ise onu eninde sonunda tekebbüre hatta narsizme sürükleyecektir.

Bâki selam ederim.