AFFETMEK VE UNUTMAK

İnsanlar vicdanlı varlıklardır. Kendilerine yapılan hatayı belirledikleri karşılıklarla affedebilirler. Peki, nedir bu belirledikleri karşılıklar? Kimine göre bir gül, kimine göre gözyaşı, kimine göre sadece özür... Affedilemeyecek hata yoktur ama affedilemeyecek insan vardır. İnsanın yaptığı hatayı affedersin, aynı hata olmasa bile sürekli seni kırarsa bu sefer insanı affedemezsin. Kalp çok yorulur, sürekli belirsizliklerle savaşır. Tıpkı neyin uğruna çabaladığını bilmeyen bir savaşçı gibi. Kalp kendi için mi çabalamalı yoksa ruh için mi? Affetmek, sessizce intikam almaktır bir bakıma. İntikam deyince hemen hemen herkesin aklına zarar gelir. Karşıdaki insanı fiziksel veya psikolojik bir şekilde incitmeden sessizce unutmak da bir intikamdır. Affetmek, kalpte oluşan yarayı en hafif şekilde iyileştirmektir.

Bazen insan ilişkilerinde herhangi bir taraf haksızlığa uğrayabilir. Çok normaldir. Aldatılabilir, kazıklanabilir, terk edilebilir... Bunlar çok ağır gelir kalbe, ruha...  Adeta kocaman soyut yaralar oluşturur içimizde. İnsanlar genelde bu ağır darbelerden sonra kendilerine bir müddet gelemezler. Kendilerini derbeder etmeye değmeyeceğini anladıkları vakit iyileşme süreci başlar. Kalp yara almıştır bir kez, izi daima kalır. Ancak o izi deşmek ya da güzelleştirmek de insanın elindedir. Örneğin mutluluk içinde dövmeler yaptırıp sonra pişman olan insanlar görürüz çevremizde. Bunun sonucu sildirmeye giderler ve silinirken yaptırdıkları andakinden daha çok acıdığını söylerler. Aslında yaşadığımız ilişkilerde aynen böyledir. Her zaman başlarda hevesle başlar. İnsan mutluluk doludur. Sonra biter iki taraftan birinin ağır yara aldığı, diğer tarafınsa çabuk iyileştiği o süreç başlar. Çok sevdiğim bir sanatçının aynen bu olayı tanımlayan bir sözü vardır : “Kiminin acısı kalır, anıları gider.”

Acılar zamanla diner, azalır, hafifler. “Seni unutuşumun arefesindeyim.” der sevdiğim bir sanatçı. İşte tam o an kendimize en iyi şeyi yapmış olacağız. Ve affetmek, içimizde açılan yaranın kabuk bağlamasıdır. Affetmek ve unutmak en güzel intikamdır.

EN ÇOK YARIM BIRAKILAN KİTAPLAR

Ülkemizde en çok yarım bırakılan eserlerin ilk beş tanesini inceleyeceğim. Öncelikle neden kitaplar yarım bırakılıyor biraz bundan bahsetmek istiyorum. İlk sebebi kitaplara hazırlıksız başlıyoruz. Bazı eserleri okuyabilmek için ciddi bir donanıma sahip olmamız gerekir. Daha geniş düşünebilmemiz de yine başka bir sorun çünkü düşünemezsek bu yazar ne yazmış böyle saçma sapan diyerek kitabı kapatıyoruz. Ya da okumaya başlamadan önce o kitap hakkında internetten herhangi bir araştırma yapmadan okumaya başlamamız da buna bir örnektir. Ve daha birçok sebep söyleyebiliriz. Şimdi asıl konuya dönelim.

Yarım bırakılan kitap rekoru Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar adlı eserinde. Kitap 740 sayfa. Çok farklı bir tarzda yazılmış. Oğuz Atay bilinç akışı tekniğini kullanmış. Çok yoğun ve karmaşık ilerliyor. Kitapta Turgut Özben'in arkadaşı Selim Işık'ın neden modern yaşama tutunamadığı anlatılıyor. Okuduktan sonra kitap sizde farklı bir etki yaratacaktır.

Sonraki sırayı George Orwell'in 1984 adlı eseri alıyor. Kitap 20. Yüzyılda yazılmış ve o yüzyılın en etkileyici distopyalarından sayılmaktadır. Kitabın konusuna gelirsek devletin baskısına, zulmüne maruz kalan bir halkın ne gibi zorluklar çektiği anlatılmaktadır.

Dostoyevski'nin Suç ve Ceza adlı eseri de bu başlık altında kendine yer buluyor. Romanın konusu ise Raskolnikov adlı karakterin maddi nedenlerden dolayı işlediği cinayeti ve  bu cinayetin sebep olduğu ruhsal, maddi, manevi sonuçlarına odaklanır. Gerçekten kendinizi vererek ve hazırlıklı olarak okursanız size çok şey katacaktır.

Franz Kafka'nın Milena'ya Mektuplar ise konusu bir türlü bir araya gelemeyen Franz Kafka ve Milena'nın mektuplaşmalarına odaklanıyor. Değişik bir şekilde yazılmış. Aşk türünde kitapları okumayı sevenlerin hoşuna gidebilecek bir eser.

Son kitabımız ise Jostein Gaarder'in Sofie'nin Dünyası adlı bir felsefe düşünce kitabı, konusuna gelirsek felsefenin temellerini, gelişimini ve değişimini; Sofie ve hocası Alberto Knox üzerinden aktarıyor. Felsefi eser okumaya başlayacaklar için faydalı olacaktır.

Evet yazımı son birkaç sözle bitirmek istiyorum. Ben en çok yarım bırakılan kitapları çok merak ediyordum, bu kitapları diğer kitaplardan ayrı tutarak okumaya araştırmaya başladım. Yarım bırakılan kitapların avcılığını yapıyorum da denilebilir. Bu kitapların insanda farklı bir etki bıraktığına inanıyorum. İnsanın ufkunu genişletiyor zihni ve hayal gücünü zorluyor daha farklı ve güzel bir okuma deneyimine vesile oluyor.

YALNIZ YOLCULUK

Yolculuklar iyi gelir insana... Uzak ya da yakın farketmeksizin... Kafa dinlemek için birebir mekan. Hele bir de derdin varsa... Yolculuk hastaya ilaç olur bazen, dertliye de derman. Yollardaki güvercinlere fısıldarsın kimseyle paylaşamadığın dertlerini. Tek başınaysan eğer daha bir huzurlu olur tabii. Yeni yerler tanımak her zaman iyi gelmiştir virane gönüllere. Özellikle bu gün geçtikçe büyüyen büyük şehirlerden daha kırsal yerlere seyahat etmek. Her şeyden, herkesten uzaklaşıp yalnızca Allah'a sığınmak. Hepimiz için büyük bir ihtiyaç... Gece herkes uyuduktan sonra ay ışığında yıldızları seyretmek kadar keyiflidir en az. Okuduğun kitabın kokusu kadar güzel, yağmurun tıpırtısında şiir yazmak kadar huzurlu. Yeni demlenmiş bir çay kadar tazedir.

Dünyayı, dünyayı sevenlere bırakıp çok uzaklara gitmek ister insan. Sevdiklerini uzaklara, güzel kokulu tevafuklara, Allah'a emanet edip çok uzaklara gitmek... Kendisiyle baş başa kalınca kendini aramaya başlar, kim bilir belki bulur. Kendini tanımaya başlar. Sürekli bir şeylerin peşinden koştuğu bu sürgünde varlığının farkına varır. Neden var olduğunun, varoluşunun, varoluş amacının idraki yolunda ilerler. Yaşamına anlam katmak ister. Şairin de dediği gibi "Çünkü biz yaşamıyoruz... Biz her gün ama her gün ölüyoruz." Yaşamımızı anlamlandıramadığımız vakit, aslında ömrümüzden biraz daha azaltıyoruz. Ama kendimizle baş başa kalabildiğimizde, buna vakit ayırma imkanı yakalıyor ve hayatımıza farkındalık katmış oluyoruz.

İşte bu yüzden önemlidir, yalnızlık ve yolculuk... İnsanın kendi benliğini tanımasına yardımcı olur. Huzur verir. Bazen çiçekler yeşertir kalbinde, leylak kokusuyla doldurur. Kuş cıvıltıları duymaya başlarsın ötelerden. Sonra yavaş yavaş yağmur damlaları... Gökyüzünden ve yanaklarından... Birer birer ait oldukları yere süzülüyorlar... Temizliyorlar dünyadaki kirleri... İnanmak lazım önce. Cesur olmak lazım. Anlamak lazım... Yalnızlık en derin mânadır, anlayan için...    

VATAN EVLADI

Geldik bugüne ne savaşlar içinden

Yol bulduk her daim Âkif'in sözünden

Gider olduk şimdi Ata’mın izinden

Korkma sen evladım sönmeyecek bu vatan

Güneşin ilk ışıklarında tan yeli eserken

Bu destan yazan benim askerimken

Şimdi sancak olup şahlanırken

Hangi çılgın zincir vuracak evladım

Her avuçta kokarken kan

Cephede baban duada anan

Türk’ü yıldıracağını sanan düşmana

Bu cennet vatanı verme evladım

Dalgalandır bayrağı sahlansın dört yan

Sussun artık korkudan ağlayan

Feda olsun şimdi canım

Ben ezelden beridir hür yaşamışım evladım

EN GÜZEL BEKLEYİŞ

İçimde ani bir heyecan belirdi, nedir sebep?

Soruyorum kendime acaba umsam mı medet?

Uzaklarda insana hoş gelirmiş

İlginçtir, kalp görmeden de severmiş.

Diyorlar, bu kadar ani aşık olunmaz

Seni görmeyen kul halimden anlamaz

Arada mesafeler var, mani ne?

Engel olabilir mi mesafeler sevmeye?

Hem aşk sadece gözle görmek midir?

Asıl marifet görmeden sevmektedir.

Seni sevdiğimi söylemek nasıl zor bir bilsen

Ah kendine benim gözlerimden bir bakabilsen

Kelimeler pek yetersiz seni anlatmakta

Asıl doğru sözü gel kalbimde ara

İşte halim böyle sultanım

Bunlardır sana acizane hitabım...