İSTANBUL (AA) - HALİL İBRAHİM MEDET - İnsanın mevcut durumunun yetersiz olduğu ve teknolojiyi kullanarak insanın biyolojik ve zihinsel olarak geliştirme imkanı olduğuna inanan transhümanistler, varlığını ve potansiyelini geliştirecek teknolojilere erişemeyen insanların tasfiyesini 'doğal bir süreç' olarak değerlendiriyor.

'Transhümanizm: İnsanın ve Dünyanın Dönüşümü', 'İnsansız Dünya Transhümanizm' kitaplarının yazarı ve Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ahmet Dağ, AA muhabirine, transhümanist fikirlerin üreteceği teknolojilerin eşitsizlik ve öjeni ile bağlantılarını değerlendirdi.

Dağ, insanın fiziksel, zihinsel ve biyolojik olarak mevcut ve gelecek teknolojilerle güçlendirilebileceğine inanan transhümanistlerin insanı bir 'oyun hamuru' gibi gördüklerini belirterek, 'Onlara göre insan yalnızca inanç ve hurafelerinden değil, biyolojik zincirlerinden de kurtarılmalıdır. Daha sağlıklı, daha uzun ömürlü, daha zeki insan tasavvuruna gidilebilir. Zira hem mevcut hem de gelecek teknolojiler bu imkanı sağlayacak düzeyde. İnsanı bir nevi oyun hamuru gibi görüyorlar. İnsan artırılabilir, esnekleştirilip sınırları genişletilebilir.' dedi.

Transhümanistlerin biyolojik evrimi yetersiz gördüklerini, teknolojinin eklemlendiği yeni bir evrim sürecinin mümkün olduğunu savunduklarını kaydeden Dağ'a göre transhümanistler, insanın belirlenmiş bir kadere sahip olduğunu ve değiştirilemez bir materyali bulunduğu yaklaşımını doğru bulmuyor.

Dağ, insanın varlığını dönüştürme potansiyeli olan teknolojilerin ortaya çıkması halinde teknolojiye erişim sorunları ve buna bağlı eşitsizlik tartışmalarının da önem kazanacağına işaret ederek şunları söyledi:

'Bu noktada kapitalizmle dolayısıyla sermaye ile doğrudan ilişkili bir süreçle karşı karşıyayız. Çünkü teknoloji gerçekten üst bir kapitalizm türü. Bize büyük teknolojik gurularının ya da firmaların sunduğu bir sermaye/pazar içinde yaşıyoruz. Ancak ekonomik olarak belli gücü olanların yaşadığı teknolojik bir dünya var. Transhümanistlerin insana vadetmiş olduğu teknolojiler, sermayeyle edinilebilecek şeyler. Burada en büyük problemleri, çıkmazları sınıf eşitliği olacağına dair iddiaları. Oysa kapitalizmle sermayeyle doğrudan bir bağı bulunduğu için bu eşitliği doğurabilecek durumda değiller. Sınıf eşitliğinin aksine bir nevi 'posthüman elitler'le karşı karşıya kalabiliriz. İnsan varoluşu boyutunda en azından fiziksel, biyolojik ve zihinsel olarak doğrudan bir eşitsizlik sorunuyla karşı karşıya kalabiliriz.'

- 'Transhümanistler öjeniyi ve bazı insanların tasfiyesini doğal görüyor'

Transhümanist teknolojilerin ziraatten hayvancılığa, sağlıktan eğitime, hukuktan topluma, mimariden uzay mühendisliğine kadar birçok alana değinen bir teknoloji düzlemi olduğunu kaydeden Dağ, transhümanizmin en kritik hedeflerinden birisinin insan zekası ile makinenin birleşmesi (nöral implantlar, zihin-bilgisayar entegrasyonu gibi) yoluyla ölümsüzlük veya biyolojik sınırların aşılması beklentisi olduğunu söyledi.

Dağ, insanların tekillik teknolojisini, pahalı olsa bile elde etmek isteyeceğini ve bugün CRISPR ve DNA teknolojileriyle daha zeki, daha yakışıklı, daha güçlü çocuklar tasarlanabileceğinin düşünüldüğünü anımsatarak şunları söyledi:

'Bu süreç öjeni ile doğrudan bağlantılı hem iyileştirme hem de uyum sağlayamayanların tasfiyesi anlamına geliyor. Öjeni, sadece yok etme değil, aynı zamanda iyileştirme sürecidir. Transhümanistler, insanı daha iyi hale getirilebilecek bir varlık olarak görüyor. Bu süreç aynı zamanda küçük bir azınlığın elinde olacak. Bu elitler, diğerlerinin tasfiyesini doğal bir sonuç gibi görüyorlar. Gazze'de de yaptıkları bu değil mi? Nick Bostrom, Yuval Noah Harari ve Ray Kurzweil gibi isimler öjenin meşru görülmesi gerektiğini yazıyorlar, daha güçlü medeniyetler için öjeniye ihtiyaç olduğunu savunuyorlar. Dünya nüfusunu çok kalabalık buluyorlar, bu yüzden öjeninin meşru olması gerektiğini söylüyorlar.'

Kovid-19 salgınının transhümanizm gibi yaklaşımları ön plana çıkardığı gibi onların duyulur ve kabul edilebilir boyutunu da ortaya çıkardığını belirten Dağ, biyoloji güçlendiği takdirde dışarıdan gelecek salgınlara dirençli olabildiği gibi insan ömrünü uzatarak hatta ölümsüzlük sürecine girebileceği düşüncesinin daha kabul edilebilir hale geldiğine dikkati çekti.

- 'İslam'ın LGBT ve transhümanizm konusunda tavrı net'

Dağ, transhümanistlerin yapay zeka gelişirken insanın geri kalmaması ve köleleşmemesi için yapay zekaya entegre edilmesi gerektiği ve makineyle insan zihnini birleştirmeye çalıştığını belirterek, transhümanistlerin 2030 veya 2045'te insanın tekilliğe ulaşacağı gibi öngörüleri olduğunu ifade etti.

İnsanın biyolojik sınırlarından kurtulamadığı takdirde özgür olamayacağına inanan transhümanizm ile LGBT arasında benzerlikler ve işbirlikleri olduğuna dile getiren Dağ, LGBT hareketlerinin transhümanizmin vadettiği teknolojilerin kendileri için bir imkan olduğunu düşündüklerini söyledi.

Dağ, protez organlar, DNA ve CRISPR çalışmaları, nanoteknoloji süreçleriyle bedenin dönüştürülmesi bakımından bu iki akım arasında pek çok ortaklık olduğuna işaret ederek sözlerini şu şekilde tamamladı:

'LGBT hareketleri, feminizm ve kısmen Marksizm temelli onların en büyük iddiası eşitlik ve özgürlük. Fakat transhümanizm, eşitlik ve özgürlüğü ihlal edebilecek yönlere sahip. Transhümanist süreçte 'posthuman elitler' tasarlanıyor, insan biyolojisi sermayenin insafına bırakılıyor ve özgürlük alanı daraltılıyor. Makineyle zihni birleştirdiğinizde 'mahremiyet, irade, tercih, zevk, beğeni' tartışmalı hale geliyor. Dolayısıyla LGBT ile transhümanizm arasında ortaklıklar olduğu gibi açmazlar ve çelişkiler de var. İslam, hem transhümanizm hem de LGBT meselesinde tavrı ve duruşu net bir din. İnsan fıtratı ve yapısı üzerinde değişiklik yapmayı Allah'ın hukukunu ihlal etme, haddi aşma olarak nitelendiriyor. Kur'an'da kadın ve erkekten bahsediliyor, bu gerçekliğin aşındırılmasına karşı İslam'ın tavrı net. Müslümanların tavrı ise bana göre bu netlikte değil, kafaları karışık.

İslam, teknolojik çalışmalara karşı değil, sadece hududu korumak istiyor. Bu da insanın ve evrenin daimiliği için hududu korumaktır. Alzheimer, down sendromu ya da otizm gibi hastalıkların ortadan kaldırılmasına yönelik pratiklere İslam karşı çıkmaz. Ama süreç suistimale uğrarsa yani zıvanasından çıkarsa, İslam bunu kabul etmez. İslam'ın temel amacı insanın izzetini, kimliğini, şahsiyetini ve evrenin nizamını korumaktır. İslam konuları karmaşık hale getiren değil, mevzuyu netleştiren, hududu iyi belirleyen bir din.'

Kaynak: AA