Soru 1: "Basra Körfezi’nde Üs Siyaseti" başlıklı kitabınızın temel mesajı veya ana argümanı nedir ve hangi amaca hizmet etmektedir?

Yanıt: Bu kitap bilhassa Soğuk Savaş ile birlikte uluslararası ilişkilerde ziyadesiyle tartışılan sınır ötesi askeri varlıkların yarattığı siyaseti çok boyutlu olarak incelemektedir. Temelde askeri terminolojinin bir parçası olan üsler, siyasi, ekonomik ve sosyal boyutta birçok sonuç yaratabiliyor. Dünyanın jeopolitik açıdan en önemli coğrafyalarından birisi olan Basra Körfezi bölgesinde askeri üslerin ortaya çıkardığı etkileşimi tarihsel ve teorik boyutuyla araştırdığım bu eserde üs sahibi dört aktör (ABD, İngiltere, Fransa ve Türkiye) ile ev sahibi üç aktör (Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn) örneklem olarak seçilmiştir.

Esasında üs siyaseti teorisi ABD ve İngiltere’deki akademik literatürde gözle görülür şekilde yer tutuyor. Bilhassa ABD’nin dünya üzerindeki askeri ayak izi ve SSCB’nin çevrelenmesi arayışları bağlamında bu konuya odaklanan çalışmalar var. Ortadoğu özelinde bu tür çalışmaları 2010’a kadar pek göremiyoruz. İran konusu bağlamında Körfez’deki askeri varlıklar tartışılmaya başlansa da üs sahibi, ev sahibi ve diğer aktörler bağlamında somut ve çarpıcı örneklerin bulunduğu bir bölgeden bahsediyoruz. Kitap da tam olarak bu noktada bir çözümleme yapmaya odaklanıyor.

Soru 2: Kitapta “üslerin sadece askeri varlıklar olmadığını” iddia ediyorsunuz. Sizce askerî üsleri yalnızca askerî güç projeksiyon noktaları olmaktan çıkaran faktörler nelerdir?

Yanıt: Askeri üsler tarihteki ilk örneklerde mesela Peloponez Savaşı’nda (MÖ 431-404) lojistik maksatlarla kullanılıyor. Sınırlarının ötesinde arayışları olan devletler için su başta olmak üzere bir çok ihtiyacın sağlandığı noktalar. Karakol veya güvenlik noktası misyonu zaman içerisinde bilhassa son birkaç yüzyılda gelişiyor. Kendi sınırlarının ötesinde ve diğer devletler için stratejik önemi olan noktalarda üs sahibi olmak kaçınılmaz şekilde çok boyutlu bir uluslararası etkileşim yaratıyor. Küreselleşmeye ve ulaşım teknolojilerinin gelişimine paralel olarak üslerin hem lojistik hem de askeri önemi katlanıyor. Bilhassa Soğuk Savaş döneminde ABD’nin SSCB’yi çevreleme arayışı, SSCB’nin de ofansif bir tutumla yayılmacı arayışlar benimsemesi dünyayı adeta bir satranç tahtasına döndürmüştü. Günün sonunda 800’den fazla noktada ABD veya NATO üssü görüyoruz ve üslenme konusundaki rekabet yeryüzü ile sınırlı kalmayıp uzaya taşınıyor. Tüm bu süreçte üsler eğitim, istihbarat, insani yardım, haberleşme veya gözetleme gibi birçok amaca hizmet ediyor ama asıl gözden kaçırılmaması gereken politik işlevleri yani hegemonya ve ittifak. Kitabın odaklandığı noktalardan birisi bu. Diğeri ise tüm bu üs edinim sürecinin yarattığı çok taraflı siyaset. Yani Suudi Arabistan ile ABD arasında bir üs anlaşması imzalandığında, bu etkileşime dahil olan çok farklı aktörler ortaya çıkabiliyor. Her iki iktidara ilaveten ordudaki yöneticiler, toplumun kanaat önderleri, din adamları, STK’lar, ekonomik örgütler, komşu aktörler ve diğer küresel güçler gibi çok taraflı bir etkileşim ortaya çıkıyor. Kitabın odaklandığı hedeflerden birisi de üs siyasetinin bu teorik sınırlarının çizilebilmesi.

Soru 3: Peki örneklem olarak Basra Körfezi bölgesini seçmenizin sebebi nedir? Dünyanın petrol ve doğalgaz ticareti için en stratejik bölgelerden bir tanesi bu coğrafya ama tek tercih sebebiniz bu mu yoksa başka sebepleri de var mı?

Yanıt: Çok geniş bir teorik düzlemden bahsediyoruz ve hepsinin aynı anda incelenmesi pek mümkün değil. Dolayısıyla spesifik örnekler üzerinden ilerlemek, ilgili literatürün gelişimine katkı sağlıyor. Aslında en güzel örneklemlerden birisi Basra Körfezi bölgesi. Bunu sadece hidrokarbon rezervleri üzerinden düşünmek eksik olur. Evet petrol ve doğalgazın kesintisiz ve istikrarlı şekilde dünyaya arzı bölgedeki ABD üslerinin en önemli amaçlarından birisi lakin oradaki iktidarların hegemonya altında tutulabilmesi, silah satışı, İran’ın çevrelenmesi, Çin gibi küresel rakiplerin uzak tutulması, ev sahibi ülke ordularının eğitimi, küresel ticaret yollarının kontrolü gibi çok farklı misyonları mevcut. Üstelik sadece misyonları bağlamında okumak da yeterli değil.

Öncelikle yönetim modelleri farklı yani demokratik ülkeler, otoriter coğrafyalarda üsleniyor, tam tersini görmek pek mümkün değil. Ev sahibi iktidarlar bu konuda istekliler ama toplumlar konusunda durum farklılık gösteriyor. 1950’li yıllarda ABD askerlerinin Suudi halkıyla temas etmemesi için özel bir ilgi gösterilirken bugün Bahreyn gibi toplumun %70’e yakınının Şii olduğu ülkelerde bile yabancı askerlerin çok rahat ve mutlu oldukları ortaya çıkıyor. Dolayısıyla geçmişteki rejim değişikliği, temas, kolonizasyon, işgal gibi farklı hipotezlerin KİK ülkelerinde farklı şekillerde işlediğini görüyoruz.

Soru 4: Türkiye’nin de Katar’da büyük bir askeri üssü var. Kitapta bu üs ile ilgili de geniş bir bölüm ayırmışsınız. Askeri önemi kadar sembolik anlamı da olan bir askeri varlık bu. Doha’daki Tarık bin Ziyad üssünün neo-Osmanlıcı bir arayış olarak ifade edilmesine katılıyor musunuz?

Yanıt: Öncelikle Türkiye’nin Körfez’e sırtını dönmesinin ne KİK ülkelerine ne de Türkiye’ye bir faydası yok. Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt veya Umman gibi aktörlerle Türkiye’nin birbirini tamamlayıcı bazı özellikleri var ve işbirliği tüm taraflara kazanç sağlayacak. Askeri üsler konusunda da böyle. TSK’nın donanımı ve tecrübesi Katar ordusuna büyük fayda yaratıyor. Aynı şekilde Türkiye ile Katar arasındaki güçlü ittifakın bir göstergesi bu üs. 2017 Katar Krizi döneminde bahsettiğim faydaları da bölgesel aktörleri de üslerin risklerini de daha net şekilde gördük. Ne Katar ne de Somali’deki üsleri neo-Osmanlıcı arayışlar olarak indirgemek doğru değil; bu üsler tam olarak bir ittifak sembolü ve Türkiye’nin bölgesel bir aktör olduğunun tescili. Katar’ın istikrarına hizmet ediyor ve yerel halkta hiçbir rahatsızlık uyandırmadığını görüyoruz. Katarlı subay ve astsubayların eğitimi, bölgesel işbirliğinin sembolize edilmesi, bölgesel krizlere müdahale, coğrafyanın istikrarı, iktidarın muhafazası ve jeopolitik dengenin sağlanabilmesi gibi çok çeşitli amaçlara hizmet ediyor. Katar için de aynı şekilde müttefiklerin ve bölgesel güçlerin dengelenmesi durumu söz konusu. Dolayısıyla her iki tarafın da kazançlı çıktığı bir işbirliği görüyoruz. Sorunuzun cevabına dönecek olursak Katar’daki üs, evet Türkiye’nin daha iddialı bir bölgesel aktör haline geldiğini gösteriyor ama bunu neo-Osmanlıcı olarak ifade etmek kendi içerisinde çok tutarlı bir ifade değil.

Soru 5: Peki bu askeri varlıklar ev sahibi ile misafir ülke arasında ne gibi etkileşimler yaratıyor? Yani iktidarlarla toplumların her daim aynı fikirde olması mümkün değil. Tarihten gelen bazı rahatsızlıklar olabileceği gibi yabancı bir ülke askerinin uyandırdığı huzursuzluklar da ortaya çıkabiliyor mu? Bu durumların taraflar arasında kriz yaratması söz konusu mu?

Kesinlikle bu bahsettiğiniz, üzerine çok fazla kafa yorulan bir boyut ve literatürde bununla ilgili bazı hipotezler mevcut. Yani ev sahibi toplumda rahatsızlık uyanmaması için temasın belirli bir seviyede tutulmasının faydalı olduğunu savunan “temas hipotezi”, kolonizasyon ve işgal arayışlarının olabileceği üzerinden gelişen hipotezler, üslerin iktidarların ömrünü olumlu ya da olumsuz şekilde doğrudan etkilediğini savunan “rejim değişikliği hipotezi”, istikrar sağladığını savunan “istikrar hipotezi” ve yönetimleri otoriterleştirdiği veya otoriter yönetimleri hatırlattığı bağlamında “diktatörlük hipotezleri” ortaya atıldığını görüyoruz. Bunlar Körfez ülkelerinde çok küçük unsurlardan dahi etkileniyor ve farklı KİK ülkelerinde farklı sonuçlar verebiliyor. Benzer konu Türkiye’deki İncirlik Üssü örneğinde de görülebiliyor. Her siyasi krizde insanların sosyal medyada İncirlik’teki ABD unsurlarının gönderilmesi yönünde tepkiler görüyoruz çünkü ittifak ruhuna uygun davranılmadığı hissiyatının cezalandırılmasını istiyor insanlar. Enteresan şekilde Suudi Arabistan’daki ABD üsleri, Suudi vatandaşlarından daha ziyade dünyanın geri kalanındaki Müslümanları rahatsız ediyor. Fakat iktidarlarla genellikle uyumlu olunduğunu görmek mümkün. Bu açıdan bakıldığında bazı üslerin halktan gizlendiği dönemler dahi yaşanmış. Zaten askeri konularda karar alınırken halkın tepkileri öncelikli bir etki yaratmıyor. Bazı konuların gizli kaldığını yıllar sonra öğreniyoruz. Üs siyaseti çalışmalarının da genel olarak güvenlik konusundaki çalışmalarında önündeki en önemli engellerden birisi bu zaten.

Röportaj Dr. Yusuf Bahadır Keskin Ile Basra Körfezi’nde Üs Siyaseti Üzerine-1

Kaynak: bülten