İSRAİL‘de gizli servisin anıtı, kumtaşından yapılmış devasa bir “insan beynidir.”

Servisin (Mossad) efsane şefi Meir Amit’in şu sözünü yansıtır:
“İstihbarat işi insan zekâsıyla ilgilidir...”
Anıtta İsrail istihbarat servislerinde hizmet vermiş, artık yaşamayan yüzlerce kadın ve erkeğin isimleri kazılıdır.
Anıtı çevreleyen beton duvarların içinde o isimlerin tek tek anlatıldığı dosya odaları yer alır; hayatı, askeri hizmetleri... Ama ajan olarak “sır” görevleri hakkında tek satır yoktur.
Ayrıca müze bölümünde onlara ait bazı objeler sergilenir. “Bir parfüm şişesindeki” görünmez mürekkep, ütü altına yerleştirilmiş bir verici. Çaydanlıktaki verici, 6 Gün Savaşı öncesi Mısır Başkanı Nasır ile Ürdün Kralı Hüseyin’in konuşmalarının dinleme bandı, iz bırakmış önemli casusların kullandıkları kristal radyolar...
Bu ajanları anmak için anıtın sinagogunda özel dua günleri listesi olduğunu da belirteyim...
İsrail’in ajanların yanı sıra yerkürenin her ülkesinde “sayan” denen gönüllü ajanları vardır. Ayrıca daha alt düzeyde “katsa” diye anılan gönüllü ajanlar, şirketlerde, devlet bürokrasilerinde, kurumlarda yuvalanmışlardır.
İhtiyaç olduğunda hizmet verirler.
Onlar yerküreye dağılmış Mossad damarlarıdır.
Amaçları İsrail’e omuz vermektir.
Vatikan’a bile bir şekilde onları kullanarak sızmıştır Mossad.

TÜRKİYE’YE DERSLER
YUKARIDAKİ satırlar “MOSSAD GİZLİ TARİHİ” adlı kitaptan alıntılar...
PKK’nın gözlerine kan oturmuş son baskınlarını bir de bu anlatılanlar merceği ile görelim.
 1Mossad ile CIA arasında felsefe farkı şöyleydi:
CIA’nın lokomotifi “teknoloji”, Mossad’ın ise “insan beyni...”
Öncelik “zekâ” olunca “teknoloji” de araçlardan biri olarak en yüksek verimle kullanılır zaten...
Ama öncelik hep insan...
İsrail Gizli Servisleri için “insan beyni” şeklindeki anıt bunu ifade ediyor.
Sadece termal kameralarla, telsiz dinlemekle, IHA’larla (İnsansız Hava Araçları) ve elin Amerikan oğlunun real time uydu istihbaratı(!) ile olmuyor işte.
Gencecik fidan gibi gençler sapır sapır ölüyorlar.
Yeni MİT Müsteşarı’nın “insan ağırlıklı istihbarat” tercihi medyada yayınlandı.
Olumlu tercihtir.
MİT’i hiç bilmem. Kapısından yıllar önce tek kez girmişliğim vardır. Bir grup gazeteciye brifing verilmişti. Hepsi o kadar.
Ancak... Bu kurumun Türkiye için büyük önemine inanıyorum.
2 Bizde gizli servis ajanlarına kuşkuyla bakılır, en nazik ifadeyle “öteki”dirler.
Oysa Mossad’da hizmet edenlere duyulan saygıya yukarıda yazdığım “anıt” ve üzerine kazınmış “isimler” örneklerden sadece biri...
Amerika’nın CIA’cıları, İngiltere servislerinin ajanları da toplumda saygın kişilerdir.
Gerçi bizde istihbarat kuruluşlarında itibar aşınması, iktidarlar tarafından iç politika oyunlarında zaman zaman kullanılmış olması nedeniyledir ve önyargılar büsbütün haksız değildir ama şu çok duyarlı süreçte yararlı olacağına inanıyorum. Başarmak MİT için görevden de öte zorunluluk.
31990’lı yıllarda Kuzey Irak’a gitmiştim. Çevik Kuvvet komutanıyla röportaj yapıyordum. Şu sözü hâlâ kulaklarımda:
“Bölgede aldığımız istihbaratları İngilizlere ve Türklere doğrulatırız. Özellikle Osmanlı döneminden kalma nesillerdir süren istihbarat kaynakları ile Türkler burada köklüdür.”
Peki ne oldu, o nesillerdir istihbarat veren kaynaklara?
Hepsi mi kurudu?
Yüzlerce PKK’lının beraberlerinde ağır silahlarla Türkiye sınırına kadar gelişleri ve sonrasını düşünüyorum.
Kimsenin fark etmemiş olmasını anlamak mümkün değil.
Soru sadece MİT’e sanılmasın. Emniyet’in, jandarmanın istihbarat servisleri de bu sorunun kapsamında. Eminim ki üçü de çok çalışıyorlar, işleri çok zor, fakat öyle bir süreç ki beklentilerimiz yüksek.
......................
Savaş, “barışın sonu” ama sonrasında “barışın başıdır” da. Başlayan kara harekâtını da böyle görmek gerekir.
Masada çözümü çıkmaza sokanlara bu harekâtın başarısı ikinci şansı verecek. Hayırlı olmasını diliyorum.
Muammer Kaddafi öldü. Yerküre elleri kanlı bir despottan daha arındı. Günahlarının hesabını Uluslararası Adalet Divanı’nda değil Allah katında verecek.
......................
Şu satırları Kiev’den yazıyorum. Az sonra Beşiktaş maçına gideceğiz. Geçen yüzyılın başında yapılmış, tarihe tanıklık etmiş bir otel... Huzur veren çay salonunda hafiften klasik müzik yayını yapılmakta.
İnsanlar da birbirine ve müziğe saygılı.
Yüksek sesle şakalar, kahkahalar yok.
Konuşmalar mırıltı gibi, onları da, salonun sesi yumuşatıp emen mimarisi hissettirmiyor.
Böyle bir dingin ortamda “bir ben, bir de kendim” iç sesimle konuşmamı kâğıda döktüm.
İstanbul’da olsam yazar mıydım, bilemem. Adamın adını bu yaştan sonra “MİT’çiye” çıkarırlar.