Helalinden kazanıp helaline harcamak en önemli şeylerden birisidir. Her şeyin hesabı bir iken malın hesabı ikidir. İnsan dünyada sahip olduğu şeylerden ahirette ayrı ayrı hesaba çekilecek. Ömrünü nasıl tükettin? Bedenini nasıl kullandın? gibi her şeyden bir kez hesaba çekilirken sahip olduğu mallar konusunda iki kez hesaba çekilecektir:

1. Malı nereden ve nasıl kazandın?

2. Kazandığın malı nerelere harcadın?

Malın hesabı ağır olduğu için o konuda daha hassas olunmalıdır. Mal sahibi olma denildiğinde ilk akla gelen hususlardan birisi de KUL HAKKI’dır. İnsan bir şeyler kazanırken başkalarının haklarına tecavüz etmemeye son derece dikkat etmelidir. Kazancına kul hakkı karıştırmamaya dikkat etmelidir.

Allah’ın kıyamet günü affetmeyeceği günahlardan birisi de KUL HAKKI’dır. İnsanın kul haklarından kurtulması için bizzat hak sahipleri ile yüzleşmesi ve onlardan helallik dilemesi şarttır. İnsan dünyada helalleşmemiş ise ahirette helalleşecektir. Oradaki helalleşme ise dünyadaki gibi olmayacaktır. Ya hak sahiplerinin günahını yüklenme ya da kendi iyiliklerinin sevabını onlara verme şeklinde olacaktır. Peygamber Efendimiz (sas) bir gün ashabına dönerek: Müflis (iflas eden) kimdir? diye sorar. Sahabeden herkes farklı bir yorum yapar. Kimisi “ticareti ters gidip elindeki her şeyi kaybedendir” derken bazıları da “değişik sebeplerle elinde olan her şeyi kaybeden kimse” olduğunu söylerler. Peygamber Efendimiz bu yorumlardan hiçbirine katılmaz ve şöyle buyurur: “Kıyamet günü bir adam getirilir. Sevap ve günahları ortaya konur. Adamın o kadar iyiliği var ki o haliyle hesabı bitse direk cennete gidecektir. Fakat biraz sonra biri gelir ve o kimsede alacağı olduğunu söyler ve alacağına karşılık onun sevabından biraz alır. Ardından diğeri, onun ardından diğeri gelir. Gelenler devam eder ama adamın verecek sevabı kalmamıştır. Bundan sonra ise gelenlerin günahlarını yüklenmeye başlar ve sonunda cehenneme gider. İşte GERÇEK MÜFLİS budur.” Buyurur.  

Bu açıdan kul hakkı son derece önemlidir. Kul hakkı sadece kişi haklarından ibaret değildir. KAMU HAKKI, kul hakkının da en ileri seviyede olanlarındandır. Kamu hakkı, bir toplumun, bir milletin hakkına tecavüz etmektir. Onun için alacaklı kimse bir kişi değil bir toplumdur. Kamu hakkı yiyen kimsenin bir kişiyle değil bir toplumla helalleşmesi gerekmektedir.

Diğer haklara göre “Kamu Hakkı”nın affı daha zordur ve günahı da çok daha fazladır. Kişisel anlamadaki kul haklarında insan bir veya birkaç kişi ile helalleşecek iken kamu haklarında bir millet ile helalleşmesi gerekmektedir. Kaçak olarak kullanılan elektrik, su, bir millete ait olan bir eşyayı çalmak, kırmak, yıpratmak veya hor kullanmak gibi şeyler de kamu hakkına girer.

Elektrik faturaları düzenlenirken “Kaçak Kullanım Bedeli” diye bir ödeme bedeli var. Bir şehirde veya bir bölgede kaçak olarak kullanılan elektriklerin bedelinin diğer faturalara yansıtılmasıdır. Yani elektriği kaçak olarak kullanan kimsenin borcu, kaçak olarak kullanmayan namuslu vatandaşların üzerine yıkılmaktadır. Elektriği kaçak kullanan bir kişinin faturası, o bölgede ne kadar borcunu ödeyen, namuslu vatandaş var ise onların üzerine dağıtılmaktadır. Bu şekilde kaçak kullanan kimse binlerce kimsenin hakkına tecavüz etmekte ve onlara karşı kul hakkına girmektedir. Kıyamet günü onun faturası kimlerin üzerine dağıtılmış ise o kimselerle yüzleşerek onlarla helalleşecektir.

Kaçak elektrik kullanımında kaçak kullanan kimseler sorumlu olduğu gibi onların bedelini namuslu vatandaşların faturalarına aktaran şirket veya kurumlar da sorumludur. Bu şekilde namussuz ve hırsız kimseler korunurken namuslu kimseler cezalandırılmaktadır. Kaçak elektrik kullananlardan alamadıkları parayı hiç ilgisi olmayan vatandaşlardan tahsil etmekle, namuslu vatandaşlara haksızlık ve zulüm etmektedirler.

Kamu hakkı konusunda devlet idaresinde çalışan kimselerin çok daha hassas olmaları gerekmektedir. Devlet, devletin işleri daha iyi yürüsün diye bazen bazı kimselere imkânlar sunar. İdareci olan bir kimsenin emrine şoför, araba vb. verebilir. Ama bunlar asla kişisel hizmetlerde kullanılmamalı. Devletin verdiği makam aracı çocukların okul servis aracına dönüşmemeli. İnsan kendi malına gösterdiği hassasiyetin en az bir benzerini devletin malına da göstermelidir. Kendi evinde gündüzleri lamba yakmazken çalıştığı dairede gece gündüz lambayı söndürmemesi, klimaları sonuna kadar açıp sonra da kapıları dayaması dürüst bir davranış değildir. Belki basit kaçacak ama insan kullandığı bir peçeteye dahi dikkat etmelidir. Kendi evinde bir veya iki peçete ile elini yüzünü kurularken devlet dairelerinde tomarla peçete kullanıyorsa burada ahlaki bir sorun vardır. İnsan aldığı, verdiği ve kullandığı her şeyden Allah katında hesaba çekilecektir. Karşımızda bizi sıkıştıran, sıkı bir şekilde denetleyen birileri olmasa da kıyamet günü bütün bu yaptıklarımızın hesabını soracak biri vardır.

Hz. Ömer’in torunu Ömer ibn Abdulaziz hilafet makamında iki adet mum bulundururmuş. Bu mumlardan birisi devletin bütçesine ait iken diğerini kendi parası ile alırmış. Hilafet makamında da olsa kendi şahsi bir işini hallederken kendine ait olan mumu yakarmış. Müslüman devlet malına karşı bu hassasiyette olmalıdır. “Devletin malı deniz yemeyen keriz” mantığı ile hareket etmemelidir. Kendisinin olmayan hiçbir malı istediği gibi kullanma hakkına sahip değildir. Hak haktır. İster Müslümana ait olsun ister kafire ait olsun isterse de kamuya (devlete) ait olsun hepsinden hesaba çekilecektir.