Millet olarak, her şeyi devletten bekleme gibi bir alışkanlığımız var.

Bu alışkanlığımızı çok eskilerden beri devam ettiriyoruz. Söz konusu alışkanlığımızın ortaya çıkmasında devleti kutsal, baba ve her şeyin üstünde görme anlayışımız yatmaktadır.

İlk Türk devletlerinde, yani günümüzden yaklaşık dört bin yıl önce ve bu tarihten itibaren atalarımız, devletlerini her şeyden, kendi aile, akraba ve yakınlarından, hatta kendi canlarından bile üstün görüp, devletlerinin karşısında saygı ile eğilirler ve onun için canlarını seve seve feda ederlerdi. 

İşte bu durumda, ellerinden gelen ve kendilerden bekleneni yapan atalarımız, gönül rahatlığı içinde devletlerinden her şeyi bekleyebilirdi, bekliyordu da. Buna hakları da vardı. Devlet ve devleti yöneten kağan da, halkın istediğini vermek, yerine getirmek zorundaydı. Ve çok başarılıydılar.

Ama, günümüzde durum çok farklı.

 Farkında olarak veya olmayarak her şeyi devletten bekleme ve her şeyin sorumlusu, suçlusu olarak da devleti ve sistemi görme gibi alışkanlığımız, çok tehlikeli ve sorumsuzca bir gaflet düşüncesidir.

Eğer, bizler ülke vatandaşları ve bu ülkenin de, devletin de sahipleri olarak elimizden geleni, hatta yukarıda anlattığımız atalarımız gibi, elimizden gelenin de en iyisini yaptığımız, yapmaya çalıştığımız zaman, dağ kadar olan sorunlarımız, beceriksiz ellerce dokunmuş kalitesiz çorap söküğü gibi dağılacaktır.

Peki bizler, vatandaş olarak, bu devletin, ülkenin sahipleri olarak, bizden beklenen askerlik yapmak, vergi vermek, oy kullanmak gibi temel görevlerin dışında neler yaptık, yapıyoruz?

‘’Devletimizi, kendi ailemiz, milletimizin istisnasız her ferdini kendi öz kardeşimiz, ülkemizin tamamını kendi evimiz, mülkümüz gibi görüp, gereken önem ve hassasiyeti gösterdik mi? Devletimiz zarar etmesin, suyu boşa akmasın, elektriği yok yere yanmasın, yolu bozulmasın gibi düşüncelere sahip olup da, boşa akan hangi su musluğunu kapattık, devlet kurumlarında lüzumsuz yanan hangi lambayı söndürdük, devletimizin hangi malına, mülküne, araç ve gerecine kendimizin ki gibi davrandık?’’

‘’Devletler, bilgili ve bilinçli insanların omuzlarında yükselir.

Ben de devletimin bir ferdi olarak son derece bilgili ve bilinçli olmalıyım, devletim, benim doğumumdan başlayıp da okul hayatım bitene kadar bana, binlerce lira masraf  yapıyor, bu harcanan paranın karşılığını, çok okuyarak, bilinçli vatandaş olarak ve iş hayatına başladıktan sonra da işimi en iyi yaparak vermeliyim.’’ diye düşünen, milyonlarcası içinden kaç öğrenci çıkar?

‘’Devletlerin güçlü, kuvvetli, zengin ve medeni olması vatandaşlarına  bağlıdır, ben de devletimin değerli bir vatandaşı olarak, evvela bilgi ve kültür bakımından güçlü ve kuvvetli olacağım, ardından da çocuklarımın en iyi şekilde yetişmesi için tüm güç ve kuvvetimi harcayacağıma söz veriyorum.’’ diyerek çocuğunun istikbalini gerçekten kimler düşünmekte?

‘’Güçlü, karanlık ve görünmez bir el, bizi uçurumdan atmak için durmadan zorluyor. Belki, bu bizim için son şans ve fırsat, aklımızı başımıza alalım, hem kendimiz, hem diğer Müslüman kardeşlerimiz, hem de dünya mazlumları için elimizden gelenin en iyisini yapmak için kendimize söz verelim ve bugünden itibaren, şu anda meşgul olduğumuz işi en iyi şekilde yapmak, hatta her geçen gün kendimizi geçip geride bırakmak için canla başla çalışalım diyen var mı aramızda? 

Bu durumda, her şeyi devletten nasıl bekleyebiliriz?

      Hacıbekir ARSLAN

Sosyal Bilgiler Öğretmeni

Editör: Haber Merkezi