Ekmeğe hiç saygı duymuyoruz. Bu yüzden betimiz bereketimiz bozulup duruyor. Hemen herkes eskisinde çok kazandığı halde, evlere eskiye nispetle on kat yiyecek içecek girdiği halde çok farklı bir darlık çekiliyor. Alınan bu kadar yiyecek ve içeceğin nereye gittiği adeta bilinmiyor…
 
İşte bunun adı; bereketsizlik olsa gerektir.
 
İnancımızda da peygamberimizin “Ekmeğe karşı saygılı davranın” buyruğuna paralel olarak kültürümüzde ekmeğe kutsallık izafe edilmiştir. Tıpkı Kur’an el basar gibi emeğe de el basarak yemin edecek kadar kutsallık verirdi. Yerde ekmek görse hemen alır, üç kere öper ve duvar kovuğuna, yüksek bir dala, temiz ve ayak altında kalmayacak bir yere kor veya suya atardı. Bunun sebebi, önce bilmeden de olsa saygısız davranılmasını önlemek, sonra da bir insanın, hayvanın, karıncanın, kuşun (suya atılmışsa) balıkların yemesini sağlamaktı. Böylece her zerresinin boşa gitmesini önlemiş olurdu. İnceliği görüyor musunuz?
 
Ya şimdi?
 
Çöplükler ekmek dolu; sokaklarda, şurada burada tüm, yarım veya kırıntı ekmeğe rastlamak işten bile değil.
 
Hele tuvalette temizlendiği kâğıtla birlikte aynı çöp yığınının içine atacak kadar nimete saygısız olmak kimseyi düşündürmüyor, utandırmıyor, korkutmuyor bile… 
 
Bazıları eski alışkanlıkla yerde ekmek kırıntısı görse telaşlanarak adımlarını ayarlıyor, üzerine basmak istemiyor ve hatta toplayarak bir tenha yere koyuyor; ama aynı adam evinde koca ekmek parçalarının çöpe atılmasına aldırmadığı gibi bu israfı ve bu saygısızlığı önlemek için hiçbir tedbir almıyor…
 
Bu fikri veren arkadaşım gibi kimi tanıdıklarım ekmeği artırmamak için şöyle davranıyorlar. Önce, ekmeği yetecek kadar alıyorlar. Buna rağmen artarsa, bir sonraki öğünde sofraya oturulunca, önce önceden kalan ekmek paylaşılıyor, sonra yeni alınan ekmeğe sıra geliyor. Böylece hiç ekmek artmamış olur… Bunu uygulamak çok mu zor?
 
Betimiz bereketimiz kesildi adeta. Küçüklü büyüklü günahlardan, mekruhlardan kaçmamakla hatta umursamamakla neredeyse meleklerin lanetini müstahak olduk.
 
Bari belediye tedbir alsın.
 
Ekmeklerin en iğrenç çöplerin arasına karışmasını önlemek için lokantaların, sitelerin yakınındaki çöp konteynırlarının yanına ayrıca birer ARTIK EKMEK BİDONU koysun. İnsanlar da lokantalarındaki veya evlerindeki ekmek artıklarını ayrı poşetlerde biriktirerek bu BİDONLARA atsınlar. Böylece iğrenç çöplerle karışmamış, atık da olsa kirlenmemiş olacaktır. Biriken ekmekler ise hayvan barınaklarına, besicilik yapanlara, parklara çok güzel bir hizmet olarak yapılan köpek besleme ve sulama yerlerine dağıtılabilir. Bu işi yapan vatandaşların serbestçe almaları sağlanabilir…
 
BEREKETSİZ VE BESMELESİZ
 
Durakta iki hanım konuşuyordu. Konularına ilgi duyarak kulak misafiri oldum. Biri ötekine çok net bir şey söylüyordu;
 
− Kele anam, bu yıl da geden seneki kadar ekmek ettik. Aynı un, aynı, ufra. Biri yüusekçe öteki acık aşşa iki yığın oldu. Eyi de anam, geden sene nisanın sonunaçir yedik bitiremediydik, bu sene nolduysa aha ocak bitmeden ekmeamiz bitti!
− Misafir mi çok geldi yoosam, oraya buraya mı saldın?
− Yok vallaha gı, biliyon saaten salacak kimsemiz yok, gene aynı adamlar yedik…
− Ne biliyim gı, bereketsizmiş elleham…
 
Hah, işte benim de üzerine parmak basmak istediğim şey tam burası; bereketsizlik… Yoksa her gün, evet her gün 5.000.000 (beş milyon) ekmeğin çöpe gitmesi; Başbakanın "Ekmek israfının yıllık karşılığı olan 1,5 milyar lira ile 162 bin asgari ücretliye maaş ödenebilir, 500 okul, 500 yurt ya da 500 kilometre bölünmüş yol yapılabilir…” demesi işin bir başka ve acı tarafıdır elbette... Evet, ekmeği kurutup küflendirip çöpe atmak israf, evet günahtır. Üzülmemek mümkün değil. Hükümet (Valiler, kaymakamlar) tedbir alsın, beyaz ekmeği yasaklasın, büyük ekmeği yasaklasın, küçük (yarım veya çeyrek büyüklükte) ekmeğe mecbur etsin, israf edenlere ceza kessin. Televizyonlarda programlar yaptırsın, yazılar yazdırsın, okullarda seminerler verdirsin, camilerde ekmek israfına dönük vaazlar verdirsin…
 
İyi de neden bu kadar israf eder olduk, israfı önemsemez hale geldik? Neden nimete saygısız bir topluluk olduk? Bu gidişle nimet de bizi saymayacak, bizden kaçacak hale gelecek ki, Allah korusun, bunun öteki adı bereketsizliktir, verimsizliktir, kıtlık, fakirliktir…
 
Merhum Recep (Güler) amcam, oğlu Mehmet’e iki üç yaşındayken yemeklerden önce besmele söylenmesi gerektiğini öğretmişti. İyice pekişmesi için de her yemekte ondan, sofradakilere söylettirmesini isterdi. O da besmele çektikten sonra sırayla tekrarlatırdı;
− Baba bismillah de
− Bismillah
− Ali abi, bismillah de
− Bismillah
− Behzat abi, bismillah de
− Bismillah
− Hatice abla bismillah de
− Bismillah…
 
Besmelesiz topluluk olduk. Her işi yapmaya başlarken besmele çekmek gerektiği halde yemek yerken bile unutanlar, önemsiz kabul edenler, yersiz bulanlar, gericilik sayanlar türedi ve çoğaldı…

Besmelesiz toplulukta bereket ne arasın? Gerçi söyleyenlerin de çoğu kurusıkı söylüyor; dilinde kalıyor, yüreğine inmiyor. Yüreklere inmediği için de kanatlanıp çıkamıyor yukarılara...