Kahramanmaraş’taki Elbistanlılar Derneği, Kuzey İlçeler Platformunun dadesteği ile 1 Aralık Pazar günü “ELBİSTANLILAR GÜNÜ” düzenledi. Program içinde Elbistan’ı tanıtıcı konuşmalar, şairlerimizden şiirler, saz ustalarından türküler vardı. Elbistan tarihini de bendenizden rica ettiler…
Koskoca bir şehirde, o şehrin en büyük ilçesi tanıtılacaktı. Heyecanlandık. Programda yer verilen arkadaşlarla belediyenin tahsis ettiği bir midibüse binip pazar sabahı 09’da yola koyulduk. Mehmet Göçer, Ahmet Bulut, Hanifi Kara, Poyraz Poyrazoğlu, ben ve Afşinli Mahir Başpınar vardık. Öteki Afşinli dostlardan Erol Boyunduruk ile Osman Konak’ı Afşin yol ayrımından alacaktık. Mehmet Gözükara, Mehmet Taş ve Ahmet Kurnazözel bir araba ile gelmeyi tercih etmişler. Yola çıktım; ama ben iki ayrı günde üç kere telefon ederek otobüsün nereden ve saat kaçta kalkacağını öğrenebildim. “Biz bir görevli arkadaşa bildirdik, onlar sizi arayacaklar” dediler; ama arayan olmadı. Sordum kimi aranmış kimi aranmamış. Oysa horu hopu sekiz on kişiyiz, tek tek telefonla söylemek çok mu zahmet verirdi?
11.30 sıralarında Necip Fazıl Kültür Sarayı’nın önünde olduk. Kimseler yoktu. Pazar günü olmasına rağmen dışarıya park edilmiş beş on aracı görünce kendi kendimize ‘hımmm herhalde yanlış gelmedik…’ diye düşündük. Programın ağır topları geliyordu; iki buçuk saatlik yoldan kendileri için geliyorlardı; ama karşılayan kimse yoktu. Öğlen olmuştu, bitişikteki camiye gittik. Çıkışta rastladığımız bir iki dostla ayaküstü sohbet ettik. Bu toplantıdan haberi olmayan Ali Bucak’ı da gruba katarak yarım saat kadar sonra tekrar kültür sarayına geldiğimizde dernek yönetiminden beş altı arkadaş sahanlıkta bizleri karşıladılar. Binaya girerken ve girdikten sonra biz bize kaldık. Program 13’te başlayacak denmişti; daha bir saat kadar vakit vardı. Kültür Sarayının kantin bölümüne geçtik. Orada çay içip içimizi ısıtmaya sohbeti demlemeye çalıştık. Hikmet Bodovoğlu kardeşim geldi, hoş beşten sonra bize iştirak etti; sonra Yaşar Okur, Mehmet İspir ve bir iki kişi daha hoş geldin dediler. Çayın yanında içine peynir veya patates bulaştırılmış iki ayrı tabakta iki bazlama vardı. Baklava dilimleri kadar dilimlenmişti. Birer ikişer aldık. Bu arada Elbistan kaymakamı da gelmiş; bizim gruba katıldı. Az sonra çay ve bazlamalar yinelendi… Parasını Biz (Poyraz Poyrazoğlu) ödedik.
Vakit gelmişti; içeriye buyur ettiler. Güler yüzlü gençler karşıladılar. Yerimize doğru geçerken bir de baktık ki aa boş diyecek kadar az insan vardı salonda. “Gelirler zahar” diye kendimizi teselli ettik. O günün en güzel anı bu gençlerin içlerinden geldiği belli olan güler yüzlerini görmekti.
Program başında balta taşa vuruldu. Misafirler arasında birçok partiden birçok aday vardı. Kimi büyükşehir adayı, kimi merkez veya taşra ilçelerin adayı/aday adayı idi. Sunuculuk yapan Mehmet Taş’ın eline verilen kâğıtta bir partinin bir iki adayı varmış, onları okudu. Diğerlerinden haklı olarak “Biz de buradayız, bizi neden takdim etmiyorsunuz?” itirazları yükseldi. Böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemeyen Taş, “Ben kimseyi tanımıyorum ki bakarak isimlerini söyleyeyim, elimdeki kâğıtta olanları okudum” dedi. Keşke anında bir çözüm üreterek, mesela “Beyefendiler, takdim listemiz yazılırken geleceği belli olanları yazdık, isimlerinizi lütfediniz hemen anons edeyim…” diyebilseydi, çok şey değişirdi. Yönetimden de ne özür dileme ne durumu kurtarıcı bir davranış olmayınca saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Başkan Ali İhsan Karaman’ın konuşmasından sonra anons edilmeyenler ve birlikte gelenler protesto ederek kalkıp gittiler. İşin garibi çok geçmeden ismi anons edilen adaylar ve onlarla birlikte gelenler de ‘işimiz var da…’ havasında kalkınca bir avuç seyirci yarım avuca düştü…
Kimsede tat tuz kalmamıştı. Seyirci gittikçe azaldı. Kendimiz çalıp kendimiz oynuyor gibi bir havaya döndü… Ben sunumumu yaptıktan az sonra geldiğini nerede oturduklarını gördüğüm Mustafa Kök ağabey, Hikmet Bodovoğlu ve Mehmet İspir dostlarımın yanına gittim. Oğlum Miraç da bize katıldı. O günün ikinci en güzel anları bu anlardı…
Hikmet’im bir gün önce Elbistan’daymış, Maraş’a gideceğimizi Mustafa ağabeyden duymuş, birlikte gitmek ve misafiri olmam için telefon etmişti; ama geçerli mazeretim olduğundan kabul edememiştim. Mustafa ağabey de gitmeden önce göndermeyip “Misafirimiz olun, yemek yiyelim, öyle gidiniz…” diye ısrar ettiyse de yolcu yolunda gerek, dedik ve midibüsümüze binip ver elini Elbistan dedik.
Çoğumuz akşamı eda niyetiyle Ceyhan üzerindeki köprüye varmadan sağdaki camiye girdik. Çıkınca Erol Boyunduruk’un bir poşet mandalina ile üç beş ekmek almış onu araca binenlere dağıtırken gördüm. O da bizlere taş vuruyordu zahar! “Siz Maraş’taki Elbistanlıların misafiri iseniz biz aynı zamanda sizin misafirinizdik, aç geldik, bizi aç gönderiyorsunuz…” demeye getiriyordu. Haklıydı. Paylaştık ve yedik… Yolculuk boyunca Hanifi Kara ile Erol Boyunduruk’un anlattığı anılar, fıkralar veya kıssalar yolculuğu hem sıkıcı olmaktan kurtardı, hem de bozulan moralimizin az da olsa düzelmesini sağladı.
Genel olarak organizasyonda aksaklıklar çoktu. Bir ya da iki kişinin omuzlarına kalmış gibiydi. Sanki bir kötü niyet, “Ellemen la biz garışmıyak da eyi yapamasınlar…” demiş gibi bir hal vardı. 1000 davetiyenin dağıtıldığı söylendi, yüz kişi ya vardı ya yoktu. Bu da Elbistanlıların fazla önemsemediğini gösterir. Maraşlılar zaten burunlarından kıl aldırmaz. Sanki kendileri çok sıcak gibi özellikle Elbistan’a Elbistanlılara soğuk bakarlar. Rastladığımız veya telefonla önceden haberleştiğimiz için görüştüğümüz arkadaşların bile Böyle bir günden haberlerinin olmaması aslında nedeni çok iyi anlatıyor; ama yine de seyircinin ilgi göstermemesinin altında başka sebepler olabilir…
Tanıtılmak istenen şehrin tarihini anlatma programın sonlarında değil tam tersine başlarda olmalıydı.
Konuşmak için sahneye çıkanlardan bir ikisi verilen zamanı çok aştı. İki alkış, bir kahkaha için kısaca kuru bir ‘aferin’ için bu haksızlıktır. Hak ille birisinin malını, parasını almakla, dedikodusunu yapmakla yenmez, böyle de yenir.
Türkü söylemek için sahneye çıkan sanatçılar, sesin azlığını/çokluğunu (volümünü) kendisine göre ayarlatıyordu. Sonuç olarak salonda oturanlar çok ama çok şiddetli sesten dolayı zevk almak yerine adeta azap duydular. El kadar yerde, bir avuç insan mikrofonsuz dinlese on kat daha güzel olurdu…
Her şeye rağmen, yönetim, özellikle başkan samimi bir gayret gösteriyordu. Bu yüzden teşekkür ederiz. İnşallah aksaklıklar ve eksiklikler bir tecrübe ve hatta ders olur da bundan sonraki günler Elbistan’a layık ihtişamda gerçekleştirilir.