Bu sıra düşünmekten kendimi alıkoyamadığım bir mesele bu; Barış… Peki nedir barış?  Hani şu annelerimizin her gün ‘’Evi düzenli tut evladım, misafir gelir’’ dediği ve sizin de evi düzenlediğiniz halde gelmeyen misafirler vardır ya tıpkı onlar gibi bir şey. Hayalden daha gerçek, rüyadan daha yalan. Yıllardır dillere pelesenk olmuş ama bir türlü uğramayan, tatlı bir misafir işte. Belki de bir şehir efsanesi kimbilir….


Peki nasıl kazanılır bu barış? Elbette savaşarak. Barışı isteyen insan savaşmayı bilecek. Yalnız cümleye açıklık getirmeliyim ki; bahsedilen savaş toplu tüfekli savaşlardan değil. Benim bahsettiğim savaş insanların içindeki kibire ve şeytana açılacak olan savaş. Ve şunu da biliyorum ki bu savaşı kazanmadan barış yüzü görmek mümkün değil. Barışın hırçın sularının önüne konmuş koca bir set gibi barışı önleyen tüm hisleri, duyguları söküp atmadan beyaz güvercinler kanat çırpamazlar.


Kimse farkında olmasa da çağın en önemli problemleri kibir ve ego. Kısa vadede görünür problemler yaratmıyor da olsa kibrin kölesi olmuş insanlar, kaf dağındaki burunlarından gözlerinin önünü göremez olmuşlar. Öyle ki; yardımlaşma, dayanışma, dostluk, kardeşlik gibi kavramları birer birer mazi yapmışlar.


Nereden vardım bu kanıya hemen yanıtlayayım; komşu ülkelerden birinde cehennem fragmanı gibi günler yaşanıyor. Şanslı olan bir grup mağdur insan bizim ülkemize sığınıyor biz ne yapıyoruz? Bir yardım eli uzatmayı çok görüyoruz onlara. Malum; I. Dünya savaşında sırtımızdan vurmuşlar.  Kaç asırlık öfkeyse bu da! Bu gezegende binlerce insan içecek temiz su bulamazken büyük bir soğukkanlılıkla bu insanlık dramını gözardı ediyoruz. Bununla kalsa iyi. Kendi ülkemizin vatandaşı olan bir sürü insanı etnik kimliğiyle yargılıyor, ikinci sınıf muamele gösteriyoruz. Yetmiyor katliamlar, saldırılar yapıyoruz. Bir deprem oluyor memleketin bir ilinde kibire baksanıza kendi kardeşimizin dramını görmezden geliyoruz. Sonra da ''Barış istiyoruz'' deyip duruyoruz... Sormazlar mı o nasıl barış istemektir diye?


Yıllarca sağcı, solcu, gerici, yobaz, Türk, Kürt, Çerkes, Laz, alevi, sünni gibi insanı insandan ayırabilecek kaç kavram varsa bulup sokmuşuz hayatımızın ortasına. İzleri hala silinemeyen binlerce yara meydana getirmişiz. İnsan olduğumuzu farkedemeyecek kadar da körleşmişiz üstelik. Bu körlüğün sebebi ise apaçık ortada; Ademoğullarının kibiri… Hepimizin kromozom sayısı 46, hepimiz aynı alemdeniz, gireceğimiz iki metrelik mezar, giyeceğimiz beş metrelik bir kefen. Etnik kimlik, ten rengi, dil, din farketmeden insan olduğumuzu hatırlayın. Şunu da hatırlamakta  fayda var; bir zamanlar koca dünyaya hükmeden nice hükümdarlar çoktan toprağın bir parçası oldular. Bize de  kalmaz koca dünya...


Umut ediyorum ki benim de içinde bulunduğum yetişen yeni nesil farkındalıklarını içinde barındırır. Yıllardır gelmeyen misafir barışı dünyanın ev sahibi konumuna getirir ve bizden sonraki jenerasyonlara da barış bilincini aşılar. Geç olmadan farkedilsin istiyorum; barış yaratılan en güzel şeydir.



Ünlü şair Oktay Rıfat’ın değerli dizeleriyle noktalandırıyorum yazımı.


Madem ki maksat barış
Yurtta barış
Cihanda barış
Salla gitsin atom bombasını
Mister Fışfış
İnsan dediğin nedir
Abur cubur
Olsa da olur
Olmasa da olur
Maksat barış
Yurtta barış cihanda barış
Kendi savaş
Adı barış
Ama yanarmış yıkılırmış
Boş veeer
Maksat barış