" Resul de: " Ya Rabbi, kavmim, bu Kuran'ı terk edilmiş bıraktılar.  demiştir." 
( Furkan sûresi, âyet 30 )

     Bu ayeti kerimede, Resulullah (sav)'in ümmetinin Kuran'ı dinlememeleri, ondan yüz çevirmelerinden ötürü, Hz. Peygamber'in üzüntüsü, ümmetinin durumunu Rabbine şikayeti anlatılıyor.

     Resulullah (sav); bu sözü ahrette söyleyecektir. Yahut Kıyamet duruşmasında, Resul'un dünyada söylediği söz nakledilmektedir.

     " Bu Kuran. insanlara kanıtlar sunmaktadır. İnanan kavim için yol gösterici ve rahmettir. " ( Câsiye sûresi, âyet 20)

     Bu ayeti kerime de, Allah'ın sınırlarını, hükümlerini gösteren işaretlerle, hakikatleri gösteren delillerle dolu olan bu Kuran, müminler için yol gösterici ve rahmettir.

     Yol göstericidir, çünkü onları sapıklıktan doğru, aydınlık yola çıkarır. Rahmettir, çünkü ümmeti ezilmekten, horlanmaktan ayaklar altında sürünmekten adalete, yükselişe, dünya ve ahret refahına ve mutluluğuna götürür.

     Diğer taraftan, bu ayette İsrail oğullarının ayrılığa, tefrikaya düştükleri izah edildikten sonra Resulullah'a, yüce Allah'ın gösterdiği dine uyup, bilmeyenlerin keyiflerine uymamaları emrediliyor.

     Bu sebeple, müminlere de kitap ehlinin yaptığı gibi İslam'da ayrılığa düşerek bölünmemeleri, birlik ve beraberlik içerisinde bulunmaları emrediliyor,

     Maalesef, aziz Kuran okunduğunda, tilavet edildiğinde, İmani coşkumuz, heyecanımız, hissiyatımız sıfırı tüketmiş durumdadır.

     Hele şu Ramazan günlerinde, o güzel sesli, savtlı hocalarımızın okuyuşları karşısında, tüylerimiz diken diken olmuyor ise, bizde bir boşluk vardır demektir. Hatimler takip ediyoruz, ümmet de his ve duygusallık, azim ve imanın galeyana gelmesi bulunmamaktadır. Onun içindir ki;

     " Kuran'ı doğru anlamak, en üstün kaynak olarak yerli yerine oturtmak. Fakat İslam dünyasının başlangıcında - özellikle imparatorluğun kaybedilmesinden sonra- çözüm tasarıları iki ayrı kompartımana bölündü.

     Bir tanesi Cemaleddin Afganî kanadının temsilcisi olduğu siyasî, diğeri de medeniyet kanadı Muhammed Abduh'un şahsında temsil edilen.

     Şimdi bu gün de İslam dünyasında Kuran'la ilgili bir sürü tartışma yapılıyor ve anlaşılmasıyla ilgili bir sürü çalışmalar yapılıyor....

     Fakat biz de İslâm dünyasının bir bireyi olarak, yeniden Müslümanlaşma hareketinin içerisinde olan insanlar olarak baktığımızda yeryüzünde niçin İslam adına bir hidayet çağrısının kendisini ifade edemediğini görüyoruz.

     Burada da sorun şudur: Kuran'ın salt mantıkî bir biçimsellik içerisinde anlaşılması. Bu doğru bir anlama biçimi olsa bile, yeryüzünde insanlar için bir hidayet çağrısına gelin iman edelim. ' Yâ eyyühellezîne âmenu! Âminû' ( Ey iman edenler! Yeniden iman ediniz.)

     Çağrısına dönüşmüyor. Benim sorunum budur. Kuran'ı doğru tanımlayabiliriz, doğru ortaya koyabiliriz. Fakat yeryüzünde yeniden hidayet çağrısına dönüşmediği sürece bu Kuran'ı doğru anlamak olur mu? Bu konuda şüphelerim var. " ( 1. Kuran Sempozyumu, sayfa 446, Ö. Çelik)

     Netice olarak;

     Kuran okunduğu zaman, gürül gürül okunduğu vakit , kendimizi 15 asır ötesine götürmeliyiz, kendimizi, sahabe kiramın yerine koyarak, onların dinlediği gibi, onların emirlerin " baş üstüne" dediği gibi diye biliyor muyuz?

     Yoksa, hoca efendi aşkla, şevkle, bütün kalbi duygularıyla Kuran okur iken, bizler, ayaklarımızı uzatmış, başımızı duvara yaslamış, uyuklayarak mı Kuran dinliyoruz?

     Evet, işte sıkıntımız burada odaklanmakta, burada bu sorun acı acı karşımıza çıkmaktadır. Sahabe-i kiram, Kuran'la canlı iletişime geçiyor, hangi gün, bir vahyi emir oluyor ise, o hemen anında, sahabenin şahsında makes buluyor, önce nefsinde, sonra da aile efradında yaşanıyordu.

      Haramdan kaçmaksa hemen, fuhuştan kaçmaksa hemen, faize bulaşmamak ise derhal, hırsızlıktan kaçmak ise, rüşvete bulaşmamak anında yaşanıyor, evler, sokaklar, meydanlar, caddeler huzur mekanları olu veriyordu.

     Diğer taraftan, bir asır önceki, elli sene önceki, altmış yıl öncesi cemaatlerin heyecanını da kaybettik. Şimdilerde, Kuran okuyoruz, kafamız, beynimiz dünyevilikte, arabada, apartmanda, katta ve yattadır. Yani, sekülerizm, konformizm  bizleri tamamen esaret altına almıştır.. Selam ve dua ile..

     Şerafettin Özdemir