Kelimelerin ruhu olduğuna inanırım. Bazen biz kelimeleri derdimizi/düşüncemizi ifade etmek için kullanırken, bazen de kelimeler kendi beklentilerini sanki bize anlatırlar...

Adalet kelimesinin bu kabilden olduğunu düşünüyorum. Kelimenin sırf akustiği bile bir anlam taşıyor...

Adalet... Bir devlete, bir cemiyete, bir insana en yakışık alan tanımlamalardan birinci sıraya koyulası... Adil devlet... adil topluluk... adil insan... Ne de güzel yakışıyor değil mi?

Önceki yazımızda, hakikat kavramının insandan ve inançlarından bağımsız düşünülmesi lazım geldiğini izah etmeye çalışmıştım. Fakat, üzerinde ortaklaşabileceğimiz ve bizi hakikat kavramına götürebilecek değerler olmalıdır ki adalet bunlardan biridir.

Birey olarak bizim devletten ve cemiyetten adalet beklentilerimiz olduğu gibi devlet ve cemiyetin de bizden adalet bağlamında beklentileri vardır.

Burada daha çok birey için hakikat-adalet ilişkisini tartışmak yerinde olacaktır.

Benim anlayışıma göre adalet öncelikle bireyin kendine yönlendirmesi gereken bir kavramdır. Zira kendine karşı adil olamayan bir insan efradına ve hatta ağyarına nasıl adil olabilir?

Çok yıllar önceydi, bir vesile ile sesim kaydedilmişti. Sonra dinlediğimde sesim kendime o kadar yabancı gelmişti ki... Tabi o zamanlar çocuktum ve insanın kendi sesini tanımakta zorlanabileceğini vs. sonradan öğrendim. Kendi sesini bile tanımakta zorlanan varlıklarız. Gerçekten kendimizi ne kadar tanıyoruz? Dönüp iç muhasebemizi ne kadar sıklıkla yapabiliyoruz?

Güzel huylarımızı sayarken gösterdiğimiz cömertliği kötü huylarımız için gösterebiliyor muyuz? Onlarca güzel huyumuz aklımıza gelirken üç tane kötü huyumuzu sayabilir miyiz?

Kendi potansiyelimizin, hak ettiklerimizin ne kadar farkındayız? Gerçekten kendimize karşı ne kadar adiliz?

Dünyada çıplak gözle göremeyeceğimiz tek bölge var, sırtımız. Sırtımızda hangi yükleri taşıyoruz farkında mıyız? İnsan olmaklığımızın vasatını yerine getirebiliyor muyuz?

Mesele uzayıp gider...

Hakikat adaletli olmayı gerektirir. Adalet mizandır. Mizan, insan için gönül terazisi ile ölçülür. Terazinin en önemli işlevi ise doğru pay etme, yani haddi hududu doğru çizmedir. O halde hakikat aynı zamanda haddini bilmektir desek hatalı olmasa gerektir. Şimdi soruyorum kendini adaletle değerlendiremeyen bir insan, hakikat üzere olabilir mi?

“Sabır erdemdir” der, Bilge Sokrates... Evet el hak doğrudur, sabır erdemdir. Ve dahi kişioğlunun haddini bilmesi de bir erdemdir ve büyük bir erdemdir.

Bâki selam ederim...