Geleneksel dini anlayışımızda, ibadetlerin taabbudî olduğu, yani sırf Allah’ın hükümranlığını benimsemek ve kulluk vazifesini yapmak maksadıyla ilahi emrin yerine getirilmesinden ibaret olduğu, fakat buna rağmen umumi ve fer’î birtakım hikmet ve faydaları olabileceği belirtilir (Uludağ, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s.26). İbadetlerin sırf Allah rızası için yapıldığını hatırda tutmak kaydıyla çağımızın ihtiyaçlarını dikkate alarak ibadetlerin insan hayatı için taşıdığı anlam ve önemi üzerinde daha çok açıklamaya gereksinimimiz vardır. Çünkü eskinin teslimiyetçi insan modeli, artık soran, sorgulayan, olgu ve olayların neden ve niçinini öğrenmek isteyen insan modeline dönüşmüştür. O sebeple, ilâhî emir ve yasakların sadece emir ve yasak olmaları açısından değil, fakat aynı zamanda gaye ve hikmetleri açısından da izahına ihtiyaç bulunmaktadır.

İmam Mâtürîdî aklen, nimet ve lütuf sahibini tanımanın ve ona teşekkür etmenin yerinde bir davranış olduğunu söyler. Aynı şekilde nimet vereni inkâr edip, nimetine karşı nankörlük göstermenin de aklen çirkin olduğunu belirtir. Çünkü Allah’ın insanlar üzerinde sayısız nimetleri bulunmaktadır. Bunun yanında nimetlerin sayısını ve taşıdığı değeri yüce yaratıcıdan başkası bilemez. Buna bağlı olarak da yaratıcıdan başka biç bir akıl, nimetlerin hakkını tam manasıyla eda etmenin yolunu, ne şekilde şükredileceğini gösteremez. Öyle ise, nimetlere karşılık şükretmenin yolunu gösterecek peygamberlere ihtiyaç vardır (Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 181). Dolayısıyla ibadetlerin en temel anlamı, nimete teşekkür konumunda yüce Allah’ı hatırlamak ve onun büyüklüğünü itiraf etmektir. İnsan nasıl ki kendisine iyilik yapan birine teşekkür etmeyi vazife bilirse tıpkı bunun gibi Yüce yaratıcının verdiği sayısız nimetlere teşekkür etmeyi de aklın ve ahlakın gereği olan bir vazife olarak bilmelidir. İşte ibadetler, bütün nimetlerin asıl sahibi olan yüce Allah’a teşekkür etmeninin en açık şekilleridir.

Bununla birlikte ibadetlerin insana dönük birçok fayda ve hikmetler taşıdığı belirtilir. Çünkü ibadetler yakın planda hayatımızın gayesi gibi gözükse de nihai anlamda insanın saadetine hizmet eden vasıtalardır. Başka bir ifadeyle ibadetler, yüce bir otoritenin emir ve yasakları aracılığı ile insanın iki dünya saadetine hizmet eden vasıta iyiliklerdir. Bu amaca ancak bu vasıta ile ulaşılabildiği için ibadet insan hayatı için çok önemlidir. Bu bakımdan ibadetlerin anlamını sadece emir ve nehye bağlamak onları anlamsız bırakmak olur. Dini emir ve yasakların, emir ve yasak olmalarının ötesinde hedeflediği başka gayeler olmalıdır. Çünkü yüce Allah hiçbir şeyi boş ve anlamsız yaratmadığı gibi, hiçbir emir ve yasağı da hikmetten uzak değildir. Emir ve nehiylerine uymak anlamı taşıyan ibadetlerin nihai hedef ve amacı, insanın iki dünya saadetidir. Yoksa bunlardan doğan fayda ve maslahatların Allah’a yönelik bir tarafı yoktur. İmam Mâtürîdî’nin ifadesiyle Allah’ın insanlara emir ve yasak olarak koyduğu her şey, insanlara dönük menfaatlerin hâsıl olması ve zararlara engel olunması içindir; yoksa haşa kendi menfaati için değildir. Zira Allah, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi olduğu için kendisine menfaat sağlamaya ihtiyaç duymaz. (Mâtürîdî, Tevilâtü Ehli’s-Sünne, II/344) Öyle ise, ibadetlere muhtaç olan hâşâ Allah değil, insanın bizzat kendisidir. Bu açıdan baktığımızda Oruç ibadetinin insana yönelik pek çok hikmetinden bahsedilebilir. 

Oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batımına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır. Orucun hikmetlerini anlamaya çalışırken bu ibadetin yapılış şekline dikkat çekmekte fayda vardır. Kur’ân-ı Kerim de “Ey iman edenler! Korunmanız (ittkâ) için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) buyrulur. Buradan anlaşılacağı üzere oruç bizi çeşitli felaketlere karşı koruyan ve insan olmamızı bize yeniden hatırlatan bir ibadettir. “O balıklar ki deniz içerisindedir fakat denizi bilmezler” sözünde olduğu gibi insan, zamanla sahip olduğu nimetlerin kıymetini unutmaktadır. Oruç sayesinde aç ve susuz kalarak bu nimetlerin değerini ve onları bize veren yüce Allah’a şükrân-ı nimet etmenin gereğini yeniden hatırlarız. Zira nimetin sahibini unutup yalnızca nimete odaklanmak, insanı türlü felaketlere sürükleyen büyük bir hastalıktır. Dünyevileşme diye de tarif edilen bu elim hastalık, daha çok sahiplenmek ve şehveti daha çok tatmin etmek için nice birey ve toplumları karşı karşıya getirir, savaştırır ve sonunda birey, aile ve toplumu sarsan nice kötülüklere sebep olur. Bugün modern medeniyetin malül olduğu hastalık tam da budur. İşte oruç ibadetinin hikmetlerinden biri, insana bu nimetlerin sahibini tanımak, ona teşekkür etmenin yollarını aramak ve bu yolla kendi kendini yeniden hesaba çekerek daha mutedil bir hayat sürmesini sağlamaktır.

Oruç ruh sağlığı ve kalp temizliği yönünden de son derece önemli bir ibadettir. Kur’ân-ı Kerim’de: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10) buyrulur. Dolayısıyla insanın içerisinde iyilik duygusuyla kötülük duygusu mücadele halindedir. Oruç ibadeti bu mücadelede iyilik duygularının kötülük duygularına veya selim akıl ve fıtratın Şeytan’a galip gelmesine yardım eden önemli bir ibadettir. Zira yeme ve içmeyi ölçüsüzce çoğaltıp bedeni güçlendirince nefsani arzular ve kötü hisler galip gelir. Tam aksine yeme ve içmeyi kısıp ibadetleri çoğaltınca da manevi duygular güçlenir, ulvî arzular ve iyilik düşüncesi galip gelir. Aslında en doğrusu bu duyguların dengede olmasıdır. Fakat insan dünyaya dalarak bu dengeyi yitirmektedir. İşte Oruç ibadeti bir nevi insanı bir aylık eğitime tabi tutarak bu dengeyi yeniden kurmasına fırsat vermektedir. Bir Müslüman Ramazan’da bir taraftan diğer ibadetlerini aksatmadan ifa eder, buna ek olarak zikir ve Kur’ân okumak gibi nafile ibadetleri yerine getirir, zekât, fıtır ve sadaka verir, itikâfa çekilir, geçici bir süre için dünya sevgisini terk eder. Diğer taraftan bedeni ve hayvani arzuları besleyen maddi gıdaları azaltarak cismani tarafını da zayıflatır (Uludağ, İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s.26). Böylece oruç sayesinde insan ruhen arınmanın ve hayatını yeniden dengeye oturtmanın fırsatını elde eder. Bu sebepledir ki Ramazan ayını bir yeme ve içme şölenine dönüştürmek Oruç ibadetinin gaye ve hikmetleriyle bağdaşmaz.

Hz. Peygamber: “Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlâksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, "Ben oruçluyum." desin. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun (açlıktan dolayı değişen) ağız kokusu Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. (Allah, oruçlu için şöyle buyurur): "O, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.” (Buhârî, Savm, 2) buyurmuştur. Yine o : “Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda sema (cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.” (Nesâî, Sıyâm, 5),“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân, 28) buyurmuştur. Bütün bu ifadeler Ramazan ayı ve oruç ibadetinin bir arınma, temizlenme ve hayata yeni ve güzel bir başlangıç yapma fırsatı veren bir eğitim ayı olduğunu göstermektedir.

Öte yandan oruç tutmanın insan sağlığı açısından taşıdığı bazı faydalar da vardır. Hz. Peygamber “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsât, VIII, 174) buyurmuştur. Yapılan araştırmalar orucun şu açılardan insan sağlığına faydalı olduğunu göstermektedir: Oruç tutmak hormonların doğru salınmasına ve kilo vermeye yardım eder, sağlıklı beslenmeye geçişi kolaylaştırır, kalp damar sağlığına olumlu etkisi vardır. Sindirim sistemi oruç esnasında aç kalınan süre içinde dinlenir kendini onarma ve yenileme fırsatı bulur, hücre yenilenmesi gerçekleşir, kanseri önlemede yardımcı olur, vücuttaki toksinler atılır, bağışıklık sistemine olumlu etki eder ve beyin fonksiyonlarını iyileştir. Tabi ki bunlar sağlıklı insanlar için geçerlidir. Dinimiz oruç tutamayacak derecede hasta ve yaşlı olanları mazeret sahibi olarak kabul etmiş ve onların fidye ödemelerini öngörmüştür.

Oruç ibadetinin toplumsal bazı faydalarına da işaret edilebilir. Oruç tutmak kısa süreliğine de olsa zenginlerle fakirleri aynı duygularda buluşturur. Açlık ve susuzluk yaşayan zenginler fakir ve yoksulların halinden anlamaya başlar ve onlara yardım etmeye yönelir. Nitekim zekât, sadaka ve yardımlaşmanın Ramazan ayında zirveye ulaştığı bilinmektedir. Bu da zenginle fakir arasındaki uçurumu kaldırır ve toplumsal kaynaşmaya vesile olur. Yine Ramazan boyunca verilen iftar yemekleri, hal hatır sormalar, bayramda akraba ve dost ziyaretleri, tebrikleşmeler de toplumsal birliğin, emniyet ve güvenin sağlanmasında çok önemli fonksiyonlar icra ederler.

En doğrusunu Allah bilir.

Hayırlı Ramazanlar diliyorum.